25 Şubat 2018 Pazar

EKTİĞİMİZ BİTMEDİ

TOPLANTI DÖNÜŞÜ

"Toplantı dediğin işte böyle olur be kardeşim."
Ondört Haziran 1970 DİSK'İN Merter'de yaptığı toplantı sona erdi. Toplantıya katılan sendika yöneticileri ve işyeri temsilcilerinin bir kısmı evlerine, bir kısmı ise çalıştıkları vardiyalarına yetişip, işbaşı yapmak üzere çalıştıkları fabrikaların yoluna koyuldular.

Yakup, birlikte yürüdüğü arkadaşlarına bu toplantıyı, toplantının önemini ve kalitesini biraz önce söylediği bu tek cümle ile özetledi. "Toplantı dediğin işte böyle olur be kardeşim,
konuşanların tamamı önemli şeyler söylüyor, dinleyenler ise dikkat kesilmişler" diyerek konuşmasını sürdürüyordu.

Salih Usta, Yakup'un sözünü tam da burasında keserek, atak yaptı ve araya girdi. "Siyasi iktidar geri adım atar mı ne dersin Turan Usta?" dedi. Turan usta Salih'i duymamış gibi yaptı ve Çotak Mehmet'e doğru dönerek, "Mehmet gece paydosunda bizim kısımdaki arkadaşlara, kararlaştırdığımız kadarını sen anlat, gündüzcülere de sabah ben anlatırım"dedi. 
Çotak "tamam usta meraklanma sen, gece yemek paydosunda güzelce anlatırım ben" diyordu ki, Salih Usta dayanamadı, "Çotak direniş kararını da söyleyecek misin" diyerek söze tekrar girdi?

Çotak çok sinirlendi azarlarcasına" Salih Usta bak kardeşim sen laftan anlamaz mısın? Direniş lafını da nereden çıkarıyorsun? Kaç defa aramızda konuştuk, kararlaştırdık. Direniş değil, üretim, üretim gücü, üretimden gelen gücümüz, anladın mı?..

ÜRETİMDEN GELEN GÜCÜMÜZ

Çotak Mehmet konuşmasını sürdürdü, cümleyi tam olarak bir kere daha tekrarladı. "Üretimden gelen gücümüzü kullanacağız, bu gücümüzü de herkes görecek, hepsi bu kadar işte anlaşıldı mı?" diyerek sözlerini tamamladı.
Dört ay önce fabrikada yapılan sendika temsilciliği seçiminde işçiler, Salih Ustayı da temsilci olarak seçmişlerdi ama, Turan Usta, Salih'e  hiç güven duymuyordu. Zaten eskiden beri sevmezdi onu.
Diğer temsilcilere bir iki defa "Salih'e dikkat edin, onun yanında önemli şeyler konuşmayalım" demişti...

Diğer temsilciler Turan Ustaya bunun nedenini hiç sormadılar. Sormak da istemediler. Turan Usta böyle söylediyse bir sebebi hem de önemli bir sebebi vardır diye düşünürlerdi.
Zaten sorsalar da Turan Usta'dan cevap alamazlardı. Hepsinin yüzüne öylece baktıktan sonra sözü başka konuya getirirdi.

Turan Usta Karadenizliydi.
Fabrikanın en kıdemlilerinden sayılırdı. İşletmenin kuruluşunda işe alınmış, makine bakım kısmında usta olarak çalışmış ve tüm makine montajına nezaret etmişti.
Ustalığının yanında, çalışkanlığı nedeniyle de fabrika müdürü onu dökümhane kısmına da ustabaşı yapmıştı. Döküm işçileri Turan Ustaya çokça güven ve saygı duyarlardı.

AĞAÇLAR ÇİÇEK AÇAR

Turan Usta, temsilci arkadaşlarına doğru baktı, sıra ile hepsinin üzerinde birer, birer göz gezdirdi. Adanalıya döndü, "bana bak Sabbar çok düşüncelisin, hiç konuşmadın yoksa durum kritik mi" diyerek şaka yollu bir söz attı ortaya?
"Ustacığım ben sana şöyle izah edeyim. Kışlar ne kadar uzun sürerse sürsün. Bu uzun süren kışların da ardından, bahar mutlaka gelir. Gecikmelere rağmen ağaçlar, yine de çiçeklerini açarlar. Meyvelerini de verirler."
"Anladım Sabbar anladım, yine her zamanki gibi filozofluğun üstünde" dedi Turan Usta.

