12 Aralık 2015 Cumartesi

TÜRKİYE MADEN- İŞ SENDİKA HEYETİ JAPONYA'DA

 ULUSLARARASI METAL İŞÇİLERİ FEDERASYONU ( İMF )

Merkezi İsviçre'nin Cenevre şehrinde bulunan, Uluslararası Metal İşçileri Federasyonunun Merkez Komite Toplantısı, 8-9 Ekim 1975 tarihinde Tokyo'da  yapıldı.
Bu toplantıya Federasyon Merkez Karar Komitesi üyesi T.Maden - İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, Genel Başkan vekili ve Toplu Sözleşme Daire Başkanı olarak ben ve sendika dış ilişkiler dairesi müdürü Sina Pamukçu ile birlikte katıldık.

Dünyanın her tarafındaki metal işçileri sendika üyesinin yöneticileri katılmıştı.
Toplantının ilk gününde, ülkemizi temsilen, Türkiye Maden-İş Sendikası adına, Genel Başkan Kemal Türkler bir konuşma yaptı.

Konuşmasının önemli bir bölümünde, dünyada meydana gelen ekonomik bunalımlar ve işçi sorunlarının çözüm yollarını anlattı. Daha sonra Türkler, Türkiye'deki sendikal hareketler , toplumsal ve güncel gelişmeler hakkında bilgiler verdi.

Türkiye'den sadece T.Maden-İş Sendikasının üye olduğu Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu (İMF), demokratik ülkelerdeki metal işçilerinin hak ve menfaatlerinin ortak ve özgür savunulabilmesi nedeni ile kurulmuştur. Toplantı üç gün devam etti, çeşitli konularda önemli kararlar alındı.


Toplantı sonrası, bir çelik fabrikasındaki üretim çeşitliliği ve iş güvenliği konularında incelemelerde bulunduk. İşletme yetkilileri ABD den aldıkları hurdayı, Japonya'ya getirip çeşitli işlemlerden geçirdikten sonra çelik haline getirerek, ABD'ye ABD çeliğinden daha ucuza sattıklarını anlattılar.
Çelik üretimi ve metalurji dalında Japonya'nın bir hayli ileri mesafelerde olduklarını gözlemlemiştik.

Döküm sırasında uzay elbiseleri gibi giyinmiş işçilerin, döküm potasına oldukça yaklaştıklarını gözlemledik. Bu kadar yaklaşmanın işçilere zarar verip vermediklerini sorduğumuzda, onların robot olduklarını ve bu duruma uyumlu yapıldıkları anlatıldı.

İşsizlik durumu hakkında sohbet ederken yetkililer, Japonya'da işsizliğin olmadığını bu durumun imparator tarafından günah sayıldığını belirttiler.
Özellikle ağır sanayi işletmelerinde dört vardiya çalışması yapıldığını, bir de ara vardiyasının bulunduğunu gözlemledik.
Bu çalışma şekli ile işçilerin günde altı saat çalıştıklarını, dolayısı ile üretimde daha fazla sayıda işçinin istihdam edildiğini görmüş olduk.

O yıllarda, RENAULT, FİAT(TOFAŞ), ANADOL (OTOSAN) otomobil fabrikalarında çalışan işçiler, T.MADEN-İŞ (sendikamız) üyesi idiler.

TOYOTA Fabrikasındaki çalışma koşulları ve üretim durumunu görmek istemiştim.
Tercümanlığımızı sevgili Sina Pamukçu yapıyordu.
Japon sendikacılar, Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu yetkilileriyle görüştüler ve bizim için bir program hazırladılar.
Fabrikayı iki saat kadar dolaştık.
Çalışma koşulları, haftalık çalışma süreleri, üretim bantları ve iş güvenliği konularını incelemeye çalıştım. Sendika ofisinde ise yetkililerden işçi ücretleri ve diğer sosyal haklar konularında bilgiler aldım. Dikkatimi çeken en önemli olay, o tarihte (1975) otomobil imalatında kaynak işlerinin robotlar tarafından yapılmasıydı.

Çalışma koşulları, istihdam ve çalışma süreleri ile vardiya kuruluşları bilgileri, Toplu Sözleşme Dairesi Başkanlığım sırasında çok işime yarayacaktı...
Özellikle de toplu sözleşme müzakerelerinde, Turgut ÖZALve MESS'e karşı...


6 Ağustos 2015 Perşembe

KOÇ GRUBU ZORDA

PİYASADAKİ BEYAZ EŞYA

Aziz Nesin'in, Vatan Gazetesinde yazdığı makalede (03 Aralık 1977) Kemal Türkler'i grevler nedeniyle acımasız biçimde suçluyor, grevlerin Vehbi Koç'un işine geldiğini anlatıyordu.

Aziz Nesin'in söylemiyle, Vehbi Koç'un, özellikle beyaz eşyadaki imalât stok depoları, dolup dolup taşmaktaydı!

Durum gerçekten öyle miydi?

Arçelik marka buz dolabı, çamaşır makinesi ve televizyon piyasada bol miktarda var mıydı?

Arçelik'in, İstanbul ve Eskişehir de kurulu fabrikalarındaki beyaz eşya üretimi grev nedeniyle tamamen durmuştu. Toplu sözleşme yürürlük tarihleri değişik zamanları kapsadığı için, Koç Holdink'in, dolayısı ile Arçelik'in en önemli rakibi, Jak Kamhi PROFİLO, AEG ve TELRA televizyon üretimine Çerkezköy'de ki fabrikalarında devam ediyordu.

Yine Silahtarağa'da kurulu Estaş Fabrikası, Philips marka buzdolabını, başka bir fabrika Cihan komandit Ortaklığı Grundig marka TV üretip piyasaya sunuyordu. Levent'te Türk Phılıps fabrikası ise televizyon üretiminde ilk sıralardaki yerini korumaya devam ediyordu. Shuplorenz Fabrikası ise Beşiktaş'ta Nordmende marka Televizyon üretimini had safhaya çıkarmıştı. Yine, aynı bölgede kurulu VE-GA  ve Bomonti Bölgesinde kurulu KONDOR radyo fabrikalari radyo üretimlerinin yanında televizyon üretmeye de başlıyorlardı.

Dolayısı ile Koç Grubu bu üretim dalında piyasayı rakiplerine kaptırmak üzereydi. Bu yüzden toplu sözleşmeyi bir an önce imzalamak istiyordu, ama her defasında karşılarına üyesi bulundukları MESS çıkıyor ve engelliyordu.

MESS, (işveren) yönetiminin amacı, asla günü kurtarmak ve grevlerin sonlandırılması isteği değil, geleceğe yönelikti...

MADEN - İŞ, işyerleri ile tek tek toplu iş sözleşmesi yaptığı zaman, çok başarılı olmuş, işçilerin ekonomik haklarında, ücret, ikramiye, sosyal haklar, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi konularda çok ileri haklar elde etmeye başlamıştı.

MESS  yöneticilerinin akıllarında ise sözleşmelerin yürürlük tarihlerinin aynı zamana getirilmesi yatıyordu. Böylece, hem grevlerde ve hemde olası bir lokavtta daha güçlü olacaklardı. 