YEMEK PAYDOSU

Gece yarısını biraz geçti. Siren siren sesiyle birlikte işçiler topluca yemekhaneye doluşmaya başladı.
Çotak Mehmet yemekhaneye herkesten önce geldi. Bu güne kadar Çotak  ellerini ve yüzünü yıkamadan asla yemekhaneye girmezdi. Ancak şimdi durum değişikti. Ne yıkanmayı ne de yemeği düşünecek durumdaydı...
Aklında konuşmaya başlayacağı ilk cümle vardı. İçinden sürekli bu cümleyi tekrarlıyordu.
Yemekhanede herkesi görebileceği bir yer seçti ve beklemeye başladı.
İşçilerin çoğunluğunun gelmesini bekledikten sonra, sağına, soluna baktı, ayağa kalktı ve bağırarak,"arkadaşlar biliyorum çok yorgunsunuz ve çok acıktınız, gecenin bu saatinde ikinci dökümü de bitirdik ve yorulduk."
Devamı gelmedi konuşmanın.

SES DUYULMUYOR

Bir kısım işçi hala yemek almak için sıra kapma yarışındaydı. Çotak sesini duyuramadığını anladı. İki dakika bekledikten sonra bir sandalyenin üzerine çıktı ve bu sefer adeta gürledi.
"Arkadaşlar beni dinleyin. Dün sendikamızın toplantısına katıldık. İstanbul ve Kocaeli'deki bütün işyeri sendika temsilcileri bu toplantıya katılmışlardı. Hükumet'in değiştirmek istediği Sendikalar Kanunu ile ilgili konuşmalar yapıldı. Kararlar alındı. Bunları size kısaca anlatcağım, biraz sessizlik istiyorum" dedi ve devam etti.

"Toplantıda sendika başkanları konuştular. Sendikalar Kanununda yapılmak istenen değişikliklerin işçilerin aleyhine olduğunu belirttiler. Çok sayıda işyeri sendika temsilcisi konuştu. Konuşmalar gerçek sendikacılığın yok edilmek istendiği, işçilerin sendika seçme özgürlüğünün ortadan kalkacağı yönündeydi. Yani bizim anladığımız fabrikamızda, sanki eski günlere dönüş olacak."

"Arkadaşlar biz eskiye dönmek istemiyoruz. Eskiden fabrikamızda sarı sendika vardı.  İşçiye sormadan  toplu sözleşmeler imzalıyordu. Ondan kurtulmak onların zulmünden kurtulmak için yıllarca mücadele ettik.
Haklarımızı korumuyordu. Kısaca, adı sendika ama işçi sendikası gibi değildi...
Toplu sözleşmelerde bizi her dönem sattı. Açıkça üç dönem, yani altı yıl satıldık. Hem de pazar malları gibi...
Şimdiki sendikaya geçmek için çok zor günler yaşandı. Birçok arkadaşımız haksız yere işten atıldı, birçok arkadaşımıza yevmiye kesme cezaları verildi.
Korkunç günler yaşandı fabrikamızda. Bunlardan kurtulmak için eylemler yapıldı. Direniş yapıldı. Günlerce işçiler işbaşı yapmadı.
Bizleri polislerle, askerlerle karşı karşıya getirdiler...
Lafı fazla uzatmayacağım.
Herkes geçmişi bir düşünsün, eski günlere kim dönmek ister?
Toplantıda alınan karar şudur.
İşçi üretimden gelen gücünü kullanacak.
Hepinize afiyet olsun."

EN BÜYÜK GÜÇ BİRLİKTİR

Arka taraftaki masaların birinde, konuşmayı dikkatle dinleyerek bir taraftan da çorbasını kaşıklayan, Erzurumlu Yusuf Dayı, yanında oturan genç Zeynel'e döndü,"ula Zeynel sen bilirsin, üretim gücü ne ola ki?"
"Yusuf dayı üretim gücü işçinin silahıdır. Kısaca anlatayım, işçi çalışmazsa makineler durur. Mal üretilmez. Mal üretilmezse satış olmaz, satış olmayınca patronlar kar edemez. Makineleri durduran Malın üretilmesini engelleyen, güç işte işçinin üretimden gelen gücüdür. İşçi her zaman değil ama yeri geldiğinde bu gücünü kullanır."
Yusuf Dayı Zeynel'i pür dikkat dinledi. "Zeynel sana da bir şey sorduk, nutuk dinlettin yahu, ben bunu bir düşüneyim" dedi. Zeynel'i dinlerken çorba kasesi boşalmıştı Yusuf Dayının.
Bulgur tabağını önüne çekti, ekmek sepetine uzandı bir dilim ekmek daha aldı yemeye devam etti...

EKTİĞİMİZ BİTMEDİ

Yusuf Dayı kırk beş yaşında gelmişti İstanbul'a.
Erzurum'un Hınıs ilçesindendi.
İstanbul'a gelene kadar köyünde yaşamış, ataları gibi o da çiftçilikle uğraşmış. Verimsiz ve susuz topraklarla boğuşmuş, kendi ifadesine göre tohum ekmiş bitmemiş, fidan dikmiş tutmamış.
Bu yaşına kadar yoksulluğun her türlüsünü yaşamış...

" Senenin sekiz ayını kış yaşarız biz,"der ve gülerek,"bizim oralarda arazi susuz ve çorak, ektiğimiz istediğimiz gibi bitmezdi ama dürttüğümüz çıkardı" diyerek çok çocuklu olduklarını şaka yollu anlatırdı hep.

Yusuf Dayı anlatmaya başlayınca dinleyenler, bu adamın hiç derdi yok zannederdi. Sürekli gülümser, nükteli konuşur, konuştuğu zaman da kesinlikle dinletirdi...
Bir defasında köyünde meydana gelen depremi anlatmıştı. Evler yıkılmış, hayvanlar telef olmuş, çoğu insan göçük altında kalarak ölmüş.
Göçük altından çıkarttıkları cesetleri anlatırken iki gözü iki çeşme dakikalarca hıçkırarak ağlamıştı... O günleri yeniden yaşıyordu sanki...

DAĞ BAYIR DOLAŞTI DURDU

Depremde oğlu Suphi de göçük altında kalmış, iki gün sonra çıkartabilmişler yıkıntı altından.
Suphi sağ olarak çıkartılmış ama, o günden sonra uzun süre konuşamamış. "Dili tutuldu yavrumun, aylarca dağ bayır dolaştı durdu." diyordu.

"Bu günler çok zor geçti. Çoğu zaman açtık, şimdi bir de açıkta kalmıştık. Kader böyle yazılmış. Allah sevdiği kullarını zora sokarak imtihan edermiş" der ve gülümsemesine devam ederdi.
Bir yıl önce işe girmişti Yusuf Dayı. Karısını ve çocuklarını İstanbul'a getirmeyi düşünüyordu. Daha doğrusu birçokları gibi Erzurum'dan göçmeyi tasarlıyordu. Bazı hemşehrilerine bana Yıldıztabya'da kiralık iki göz bir gecekondu bakın diye demişti.

Yemek paydosu bitmek üzereyken Yusuf Dayı yemeğini bitirdi yemekhaneden çıkmak üzere ayaklandı. Üretim gücü meselesi aklını kurcalıyordu. Çalışacağı kısma doğru yönelmişti ki ani bir hareketle geri döndü, henüz yemeğinin tamamını bitirmeyen Zeynel'e dönerek "bana bak Zeynel  bu işi düşüneceğim, bir kere daha konuşalım olur mu?" dedi ve yürüdü.

Yusuf Dayı kum eleme işlemini yapmaya başladı. Döküm kalıpları hazırlanması için hem eski döküm kumunun hemde yeni kumun belli bir oranla karıştırılması gerekiyordu. Ayrıca bu bileşimin başka maddelerle de(kömür tozu gibi) desteklenmesi gerekir. Yusuf Dayı geri dönen eski kumları karıştırıyor, birbirine yapışan topakları eziyor, eliyor kendini otomatiğe bağlamış gibi durmadan dinlenmeden çalışıyor, çalışıyor.