GRUP SÖZLEŞMELERİ

MESS  işyerlerinin toplu sözleşme yürürlük sürelerinin aynı tarihe getirilmesini şart koşuyor, "GRUP SÖZLEŞMESİ" olarak dillendiriyordu. İşte bunu sağlarlarsa, MADEN-İŞ'in karşısına Çin Seddi gibi bir duvar dikmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Bu grevlerin, MESS yönetiminin elini güçlendireceğini kararlaştırdılar, grevlerin uzamasından yana işverenlere baskı uyguluyorlardı... 

Biz ise, sayıları yüze yaklaşan işyeri toplu sözleşmesinin yürürlük tarihlerinin aynı olmasını stratejik açıdan sendika ve üyelerimiz aleyhine gelişeceğini biliyor ve kabul edilemez olduğunu belirtiyorduk. Bu konu kendi aramızda "kırmızı çizgimiz" olmuştu...

Grevlerin uzaması ya da uzatılmasının her zaman, bu gün ve gelecekte de işverenlerin yararına olacağı ilkesi körüklenmeye başlanıyordu. 
Bu baskıyı uygulayanların başında, MESS işveren sendikasının danışmanlığını yapan,1980 faşist darbesinden sonra Kenan Evren'in önce başbakan yardımcılığı, sonra başbakanlığını, daha sonra da Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığını yapan ve "ben zengini severim" diyen Turgut Özal geliyordu.

Yani bu grevlerin asıl sebebi sadece, ekonomik nedenler değildi...

Sayın Aziz Nesin elbette saygı duyulacak büyük bir yazardır. Değerli bir gazeteci, bir düşün adamı iyi bir aydın  olduğundan asla şüphem yoktur. 

Kendisi zaman, zaman "hatamı hatırlatanlardan özür dilerim" demektedir. Anlaşılıyor ki Aziz Nesin'in yazdığı yazıya karşı oluşan süreci, Maden İş ve DİSK yöneticileri olarak iyi yönetemedik. 
Sadece Aziz Nesin'i değil, kamu oyunu da bilgilendirmekte eksikliğimizin olduğu bir gerçek. 

DİSK ve DİSK'in lokomotif sendikası MADEN-İŞ üst yönetiminin çoğunluğu, uzun süreden beri sendikal çalışmayı ikinci plana ötelemeyi hedefleyerek daha çok mensubu oldukları siyasi yapılanmayı konfederasyon ve sendikalarda güçlendirmeye çalışıyorlardı. 
Zaten bir süreden beri, DİSK üyesi önemli sendika yöneticileri(GENEL-İŞ, LASTİK-İŞ,GIDA-İŞ) ile, DİSK yöneticileri arasındaki siyasi görüş farklılığı ve bundan kaynaklanan ikilik en üst boyutlara ulaşmıştı.

Bazı gazeteci, şair, yazar, MADEN-İŞ'in sahibi olduğu Politika Gazetesinde konu hakkında Maden-İş'i savunmaya çalışmışlar, Aziz Nesin'in deyimi ile kendisine "saldırmışlar".

Aziz Nesin "Oyak Haber Bültenindeki bir yazıyı, Kasım 1977 tarihli bültenin dördüncü sayfasında ki haberi aynen buraya aktarıyorum" diyerek, artı üretim stoklarının devam ettiğini belirtiyor.
Yazı aynen şöyle diyerek "BÜYÜK GREV" kitabının 389. sayfasında yer alan Asım Bezirci'ye cevap vererek şu şekilde devam ediyordu.

ORDU PAZARLARI MAĞAZALARINA TV VE BUZ DOLABI GELMEYE BAŞLADI

Aziz Nesin,"Enerji darlığı nedeniyle ve bazı fabrikalarda uygulanan grevler sonucu olarak düne kadar piyasalarda  bulunamayan TV cihazlarından bir parti sağlanmış ve bazı Ordu Pazarları mağazalarına dağıtılmıştır. Bu kez yeni bir parti TV cihazı, yılbaşına kadar tüm mağazalara dağıtılmış olacaktır."

Oyak Haber bültenindeki bu yazıyı kanıt göstererek, Koç Holding depolarında ki stokların hala eritilemediğini ima ediyor ve Asım Bezirci'ye "Ne diyorsun bu belgeye Asım Bezirci? Halâ söyleyecek bir sözün var mı?" Diyordu...
Bu bir belge miydi?

Kuruluşların propoganda niteliğindeki bir yazısı belge sayılır mıydı?

Hem Aziz Nesin, hemde Asım Bezirci'nin yazılarına, eleştiri ve cevaplarına bir söz söyleyemem. Ancak tarihe mal olacak bazı konuların eksik kalmamaları düşüncesi ile bu konularda da bildiklerimi söylemek isterim.

Aynı dalda üretim yapan  ve grevde olmayan fabrika ürünleri, yani başka marka televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi ürünler piyasada hiç eksik olmadı.

MESS, MADEN İŞ'LE BAŞA ÇIKMA YOLUNUN, GRUP SÖZLEŞMELERİNDEN GEÇTİĞİNİ DÜŞÜNÜYOR

Profilo ve diğer beyaz eşya  üreticilerinin mallarının piyasada bol miktarda olması, bu daldaki pazar payı Koç Grubu aleyhine gelişmekte idi...

Gebze Arçelik ile Eskişehir Arçelik fabrikalarındaki grevlerin bitirilmesi için KOÇ uzmanları, özellikle Tuğrul Kutadgobilik çok büyük bir çaba sarf etmekteydi. Elbette Tuğrul Kutadgolik'i bu konunun çözümü için yetkilendiren KOÇ patronlarıydı. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde, ücret zamları, ikramiye ve tüm sosyal haklar konusunda anlaşma sağlanıyor, sendikanın tekliflerinin tamamı işverence kabul ediliyordu. Ancak tek itirazları toplu sözleşmenin yürürlük tarihiydi.

GREVLER ÇÖZÜLMÜYOR

T. Maden-İş Sendikası ve üyelerinin direncini işveren ve onların intikamcı örgütü MESS
kıramıyordu. MESS toplantılarında,Turgut Özal tarafından işverenlere,"bu iş uzun sürmez, bu kadar büyük bir grev ve lokavta sendika da işçiler de dayanamaz" diyerek işverenleri oyalama taktiği hala sonuç vermemişti. İşçilerin sendikalarına besledikleri güven duygusu, 
çeşitli zorluklara rağmen dirençlerini daha da artırıyordu.

1977 yılındaki grevlerin, MESS'in ve Turgut Özal'ın oyalamalarına rağmen çözülemeyeceği gerçeğini anlayan Koç Grubu, anlaşma yollarını aramaya başladı. Özellikle beyaz eşya üretiminde çok önemli bir yer tutan Arçelik fabrikalarındaki grevler, Koç Grubunu, piyasa etkilenmeleri yüzünden oldukça rahatsız etmekteydi.