Aklında, sabah uygulanacak veya uygulanmayacak üretim gücü...
Kendine göre hayaller kuruyor. Hayallerinde karamsarlık ağır basıyor. İşten çıkarılıyor. Köyüne dönmek zorunda kalıyor.
Köyüne dönmeden komşu fabrikalarda iş arıyor, kimisi yaşlı diye, kimisi  de sanatkar işçi aradıklarını söyleyerek işe almıyorlar. Böyle hayaller kurarak öyle bunaldı ki nasıl çalıştığını, aynı kumu kaç defa elekten geçirdiğini unuttu. Elleri otomatik  hale gelmişti. Durmadan çalışıyor, çalışıyordu...
Sanki nefes almıyordu...
Aslında, işi ile kavga ediyordu. Beyninin tamamı üretim gücü ve sonrası olacaklarıyla dolmuştu. "Doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyordu." Birden aklına Zeynel geldi. Ona bir daha görüşelim demişti. Zaten sabah olmak üzereydi, paydos vakti de yaklaşmaktaydı. Kendi, kendine kararını verdi. Zeynel'i buldu. "Zeynel ben kararımı verdim, siz nerede ben de oradayım."
Üretim gücü hareketi yörüngeye girmişti...

Fabrikadan çıkan gece vardiyası çalışanları evlerine gitmedi.
Sabah işe gelenler fabrikaya girmedi...
Yusuf Dayı, 15 HAZİRAN 1970 sabahı diğer fabrikaların işçileri ile buluşmak için yürüyen arkadaşlarının arasında ve ön sırasında yürüyordu...

15 Şubat 2018 Perşembe

SENDİKALAR ARASI DAYANIŞMA KURULUYOR

SADA KURULUYOR

MADEN - İŞ, LASTİK-İŞ, BASIN-İŞ ve GIDA - İŞ Genel Başkanları (Kemal Türkler, Rıza Kuas, İbrahim Güzelce ve Kemal Nebioğlu) bir araya gelerek, Sendikalar Arası Dayanışma birliğini, kısaca      (SADA) kurdular. Yani bir diğer deyişle daha sonra  DİSK adını alacak, devrimci konfederal yapının temelini attılar.  

GENEL YÖNETİM KURULU                                                                                  

DİSK kuruluşunda öncülük yapan T. MADEN-İŞ GENEL YÖNETİM KURULU, 26 OCAK 1966 Yılında Genel Başkan Kemal TÜRKLER Başkanlığında toplandı. Gündemindeki önemli maddeleri görüştü. Sendikal örgütlenmenin hızlandırılması ve mali yapının güçlendirilmesine ilişkin kararlar oybirliği ile alındı. Ayrıca TÜRK-İŞ Konfederasyonunun Amerikancı ve uzlaşmacı yapısı enine boyuna tartışıldı. MART Ayında yapılacak TÜRK - İŞ Genel Kurulunda, gerekli şekilde ve doğru bir mücadele edilmesine, bu duruma göre gerekirse hakiki bir işçi konfederasyonunun kurulması için MADEN-İŞ olarak öncülük yapılmasına karar alındı.
Alınan bu karar sonrası, Genel Yönetim GENEL YÖNETİM KURULU kurulu üyelerinin tamamı hazırlanan çok önemli bir yemin metninin altına imza attılar. Sesli olarak da yine birlikte ant içtiler.                 

                                                             


GENEL YÖNETİM KURULU TOPLANTI SONRASI       

Ayaktakiler soldan 1.Ahmet Kırnak, 2. Eskişehir Şb. Başkanı Mustafa Atik, 3. Nuri İnan, Cavit Şarman, Silahtarağa Merkez Şb. Başkanı Hüseyin Ekinci, Kemal Türkler, Adana Şb. Başkanı İbrahim Ege, Beyaz pardösülü Antalya Şb. Başkanı Recep Koç, Pendik Şb. Başkanı Nurettin Çavdargil. Oturanlar 2. Mehmet Karakulak, Ereğli Şb. Başkanı Fikri Yıldız, Hakkı Öztürk, Mudanya Şb. Başkanı Karaca Eroğulları.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE


13 ŞUBAT 1967 DİSK kuruldu. Umut oldu.
Umuttan öte gerçek oldu...
Çok büyük sorumluluklar yüklendi...
Sorumluluklarının farkındaydı uğraştı...
Gerçek ve devrimci sendikal ilkeleri yeşertti...
Demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı uygulaması bilinciyle yürüdü...


Uzlaşmacı sendikacılığa karşı çıktı...
Sayısal bakımdan örgütlendi çoğaldı...
Eğitime önem verdi...
Demokratik eylemler yaptı...
1 Mayıs yığınsal kutlandı. Bir çok yasaklara direndi...


Engellerle karşılandı...
15/16 Haziran büyük işçi direnişi sonrası hapis damlarıyla karşılaştı...
Yılmadı, yıkılmadı... 