İşverenin toplu sözleşme görüşmeleri yönündeki isteği üzerine, Eskişehir T. Maden- İş Bölge Temsilciliğinde toplanıldı. Sendikayı temsilen, toplu sözleşme daire başkanı olarak ben ve Bölge Temsilcimiz Dursun Sabur ve toplu sözleşme uzmanı, işvereni temsilen ise Tuğrul Kutadgobilik ve MESS uzmanı Av.Oytun Atauz katıldı. Gece geç saatlere kadar görüşmeler devam etti.Toplu sözleşme müzakerelerinde tüm tekliflerimiz, işveren tarafından kabul ediliyor, sadece toplu sözleşme yürürlük maddesi kalıyordu. 

Görüşmeler esnasında MESS uzmanı, sık, sık dışarı çıkıyor, bir süre sonra toplantıya tekrar katılıyordu. Anlaşılan dışarıya çıkan MESS uzmanı, toplantının gidişatı konusunda MESS yetkililerine( Turgut Özal)bilgi aktarıyordu. 
Bizce, işverenin, ücret zamları, mali konular ve sosyal hakları kapsayan tekliflerimizin tamamının kabul edilmesi önemliydi, belki de işverenin toplu sözleşmenin imzalanmasına yönelik bir işaretti. 
Anlaşma sağlanamadı, işveren tarafının teklifi üzerine, ertesi gün toplanmak üzere toplantı sonlandırıldı.

30 Haziran 2015 Salı

BÜYÜK GREV

Yazarlar Sendikası Başkanı, gülmece hikayelerinin usta kalemi Aziz Nesin, Vatan Gazetesinde T. Maden - İş Sendikasının grevlerini eleştiren bir masal öykü kaleme almıştı. "Büyük Grev" adıyla yayımlanan bu yazıyla, DİSK ve MADEN - İŞ Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler acımasız biçimde eleştiriliyordu.

3 Aralık 1977 tarihinde  Vatan Gazetesinde yayımlanan "Büyük Grev" adlı masal öyküde, Koç Holding'in depolarındaki stokların eritilmesi ve Vehbi Koç'un daha fazla para kazanacağı konusunda anlaşma yapıldığını, Kemal Türkler'in, Vehbi Koç'un değirmenine su taşıdığı anlatılıyordu.

Karikatürist Haslet'in çizdiği haksız ve yakışık almayan, kendisine de yakışmayan Vehbi Koç'la birlikte aynı amacı taşıyan karikatür, Aziz Nesin'in yazısı ile birlikte aynı gün Vatan Gazetesinde yayımlanmıştı. Haslet, çizdiği karikatüründe Vehbi Koçun eline "yaşasın grev", Kemal Türkler'in eline de "yarasın grev" pankartı tutuşturmuş. Koç ve Türkler'in arasına da şaşkınlık yaşayan işçilerin kalabalık çizimi yerleştirilmişti.. Bu konu yani Aziz Nesin ve Haslet'e kısaca cevap vermek isterim ama biraz sonra..

İYİ TANIDIĞIM TÜRKLER

1962 Yılından itibaren, üye, işyeri temsilcisi, şube gençlik kolu başkanlığı, Merkez Şube Başkanlığı, İstanbul 1. Bölge, 6. Bölge, Ankara Bölge Temsilcisi olarak görevler yaptım. Bu görevlerin tamamına seçimle geldim. 

Sendikanın en önemli ve en riskli branşları olan toplu-iş sözleşmesi dairesi ile, araştırma, ve ekonomi politika dairelerinde üç yıl başarılı ( çok başarılı) görevler yaptım.
Oldukça uzun sayılabilecek bu görevlerim süresinde, Genel Başkan Kemal Türkler'i çok iyi tanıdım. Son üç yıl ise  MADEN-İŞ Genel Başkan Vekili olarak görevde bulundum.
 
Hiç kimse tabii ki en mükemmel değildir. Uzun süre birlikte çalıştığım, yurt içi, yurt dışı toplantı ve genel kurul toplantılarına birlikte katıldığım, Kemal Türkler'in herkes gibi hataları hatta yanlışları olabilir... 

Bunlar görecelidir herkese göre değişiklik gösterebilir. Ancak başkanlığını yaptığı sendikasına ve işçi sınıfına ihanet edeceğini kimse, hiç kimse söyleyemez.
 

Böyle bir düşünceye sahip olanlar bana göre en hafif ifadeyle kesinlikle yanılmaktadır. Eğer yanılma değilse bu düşüncenin başka bir amaç taşıdığı anlaşılmalıdır..

Kemal Türkler, işçi sınıfı namusunu üzerinde taşıyan önemli bir sendika lideridir.  Yeri kolay kolay doldurulamayacak çok değerli bir sendikacı, devrimci bir liderdir. 

Aziz Nesin bu yazıyı yazmadan önce elde ettiği bilgileri zannederim yanlış kaynaktan elde etti. Haklı kaynak mı yoksa, Hakkı kaynak mı bilinmez?. 
Ben Aziz Nesin'i çok iyi tanımam. Çok akıllı olduğunu daha doğrusu çok zeki olduğunu ve bir yazım üstadı olduğunu biliyorum. 
Kemal Türkler'i suçladığı (eleştiri değil) bu yazısında çok sayıda Hakkı sözcüğünü kullanmış? 
Neden?
Bir şey mi demek istiyor?
O da bilinmez..

'Koç Grubu Zorda' olarak devam edecek.

7 Haziran 2015 Pazar

15 - 16 HAZİRAN SENDİKAL SADAKAT VE SAVUNMA

15-16 HAZİRAN 1970 İŞÇİ OLAYLARINA 
BİR DE BU YÖNDEN BAKILMALI

İşbirlikçi sarı sendikacılık dönemi sona ermek üzere...

İşçiler, özellikle de metal iş kolunda çöreklenmiş işveren kuklası sarı sendikalardan, istifa, direniş ve işgal gibi eylemlerle kurtulmaya, gerçek ve devrimci sendikalara akın halinde üye olmaya başladılar.

Bölge Temsilciliğini yaptığım MADEN-İŞ 6. Bölge Temsilciliği'ne bağlı İstanbul İstinye'de kurulu Kavel Kablo Fabrikasın'da 1968 yılında yapılan ikinci özgür sendika direnişi çok başarılı oldu. (Birinci direniş 1963 yılında yapılmıştı.)

Kavel işçileri sarı sendikayı kovdular, topluca Maden-İş Sendikası'na geçtiler. Kavel direnişini, yine 6.Bölge Temsilciliği'ne bağlı, Silahtarağa'da kurulu Türk Demirdöküm Fabrikası işçileri takip etti, 1969 yılında yaptıkları başarılı eylemleri sonunda 2500 işçi topluca T.MADEN-İŞ Sendikasına üye oldular.

İpi kopunca tespih taneleri nasıl etrafa dağılıyorsa, sarı sendikalar da ortadan birer ikişer kaybolmaya başladı. Türk Demir Döküm Fabrikası işçilerinin yolundan yürüyen, aynı bölgedeki ve genel müdürlüğünü Turgut Özal'ın yaptığı Elektrometal Fabrikası işçileri de, başarılı eylemleri ile sarı sendikayı kovup, T.Maden-İş Sendikasına, dolayısı ile DİSK'e üye oldular. 

Alibeyköy'de kurulu Sabahattin Sunguroğlu'na ait Sungurlar Kazan Fabrikası işçileri de, uzunca bir direnişten sonra, sarı sendika işveren birlikteliğine son verdiler.

İstanbul Topkapı'da kurulu Gamak, işçileri, arkadaşları Şerif Aygün'ü şehit vererek,Anadolu yakasındaki Ford Otosan işçileri de sarı sendikalara karşı, yiğitçe direnerek amaçlarına ulaştılar.

15 Haziran'da başlayan büyük işçi direnişi birilerini rahatsız etti, korkuya kapıldılar."Yollar yürümekle aşılmaz" diyenlerle yandaşları, şapkalarını önlerine koyup düşündüler.
Para babalarının büyükleri, emek hırsızları, emekçileri sadece kâr araçlarının bir parçası sayan, sanayici ve yalakaları, acele olarak bir araya geldiler.

Disk ve üye sendikaların önünü kesmek, kapılarına kilit vurmak için sendikalar yasasını alelacele değiştirdiler. DİSK ve üye sendikalar bu durumu, üyelerine duyurmak için iş yeri sendika temsilcileri ile yöneticileri, İstanbul Merter'de bulunan, Disk Genel Merkezinde toplandılar.

Haklarını, sadece haklarını korumak istediklerini, kamu oyuna duyurmak ve bu konudaki haklılıklarını ispatlamak için birleşerek yürüyen emekçilerin önünü kesmek istediler. Sıkı yönetim ilan edildi. İstanbul ve Kocaeli'de yönetim silahlı kuvvetlere devredildi...

Sıkı yönetim komutanlığı hemen, DİSK ve T.Maden-İş Sendikası genel başkanı Kemal Türkler ile MADEN-İŞ Yürütme Kurulu üyesi Hilmi Güner, Şinasi Kaya, Cavit Şarman ve DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker'i tutukladı.

14 Haziran Merter toplantısında konuşma yapan, 6. Bölge Temsilciliğine bağlı Rabak Bakır Fabrikas, Demir Döküm Fabrikası, Türk Kablo Fabrikası Maden İş Sendikası temsilcilerini de tutuklayıp Maltepe, Askeri Ceza Evine koydular.

15-16 Haziran 1970 olayları ile anılan büyük işçi direnişi hakkında, çok şeyler yazıldı çizildi.
Bir çok üniversiteli genç olayların içinde yer aldı.
Birçok yazar, gazeteci, siyasetçi yazı ve konuşmaları ile olaylara destek verdiler...




Çeşitli düşüncelerle 15-16 Haziran 1970 olayları hakkında değerlendirmeler yapıldı.
Olayların devam etmesinden yana olanlar oldu. Bazı "ilericiler!"işçilerin iş başı yapmalarını eleştirdiler.

15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi, gündemli ve programlı şahane bir eylemdir.
Birilerinin söyledikleri gibi spontane (kendiliğinden) oluşan bir eylem değildir. Bunun böyle olmadığı çeşitli biçimlerde anlaşıldığı gibi mahkemeler ve duruşmaları takip ederek bıkmadan usanmadan duruşma salonlarını dolduran işçilerin varlığı ve eylemleri ile de anlaşılıyordu.

Duruşmalar 1.Ordu Komutanlığı Selimiye Kışlası'nda kurulan askeri mahkemede başladı.
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Aybar başta olmak üzere, çok büyük bir savunma ordusu oluştu.

T.Maden-İş Sendikası Avukatı Alp Selek ve daha sonra dört dönem İstanbul Baro Başkanlığı yapan Turgut Kazan'ın büyük emekleri oldu. Mehmet Ali Aybar, engin hukuk bilgisi ile değerlendirmeler yaparken, Turgut Kazan, herkesin hayranlığını kazanan hitabeti ile duruşma salonunda dinleyici işçiler tarafından alkışlanıyordu.


Bu durumu engellemek için bundan böyle duruşma salonuna kravatsız olanlar alınmayacak denildi.
İşçiler buna da çözüm buldular. Duruşmalara iş kıyafetleri ile geldiler. Arka ceplerinde taşıdıkları ter silme bezlerini ve mendillerini düğümleyerek boğazlarına bağladılar. Kravatlarımız bunlar diyerek mahkeme salonlarını yine dolduruyorlardı.

Maltepe Askeri Ceza Evi'nin  ziyaret günlerinde işçiler, yönetici ve arkadaşlarını hiç yalnız bırakmadılar. Selimiye kışlasında yapılan mahkeme duruşmalarında salonu sürekli doldurdular.
İşçilerin sendikalarına karşı gösterdikleri sadakat, gerçek ve devrimci sendikacılığın göstergesi oluyor, yöneticilerine karşı duydukları sevgi ve dayanışmayı dünya aleme duyuruyorlardı. 

Son duruşmada yönetici ve diğer tüm tutuklulara, mahkeme başkanı tahliye kararlarını okuyunca,  birlikte ayağa kalktılar, "Gün doğdu hep uyandık siperlere dayandık" marşını salondaki izleyicilerle birlikteyüksek sesle söylemeye başlamıştık...

30 Mayıs 2015 Cumartesi

DELİ PETRO VE YAZLIK SARAYI

KIZIL MEYDAN MOSKOVA

Her yıl, 1 Mayıs ve diğer büyük törenlerin yapıldığı Kızıl Meydan'da dolaştık. Dünyanın en büyük meydanlarından biri olan burada, 1917 Deviminin lideri Lenin'in mozolesi (anıt mezar) bulunuyor. Özel izinle mozolenin içine girdik. Yatağının içerisinde tahnit edilmiş (bozulmaması için ilaçlanmış) vaziyette, uyuyor gibiydi Lenin.
1978 Yılında Sovyet Sendikalarının daveti üzerine DİSK ve üye sendikalardan oluşan bir heyet olarak gittiğimiz Rusya'da (SSCB) incelemelerimize devam ediyoruz...

Osmanlıların deli, Rusların ise Büyük Petro dedikleri Rus Çarının Leningrad'da yaptırdığı yazlık sarayını gezdik.
1714-1725 yılları arasında 1. Peter (Petro)tarafından yazlık için yaptırılmış, deniz kenarına kurulan büyük bir yapı, muhteşem bir saray...

Şahane bir bahçe içinde altın renginde onlarca heykel bulunuyor. Bu heykellerin bulunduğu alanda çeşitli biçim ve şekillerde fıskiye oyunlarının sergilendiğini gözlemledik.
Oyunlarda, fıskiyelerden fışkıran sular, çok sayıda altın rengindeki heykellerin üzerinde ayrı ayrı, birer ışık demeti oluşturuyordu.


O zamanki adıyla Leningrad’da, 1946 yılında yapımına başlanan ve 1955 yılında açılışının yapıldığı belirtilen Leningrad (Sn. Petersburg) metrosunu gördük. Metro yolculuğu yaptık, o tarihteki metro seyahatinin bedeli 1 kapik'ti yani bizim paramıza göre 5 kuruştu.