Örgütlenme, eğitim, Toplu sözleşme ve diğer sendikal çalışmalarda  üyelerin söz ve karar sahibi olma ilkesini hayata geçirmeye çalıştı.
Saymakla bitmeyecek demokratik çalışma ve demokratik eylemler yaptı.
Ülkemizde sendikacılığın sınıfsal yanını ortaya çıkardı.
Ülkemiz sendikacılığının sağlam temellere oturması, gerçek ve devrimci sendikacılığın daha da gelişerek varlığını sürdürmesi için var gücüyle çalıştı.


Acımasız, amansız karşı koymalara pabuç bırakmadı. Bu yolda elbette birçok yönetici ve üyesi zaman, zaman zorda kaldı. DİSK giderek büyüdü, büyüdükçe güçlendi.
Çelmelendi, engellenmek istendi, bunlara rağmen bir çok çalışması, birçok demokratik eylemi kilometre taşı durumunda dikili duruyor...


1. yılını, 5. yılını, 10. yılını doldurdu şenliklerle kutlandı.                                                                                                                                                                       


DİSK 50. Kuruluş yılını "demokrasiyi kurmak için birleşelim'' sloganıyla kutladı. 

Slogan çok güzel.  Slogan güçlü. Birlik, bütünlük ve güç birliği oluşturuyor...
Dilerim bu sloganın hayat bulması konusunda DİSK mesafe almıştır.

Slogan heyecan veriyor...
Sloganlara, sarılmak, geçmişle övünmek, sürekli geçmişi hatırlamak, hatırlatmak nostalji yaşatıyor. Buna ihtiyaç da var.
Ama gerçek nedir gerçeğe bakmak, gerçeği görmek gerek.
DİSK'in kuruluşunda, ilkelerinin hayata geçirilişinde, katkılarım var. T. MADEN-İŞ gibi bir sendikanın Genel başkanlık hariç tüm kademelerinde görev yapan hem de seçilerek gelip görev almak, elbette bana gurur veriyor.
DİSK'İN başarılarla geçen demokratik eylem ve mücadele geçmişini düşünüyorum...
İçim buruk ancak, gelecek için umutlu olmalıyım...


11 Şubat 2018 Pazar

GEÇMİŞTEN GELECEĞE SENDİKAL HAREKETLER VE DİSK


TÜRK-İŞ,  1952 Yılında kuruldu. İzmir'de yapılan ilk genel kurulda başkanlığa İsmail ARAS getirildi. 1960 Yılına kadar kendi içinde yönetsel çekişmeler nedeniyle, fazla bir varlık gösteremedi. Daha sonra Nuri BEŞER Genel başkan oldu. Nuri BEŞER kısa bir süre sonra adli bir karar gereğince Başkanlıktan düşürüldü. 

Seyfi DEMİRSOY Genel Başkan oldu. Genel Sekreterliğe ise Halil TUNÇ getirildi.
Seyfi DEMİRSOY başkanlığındaki TÜRK-İŞ, üye sendikalar arasında uyguladığı ayırımcı çalışma yöntemi nedeniyle sağlıklı bir gelir 
dengesi oluşturamadı. Birçok üye sendika üyelik aidatlarını ödemediler. TÜRK-İŞ, personel ücretlerini bile ödeyemez duruma geldi. 
Amerikan Yardım Teşkilatı'ndan (AID ve OICD) aldığı yardımlarla mali yapılarını güçlendirdi. 

Gerek TÜRK-İŞ, gerekse üye sendikaların yöneticileri eğitim adı altında uzun sürelerle Amerika Birleşik Devletlerine seyahat yapar oldular. 

PARTİLER ÜSTÜ POLİTİKA

İşte bu tarihten sonra TÜRK-İŞ yönetimi, kendine bir yol haritası belirledi.(!) Adını da
"Partiler Üstü Politika" koydular, bu deyimi de ilkeleri olarak benimsediler. Bazı sendika yöneticileri sendikal mücadelede böyle bir politikanın yanlışlığını dile getirmeye başladı. İşçi sendikalarının politikası, mutlak işçiden ve işçi menfaatleri doğrultusunda olmalıydı. 