Rusça'da kale anlamına gelen Kremlin Sarayını gezdik. Burasının devrim öncesi Rus çarlarının ikametgâhları olduğunu bildirdiler.
Kremlin Sarayının içinde uzun bir yürüyüş yaptık. Müze bölümüne girdik. Osmanlı padişahlarının, Rus Çarlarına gönderdikleri değer biçilemeyecek derecedeki muhteşem hediyeleri gördük..

Kremlin sarayı, devrim sonrası ve bu gün de, adeta Rusya'nın simgesi haline gelmiş çok önemli bir yapı durumunda...
Yüksek duvarlar içindeki saray bahçesinde, çok sayıda kilisenin varlığı bize enteresan gelmişti. Rus çarlarının mezarlarının bu kiliselerin içlerinde bulunduğu anlatıldı.
Kremlin Sarayı da, Topkapı Sarayı gibi, bir günde gezilemeyecek kadar büyük bir yapılar topluluğu...

OLEG BLOHIN

Sovyetler Birliğinin en başarılı 11 numaralı futbol forvet oyuncusu Blohin'in de yer aldığı, Dinamo Kiev ile Dinamo Moskova arasında oynanan ve Kievin galibiyeti ile sonlanan futbol maçını seyrettik.  Blohin 1972, 1973, 1974, 1975, 1977 yıllarında gol kralı olmuştu.
Ünlü oyuncu bu maçta da rakip takıma bir gol atmıştı.

ÇELİK FABRİKASINA ZİYARET

1975 Yılında Kemal Türkler'le birlikte Japonya'da yapılan, Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu, Merkez Yönetim Kurulu toplantısına katılmış, toplantı sonrası, büyük bir çelik fabrikasında incelemelerde bulunmuştuk. Ayrıca, Toyota otomobil fabrikasını da ziyaret ederek üretim ve çalışma koşulları hakkında önemli bilgilere ulaşmıştık..

Japonya'da harika bir teknolojinin varlığı ile üretim yapıldığını, işçi sağlığı ve iş güvenliğine verilen önemi gördük, Bu yıllarda Japonların ABD'den hurda satın aldıklarını, hurdayı çelik haline dönüştürüp, ABD de üretilen çelikten daha ucuza sattıklarını dinlemiştik.

1976 Yılında ise üyesi bulunduğumuz ve merkezi İsviçre'de bulunan Uluslararası Metal İşçileri Federasyonunun, ABD'nin kuruluşunun ikiyüzüncü yıl dönümü nedeni ile Pittsburgh şehrinde yaptığı Merkez Yönetim Kurulu Toplantısına MADEN-İŞ Sendikası adına delege olarak olarak ben  katılmıştım.

Toplantı sonrası, çelik fabrikası ve Detroitteki Ford otomobil fabrikasında incelemelerde bulundum. Çalışma koşulları, üretim, özellikle iş güvenliği ve  işçi sağlığı konularındaki çalışmaların çok ileri boyutlarda olduğunu gördüm.

Bursa'da kurulu Renault ve Tofaş Fabrikaları ile Ereğli Demir Çelik Fabrikasında sendikamız T.Maden-İş Sendikası yetkili olduğu için, toplu sözleşme dairesi başkanı olarak buraları görmüş ve çeşitli açılardan kıyaslamıştım.

Bu defa da SSCB'de bir çelik fabrikasını görmeyi düşünmüş ve yetkililerden bir metal veya çelik üreten fabrika görmeyi rica etmiştim. 
Kaliteli jırh çeliği (mavi çelik) üreten bir fabrikayı gezdik, üretim, işçi sağlığı ve iş güvenliği ve sair konularda bilgi aldık. Bir çok makine ve ekipmanların üzerinde DDR bizim söylemimizle "Doğu Almanya'' etiketi görmüştüm.


27 Mayıs 2015 Çarşamba

MOSKOVA NAZIM HİKMET VE HEKİMOĞLU

1978 RUSYA"SSCB"

1978 Yılında, Sovyet Sendikalar Birliği'nin daveti üzerine, ayrı tarihlerde DİSK ve üye sendikaların yöneticileri olarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ne iki ayrı ziyarette bulunuldu.
Başta Moskova ve o zaman ki adıyla Leningrad (St. Petersburg) olmak üzere çeşitli şehir ve cumhuriyetlerde inceleme ve görüşmeler de bulunduk.

Azerbaycan Cumhuriyeti'nin başkenti Bakü'de görüşmelerimizi sürdürdük. Hazar Denizi kıyısında
bulunan büyük bir petrol rafinerisi ve orada çalışanlarla ücret ve çalışma koşulları dahil bir çok konuyu görüştük.
Usta başı durumundaki şahısla görüşmemizde, arkadaşları Brejinev'le aynı miktarda maaş alıyor demişlerdi.

ANATOLIA'NIN HİKAYESİ
Bakü Üniversitesini ziyaret ettik, Profesör ve dekan ile görüşmelerde bulunduk. Anatolya ismindeki tarih profesörü bize isminin hikayesini şöyle anlatmıştı. "Babam Ankara'da Sovyet Büyük Elçiliğinde çalışırken doğmuşum. Bir vesile ile doğumumdan Atatürk'ün haber'i olmuş. Atatürk sizce de uygun olursa bu kızın adı Anadolu olsun demiş. Bizimkiler de Anadoluyu hatırlatsın diye adımı Anatolya koymuşlar" diye gururla anlatmıştı.

1978 Mayıs ayında yaptığımız Azerbaycan gezimizde, başta tarım kooperatifleri olmak üzere çeşitli üretim merkezlerini gezdik. Azerbaycan'da solhoz denilen kooperatiflerin devlet mülkiyetindeki üretim işletmeleri olduğunu, işçilerin buralarda ücretli çalıştıklarını gördük.

FİYATLARI ÇALIŞANLAR BELİRLİYOR

Baltık denizi kıyısında bulunan Letonya Cumhuriyetini ziyaret ettik. Başkenti Riga'yı gezdik. Letonya'da kooperatiflerin devlete ait olmadığını, kolhoz denilen üretim kooperatiflerinde, ortakların kendilerinin bizzat çalıştıklarını,  üretime ilişkin projeleri kendilerinin yaptıklarını, ürettiklerinin fiyatını kendilerinin belirlediklerini öğrendik.
Solhozlardaki uygulamaya göre kolhoz kooperatiflerinin daha karlı olduğunu ve daha çok  kazandıklarını anlattılar.

Bir etlik hayvan üretim kolhozunu görmeye gittiğimizde, büyük baş hayvanların ahırlarına hijyen nedeni ile girmedik, kameralar vasıtası ile ekrandan izledik.
Cumhuriyet yönetim merkezini ziyaret ettik. Yerel yöneticilerle görüşmeler yaptık. Letonya çocuk folklor ekibinin şahane gösterisini zevkle seyrettik. Yerel yöneticilerden biri "kızlarımız ilk defa Türk erkeği görüyor" şeklindeki konuşması, çoğumuzun yüzünde tebessümler oluşturmuştu.