Ancak Türk İş Yönetimi, o zamanlar üyesi olan Türkiye Maden -İş Sendikasına bağlı KAVEL işçilerinin 1963 Yılında başlattığı Anayasal şanlı direnişlerine sahip çıkmadığı gibi, başka iş kollarında çalışan işçiler vasıtası ile bu direnişi kırmaya çalıştı. 1964 Yılında devam eden yasal grevleri (T.DEMİRDÖKÜM, ARÇELİK, SUNGURLAR) yetkisi olmadığı ve kanunda yeri de bulunmadığı halde, Kıbrıs olaylarını bahane ederek durdurma kararı aldılar. Bu durum grevdeki işçilere elbette çok zarar verdi...

CUMHURİYET GAZETESİ VE PENCERE

Huylu huyundan vazgeçmiyor. Türk-İş Yönetimi 1977 yılında da MC iktidarı ile birlikte, Mannesman Grevini kırmaya çabalıyordu. 

Büyük insan bilge gazeteci İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesindeki Pencere isimli köşesinde "Mannesman Gerçekleri" başlığı ile bu konudaki olumsuzlukları yazmıştı.
Türk-İş, 1965 Yılında MADEN - İŞ tarafından başlatılan, İzmit'teki MANNESMAN Boru Fabrikası grevinin, başarılı olmaması için çeşitli çalışmalar(entrika) yürüttü. 

KRİSTAL -İŞ SENDİKASI VE PAŞABAHÇE GREVİ

Paşabahçe işçilerinin Kristal - İş Sendikası tarafından başlatılan yasal grevini de durdurma kararı aldı. Grevin başarılı olması için, Paşabahçe işçilerinin yardımına koşan, MADEN-İŞ ve LASTİK-İŞ sendikalarını geçici olarak üyelikten ihraç etti. T. MADEN-İŞ'İN başarılarını engellemek için sarı sendikalarla işbirliği içine giriyordu. İşte bunlar ve işçiden yana olmayan birçok uygulamaları nedeni ile konfederasyon içinde çalkantılar başladı.

Proleter ruha sahip metal işçileri, ve onun gerçek sendikacılık ilkelerine inanmış yöneticileri daha fazla beklemediler. 
Uzlaşmacı sendikal yapıya bir daha dönmeme kararı verdiler.

Umut....

Gelecek...










7 Şubat 2018 Çarşamba

ACEMİ BAŞKAN

PRESTCOLD BUZDOLABI FABRİKASI

İstanbul'da Haliç'in her iki yakası ile, Silahtarağa ve Alibeyköy altmışlı yıllarda bir sanayi bölgesi durumunda...
İrili ufaklı bir çok döküm fabrikası ve atölyesi, demir çekme (haddehane), çivi, tel çekme fabrikaları belirli aralıklarla yan yana kurulmuş, durmadan gece gündüz üretim yapıyorlar.
Eyüp, Alibeyköy arasında ise, daha çok tekstil, lastik ayakkabı, çeltik(pirinç)ve tuğla fabrikası faaliyet gösteriyor.

Bu fabrikalar arasında  metal iş kolunda üretim yapan TERNAL Limited şirketi de yer almaktadır. Yüzelli civarında işçinin çalıştığı fabrikada, PRESTCOLD marka buzdolabı üretiliyor.
Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Ahmet ÖZCAN adında bir iş adamı.

Bölgede bu fabrikadan başka, buzdolabı üreten iki fabrika daha var.

1971 Yılı, Ortam Dergisinde yayınlanan bir reklam

Sütlüce Mahallesinde kurulun *Arçelik Fabrikası, beş yüz civarında çalışanıyla ile Arçelik marka, Sünnet Köprüsü mevkisinde ise, Estaş Fabrikası üçyüz işçisi ile Philips marka buzdolabı ve çamaşır makinesi imalatı yapıyorlar.

ŞUBE GENEL KURULU

1965 Yılında 23 yaşında iken  Silahtarağa Merkez Şube Başkanlığına seçildim. Eyüp'te büyük bir salonda yapılan genel kurula, Rabak Bakır Fabrikası'nın sendika işyeri temsilcisi ve şube delegesi olarak katılmıştım. Sendikamızın, (Türkiye Maden-İş) Genel Başkanı Kemal Türkler ve Genel Yürütme Kurulu üyelerinin tamamı da genel kurulda idiler.
Genel Başkan Kemal Türkler'in bu genel kurulda yaptığı konuşma, delegeleri ve beni de oldukça etkilemişti. Sendikaların varlığı, örgütlenmesi, sermayedarlar karşısında işçilerin, emeklerinin karşılığını alabilmeleri için yapılacak çalışmaları hepimizin anlayacağı biçimde çok güzel anlatmıştı.