BEYAZ GECELER

Leningrad' da beyaz geceleri yaşadık...
Dostoyevski'yi andık...
Neva nehri kenarında Auora zırhlısının demirlemiş olduğunu, onunda müzeye dönüştürüldüğünü gördük ve içinde dolaştık..
Müze yetkililerinden 1917 devrimi hakkında ki bilgileri ve bu devrimin ilk ateşlemesini yapan Aurora kruvazörünün gösterdiği kahramanlıkları ve Sovyet devriminin oluşmasına katkılarını dinledik.

NAZIM HİKMET MEŞHURLAR "NOVODEVİÇİ" MEZARLIĞINDA YATIYOR

Nazım'a saygı Moskova

Moskova'ya gelip de Nazım'ın mezarını ziyaret etmemek, saygı duruşunda bulunmamak olur mu?
Kemal Sülker'in organizasyonuyla, topluca büyük Şairin yattığı "Meşhurlar Mezarlığına" gittik.
Yanında çınar ağacı, başucunda granit bir taşa kendi slüetinin oyularak dikildiği mezarını ziyaret ettik saygıda bulunduk.

Hüseyin Ekinci olarak ayrıca, büyük şair Nazım'a saygıda bulunmayı da kendime görev saydım.

KADİR İNANIR ve HEKİMOĞLU

Uzun sayılabilecek bir inceleme ve görgü seyahatinden sonra dönüş için, SSCB Hava Yolları Aeroflot'a ait bir uçağa bindik. Uçakta, 1 Mayıs ve işçi marşları, şarkı ve türküler söylenmeye başlandı.
Kadir İnanır'da uçaktaymış, söylediğimiz marşlara iştirak ettiğini gördük. Söylediğimiz bir çok şarkı ve türküye iştirak ediyordu. Hekimoğlu Türküsünü de çok güzel seslendirmişti.

Sohbet sırasında, Türkan Şoray'la birlikte, "Moskova film festivali" için gelmişler. Önemli bir iş nedeniyle erken dönmek zorunda olduğunu, Türkan Şoray'ın daha sonra geleceğini belirtmişti.

 Sonraki yazı; DELİ PETRO VE YAZLIK SARAYI


18 Mayıs 2015 Pazartesi

YILMAYAN DEVRİMCİ

CELAL ALÇINKAYA

18 Mayıs 2014 Tarihinde Celal Alçınkaya'yı kaybettik. O'nu, çok sevdiği, Bolu Yeniçağa ilçesindeki, eşinin köyünde toprağa verilmek üzere İstanbul'dan uğurladık.

1962 Yılında tanıdım Alçınkaya'yı.

Kağıthane'de kurulu Rabak Elektrolitik Bakır Fabrikasında birlikte çalıştık. Ben, (göztaşı ) bakır sülfat imalathanesinde çalışıyordum. Celal Alçınkaya ise fabrikanın en önemli maddesi olan sülfirik asit taşıyan tanker şoförü olarak görev yapıyordu. Birlikte Maden İş üyeliği, işyeri sendika temsilciliği yaptık.

1964 yılında ben şube gençlik kolları başkanlığına seçilmiştim. Sevgili Alçınkaya işyeri sendika baştemsilciliği görevine seçildi.

1965 yılında yapılan Silahtarağa Merkez Şubesi Genel kurulunda, şube başkanlığına seçildim. Aynı genel kurulda, Alçınkaya ise şube yönetim kurulu  üyeliğine seçilmişti.

1967 yılına kadar, ben profesyonel şube başkanı olarak , Alçınkaya ise amatör yönetim kurulu üyesi olarak, sendikal görevleri yapmaya birlikte devam ettik.

1967 Yılında Türkiye Maden-İş Sendikası genel kurulunda, tüzük değişikliği yapıldı. Bölge Temsilcilikleri kuruldu, Silahtarağa Şubesi ile Şişli Şubeleri, 6. Bölge Temsilciliği adı altında birleştirildi.
Yapılan Bölge Temsilciliği seçimini, diğer aday İlyas Kabil'e karşı açık farkla ben kazanmıştım.

Altıncı  Bölge Temsilciliği zamanımda, 1968 Yılında Kavel Kablo Fabrikası işçileri, yaptıkları başarılı direnişleri ile ÇELİK - İŞ sendikasını kovarak Maden-İş bünyesine katıldılar.

Sarı Sendikaların karargah kurdukları Silahtarağada, Türk Demir Döküm Fabrikasında çalışan 2500 işçi, 1969 yılında yaptıkları şanlı direnişleri ile sarı sendikayı kovarak MADEN-İŞ Sendikasında örgütlendiler.

Aynı bölgede kurulu 600 işçinin çalıştığı Elektrometal Fabrikası işçileri de, MADEN-İŞ çatısı altında sınıf ve kitle sendikacılığı mücadelesini yürütmek üzere, sınıfdaşları ile bütünleşerek MADEN-İŞ içerisinde yerlerini aldılar.

Sungurlar Kazan Fabrikası işçileri ise MADEN - İŞ'E geçmek ve sarı sendikayı kovmak için, çalıştıkları her iki fabrikada da direniş başlattılar ve  başardılar,

Tüm bu örgütlenmeler sırasında,  yapılan direniş ve işgallerde, Alçınkaya kimi zaman, Rabak işyeri baştemsilcisi, kimi zaman yönetim kurulu üyesi olarak görevler üslendi. Sendikal mücadele hamuru ile yoğruldu. Üstlendiği görevleri amatörce hakkıyla yerine getirdi.

1962 yılında tanıdığım Celal Alçınkaya'nın, önce, çok iyi bir insan olduğunu belirtmem gerekir.
Halk tabiri olarak söylersem "adam gibi adamdı, eline beline diline sahip" olarak yaşadı.

Yedi yıl şube başkanı ve 6. Bölge Temsilcisi (Bölge Başkanı) olarak görev yaptığım dönemi geride bırakarak, 1972 yılında askere gitmem gerekiyordu. Genel Başkan Kemal Türkler'in önerisi ile Altıncı Bölgeyi ikiye ayırdık. İki bölge olarak düzenledik.

Eyüp, Silahtarağa, Alibeyköy ve Haliç'in her iki yakasındaki fabrikaları kapsayan bölgeyi  14. Bölge olarak kurduk. Bölge Temsilcisi olarak, Rabak Fabrikası işyeri baştemsilcisi Celal Alçınkaya görevlendirildi.

1977 EYLÜL Ayında yapılan 22. Genel Kurula kadar bölge temsilciliği devam eden Alçınkaya, işbaşına gelen yeni yönetim tarafından işten çıkarıldı. Sendikal mücadelenin ve çok sevdiği MADEN-İŞ Sendikasının dışına itildi.

Celal Alçınkaya devrimci idi, sosyalist değildi, ancak sol anlayışlara kapalı da değildi. Devrimci sendikal hareket içinde olan sendikal yapının bildiği gibi, T. Maden İş Sendikasında görev alan yeni yönetimin, benimsedikleri siyasi ideoloji ve (siyasi anlayışları), devrimci sendikal yönetim anlayışının önüne geçti. 

Bu düşünce ile uyguladıkları sendikal faaliyet, DİSK bünyesinde de büyük hasarlara neden oldu. MADEN - İŞ ve DİSK içindeki devrimci ve sol düşüncede olan hemen herkesin bu gidişten rahatsızlık duyduğu bir gerçekti. O zamanlarda, Türk Ceza Kanununda *141 ve 142 maddeler bulunuyordu. 141 ve 142. maddeler nedeni ile "illegal" kuruluş mensubu yöneticiler açıkça eleştirilemedi. Bu durum ise sendikal alt yapıları yetersiz, siyasi çalışmalarda bağımlı olan kadroların işine geldi! Yanlışlıklar, genel kurul ve toplantılarda devrimci sendikal kamuoyu ve devrimci sendikal kadrolarına tam olarak anlatılamadı.

Sadece kendi aralarında yanlışlarını dile getirdiler!..

Sendikal kadrolarda bulunan "uzmanların" ideoloji, düşünce ve uygulamaları zaten sendikal birikim ve deneyimleri sınırlı olan yöneticilerin anlayışlarının önüne geçti. "DGM, UDC, 1 MAYIS 1977, MESS grevlerinde yapılan hataları, bildikleri halde görmezden geldiler. Sessiz kaldılar, hataları anlayamadılar. Tüm bu durumları örgüte ve örgütün yapısına zarar vermeye devam ettirdiler.

Asla bir özeleştiri yapmadılar.
Sağdan sola 2. Bahri Ersöz (MESS Başkanı ve Rabak Fabrikaları Genel Müdürü)
ayakta konuşma yapan Hüseyin Ekici Maden-İş Genel Başkan Vekili, 4. Celal Alçınkaya

Kendi aralarında
birbirlerini suçladılar. 
Suçlamalar, temel direk(!) olarak gördükleri, bir zamanlar toz kondurmadıkları birinin baskılar nedeni ile Yürütme Kurulundaki görevinden istifası ile sonuçlanıyordu.

Sendikal "çalışmada, siyaset, sendikal anlayışın önüne geçmemelidir.

Yanlış bir yoldur bu durum.
Türkiye sendikal hareketi içinde kilometre taşı olarak duran, devrimci bir büyük sendikanın genleriyle oynadılar.
Nitekim genel kurul sonrası çözülmeler başladı. MADEN-İŞ Sendikasının en önemli kalelerinden Türk Demirdöküm, Ereğli Demir Çelik ve Kavel işçileri MADEN - İŞ'ten koptu.

Yeni yönetim, Celal Alçınkay'ayı da sırf kendileri gibi düşünmediğinden işten çıkardı. MADEN -İŞ dışına itti.

Ne var ki Abdullah BAŞTÜRK Başkanlığındaki DİSK Yürütme Kurulu, Alçınkaya'yı sahiplendi. O'na Topkapı, Gaziosmanpaşa, Eyüp, Bayrampaşa ve Silahtarağa bölgelerinden sorumlu DİSK Bölge Temsilcisi olarak görev verdi.
DİSK'in 2. Genel Başkanı
Abdullah BAŞTÜRK
DİSK Bölge Temsilcisi olarak  görev almasında benim de küçük bir katkım oldu, ama önemli olan bu değil. 
İşçi sınıfının mücadele şerbetini içen Celal Alçınkaya, sevdiği işte ve çok sevildiği bölgelerde tekrar çalışmaya başlamasıydı.   
Alçınkaya, Kenan Evren ve aynı zihniyetteki takımı tarafından yapılan 1980 faşist darbesine kadar DİSK'TE bu görevini sürdürdü.

Maden-İş yönetimine gelen malum zihniyet, sendikaya omuz veren, gece gündüz, sıcak soğuk yağmur çamur demeden başarılı örgütlenmeler, toplu sözleşmeler yapan bir kısım yönetici, uzman, avukat, temsilci ve organizatörleri de Alçınkaya gibi haksızlık yaparak işten çıkardılar, tasfiye ettiler.

DİSK Genel Başkanlığını  kaybeden ve MADEN-İŞ Genel Başkanlığını sürdüren, Kemal Türkler'in başkanlığındaki Yürütme Kurulunun, Alçınkaya'nın işine son vermesi oldukça düşündürücüdür...

Celal Alçınkaya çok uzun yıllar maddi bir beklentisi olmadan amatörce sendikaya hizmet etmiş, sendikanın, yeni işyeri örgütlenmelerine emekler vermiştir.
Celal Alçınkaya
Alçınkaya'yı, onun sendikal ahlakı ve çalışmasını çok yakından tanıyor, biliyorum.  Çok uzun yıllar onun şube başkanlığını ve bölge temsilciliğini yaptım. Çok iyi bir sendikacı olup olmadığı, sendikacılık bilgi ve birikimi tartışılabilir. Ancak onun insanlığına, sendikal inanışına, namus ve erdemine kimse ama hiç kimse laf söyleyemez.

Sırf kendi ideolojilerinden olmadığı, kendileri gibi düşünmediği için görevine son verilen ve zor günler yaşayan Alçınkaya, buna rağmen yaşamı boyunca tasfiye edilen birçoğumuz gibi, MADEN-İŞ aleyhinde tek bir kelime etmedi. Genel Başkan Kemal Türkler hakkında bir kez olsun kötü söz söylemedi.
Alçınkaya'nın sendikal mücadele içersinde gösterdiği vefa ve adamlığı her zaman on numaraydı.

Şube başkanlığını, sonra 6. Bölge Temsilciliğini daha sonra da Genel Başkan Vekilliğini yaptığım Alçınkaya,15-16 Haziran Büyük Direnişinin Eyüp, Alibeyköy, Silahtarağa, Kağıthane, Cendere yürüyüş kolu yöneticisiydi. Celal Alçınkaya'nın, ışıklar içinde ve rahat uyuduğunu düşünüyor, onu çok uzun yıllardır tanıyan biri olarak buna inanıyorum. 
Celal Alçınkaya'yı işten çıkararak onu çok sevdiği sendikasından ayrı koyan, işsizliğe hatta açlığa iten bir eski yöneticinin, Alçınkaya hakkında bazı yerlerde olumlu anlatımlar yapmaya kalkışması hiçte inandırıcı gelmiyor. "Bazı şeylerin dönüşü olmaz." 

* (kısaca) 141 ve 142. maddeler, sınıf esaslı örgütlenmeyi ve propagandayı yasaklayarak örgütlenme ve ifade özgürlüğünü ihlal ettikleri gerekçesiyle verilecek cezaları içermektedir.

19 Nisan 2015 Pazar

1 MAYIS 1976 YIĞINSAL KUTLANIYOR

Bir MAYIS İşçi ve Emekçiler Günü, dünya çapında kutlanıyor. Birlik ve  dayanışma günü olarak kutlanan bu bayram aynı zamanda haksızlıklarla mücadele günüdür.

Türkiye'de ilk kez 1923 yılında resmi olarak kutlandı.

22 Mayıs 2009 tarihinde, Emek ve Dayanışma Günü olarak, yasalaştı ve resmi tatil olarak ilan edildi.

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLERİNDE İŞÇİLER, FAZLA ÇALIŞTIRILMAYA BAŞKALDIRDILAR.

Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonu öncülüğünde işçiler 6 gün, günde 12 saat çalışma uygulamasına başkaldırdılar.  1856 yılında, günde 8 saatten fazla çalışmayacaklarını bildirerek iş bıraktılar. 500 binden fazla işçinin katıldığı büyük bir miting yaptılar.

Ülkemizde 1923 yılında resmi olarak kutlanan 1 Mayıs, 1924 yılında yasaklandı. 1935 yılında  1 Mayıs'a ''Bahar ve Çiçek Bayramı'' adı verildi, Tatil günü olarak (ücretsiz) ilan edildi.


Ülkemizde Bahar ve Çiçek Bayramı olarak ilan edilen bu günde piknik yapan birçok aile, bir araya gelerek birlikte eğlenen arkadaş gurupları, polisler tarafından mimlenirdi. Komünist şüphesi ile her yıl göz altına alınanlar oluyor, mahkemelerde uzun süre yargılanıyorlardı. Birçok işçi yapılan asılsız ihbarlar sonucu işten çıkarılıyordu..

1976 Yılında Disk Kurucu üyesi Türkiye Maden-İş Sendikamızın, Gönen'de yaptığımız (MİTES) MADEN-İŞ Eeğitim Tesislerinde, Genel Yönetim Kurulu toplantımız yapılıyor, uzun yıllar Almanya'da çalışan ve Türkiye'ye dönen 1975 yılında yapılan Genel Kurulunda, DİSK Genel Sekreteri olarak seçtiğimiz İbrahim Güzelce' de aramızda yer alıyordu.

Toplantı aralarında sohbet ederken İbrahim Güzelce yaptığımız sohbetlerde,  Almanya ve Avrupa'da kitlesel olarak yapılan 1 MAYIS toplantı ve mitinglerinden bahsediyor, ülkemizde de artık zamanın geldiğini belirtiyordu.





Üç gün devam eden toplantımızda,Yönetim Kurulu gündemindeki konuları görüşerek gerekli kararları aldı. 1 MAYISIN yığınsal olarak kutlanma konusunda DİSK yönetiminin alacağı karara göre hareket edilmesini karar altına alarak toplantıyı sonlandırdık.

Türkiye'de 1 MAYIS kutlamalarının yığınsal olarak yapılması fikri, böylece filizlenmiş oluyordu.

1976 yılında kitlesel olarak yapılan 1 MAYIS'ta, Disk yöneticilerinin
Taksim 1 MAYIS alanına girişleri görülüyor. *
1976  yılında yapılan 1 MAYIS yürüyüşleri ve Taksim alanındaki yığınsal toplantısı, tam bir ciddiyet ve şenlik içinde geçti, Sendikalar ve üyeleri kendi güvenliklerini başarılı bir şekilde sağladılar.
Sloganlarını özgürce haykırdılar, dövizlerini diledikleri boyutta yazdılar ve gururla taşıdılar.

Çeşitli ideolojideki kuruluşlar ise, yürüyüşlerinde kendi sloganlarını özgürce seslendirdiler, pankart ve dövizlerini özgürce taşıdılar.

Kısaca özetlemek gerekirse, DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) öncülüğünde yapılan 1976 1 MAYIS kitlesel olarak başarılı bir şekilde yapıldı.

1977 Yılında yapılan  gösteriler daha bir yığınsal olarak başladı. Yaklaşık 700.000 insanın katılımı ile gerçekleşti. Gerek toplantı öncesi, gerekse toplantı alanına girişlerde, bazı sıkıntılar yaşandı. Bir kısım örgütlere karşı mesafeli davranılmak istendi.

Bunların sebepleri hakkında çok değişik görüşler sergilendi. Kitaplar, makaleler yazıldı.1 MAYIS öncelikle işçilerin ve kutlamak isteyen herkesindir. Kutlamalara her vatandaş, her meslek örgütü, çeşitli ideolojilerdeki siyasi parti ve örgütlerin katılması engellenmemelidir.

Bu toplantıların dış güvenliği elbette devlet tarafından sağlanmalıdır. 1 MAYIS 1977 de bu böyle olmadı. Toplantı bitimi yaklaşırken topluluğun üzerine ateş açıldı, 37 kişi öldü. Yüzlerce kişi yaralandı.  Devletin bu konudaki zafiyeti hala tartışılmaktadır.

1 MAYIS MEYDANI TAKSİMDİR

1 MAYISIN kitlesel olarak kutlanması Taksime çok yakışıyor.

Yukarıdaki resim soldan sağa: Hakkı Öztürk, Mehmet Karaca, Kemal Türkler, Kemal Nebioğlu, Hüseyin Ekinci, Fehmi Işıklar.

31 Ocak 2015 Cumartesi

PROF. MUAMMER AKSOY ve BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİ

15-16 Haziran "1970 Büyük İşçi Direnişi" yapıldı.
Başta T.Maden-İş Sendikası üyeleri olmak üzere DİSK üyesi işçiler, 15 Haziran 1970 sabahı işbaşı yapmadı. Sendikal özgürlüklerinin ellerinden alınmasını, devrimci ve gerçek sendikacılığın bitirilmesine yönelik, Demirel iktidarı tarafından çarçabuk çıkarılan yasayı protesto etmek için yürüdüler, yürüdüler...

Bu yürüyüşte yalnız kalmadılar. Türk-İş'e bağlı çok sayıda işçi, yöneticilerinin engellemelerine rağmen Disk üyelerinin yanında oldular, birlikte yürüdüler.

Devrimci gençlik örgütleri, ilerici aydınlar, bir çok yazar, sanatçı bu eylemlerin yanında oldular ve eylemlere destek verdiler.

İstanbul ve Kocaeli'de "Sıkı Yönetim" ilan edildi. Disk ve Maden-İş yürütme kurulu üyeleri ve çok sayıda iş yeri baş temsilcisi tutuklandı. Haklarında sıkı yönetim mahkemesince davalar açıldı.

Davaların seyri ve savunma konularında görüş alışverişi için büyük insan, değerli hukukçu Profesör Muammer Aksoy'la görüşmemiz gerekti.

Kendisinden görüşme talebimiz olduğunda tereddüt etmeden randevu verdi. O zamanki 6. Bölge Temsilcisi olarak, Maden-İş Hukuk Dairesi Müdürü sevgili Av. Alp Selek'le birlikte gittik, 2 saate yakın faydalı bir görüşmemiz oldu.

Mert insan, değerli hukuk profesörü, ne yazık ki namertler tarafından 1990 yılında katledildi. Profesör Muammer Aksoy'u katledilişinin (31 OCAK 1990) yıl dönümünde  saygıyla anıyorum.

T.Maden-İş Sendikası ve üyeleri üzerinde çok büyük emekleri bulunan, mücadele insanı işçi dostu Av. Alp Selek'i de sevgi ile selamlıyorum.