Genel Kurul, gündem gereği çalışmalarını yürütüyorken, divan başkanı bir an "şube başkanlığı adaylığı için iki aday bulunuyor" dedi. İlk adayın adı soyadı ve işyeri okundu, arkadaşları tarafından yeterli imza ile şube başkanlığına aday gösterildiği anlatıldı. "Diğer adayı ise, Rabak Bakır Fabrikası delegeleri gösteriyor, yeterli imzalar mevcuttur", dendikten sonra, adım ve soyadım okundu.
Benim aklımda, aday olmak gibi bir düşünce yok. Arkadaşlarımın böyle bir düşüncede olduklarını da bilmiyorum.
Ne yapacağımı bilemedim.
Çok heyecanlandım...
Hani bazen,"sanki başımdan kaynar sular döküldü" derler ya, işte öyle.
Kızarıp, bozardığımı hissettim.
Kendimi sendikal çalışma yapmaya, tecrübemin de, bilgimin de yeterli olmadığını düşünüyordum.

Divan başkanı, adaylara söz vereceğini belirtti ve Estaş Fabrikasında çalışan Zeki isimli başkan adayını konuşma yapmak üzere kürsüye davet etti.
İlk aday konuşmasını yaparken ben, aday olmadığımı, gerekli bilgi ve birikimimin başkanlık yapmaya yeterli olmadığını düşünüyor,  içimden nasıl söylemem gerektiğini ezberlemeye çalışıyordum.
Konuşma yapmak üzere kürsüye davet edildim. Arkadaşlarımın bana gösterdikleri güvene teşekkür ettim, ve başkanlık için yeterli tecrübemin olmadığını, ayrıca okuduğumu ve üniversiteyi bitirmek istediğimi söyledim.

Delegelerden birisi," tamam anladık kongre tek adayla devam etmesin adaylığını geri çekme" dedi. Divan başkanı ise durum anlaşılmıştır, şube başkanlığı için iki aday vardır, "seçime geçiyoruz"dedi ve seçim sandığının getirilmesini istedi.
Divan başkanı oy sayım komisyonu oluşturdu. Oylamaya geçildi, gizli oy ve açık sayım sonucunda yapılan seçimleri benim kazandığım açıklandı. 
Seçimleri ben kazanmıştım...

Ben kazanmıştım diyorum ama, o gün bir hayli acabalar, yine aklımdan hiç çıkmayan becerebilme düşüncesi ve sonucunda uzun korkular yaşamıştım.
Bu arada zaman, zaman kısa da olsa seçim kazanmak insana zafer duyguları yaşatıyor gibi oluyordu.
Sözün kısası bir çok gelgitler yaşayan ben, şube başkanı olmuş, profesyonel sendikacılar kervanına katılmıştım...

Sendika şube başkanı seçildiğim bu genel kurulda, ana tüzük gereği dört kişi de yönetim kurulu üyesi seçilmişti. Yapacakları ilk şube yönetim kurulu toplantısında, kendi aralarında bir şube başkan vekili, bir sekreter ve bir de muhasip üye seçmeleri gerekiyor.. 

İKRAMİYELER  ÖDENMİYOR

Başkanlık koltuğuna oturdum, kendime göre program yapmayı düşünüyorum.  Şube Organizatörü Mustafa Demirci'den bilgiler almaya başladım. Yönetim Kurulunu toplayacağım tarihi belirlemeye çalışırken, içeriye uzunca boylu otuz yaşlarında birisi girdi.

Gelenin Ternal işyeri sendika baş temsilcisi olduğunu öğrendim.Toplu sözleşmede kararlaştırılan ikramiyelerin, ödeme tarihleri üç ay geçmesine rağmen ödenmediğini belirtti. "Sendikamız buna bir çare bulsun, işçiler olarak zor durumdayız" dedi.


Fabrika, işveren, üretim ve diğer birkaç konuda baş temsilciden bilgiler aldım.
Konuyu inceliyeceğimi ve en kısa zamanda bu işin çözümü için gereken girişimleri yapacağımı belirttim.

ACEMİ BAŞKAN

Gerekli araştırmaları yapmak üzere toplu sözleşmeyi okudum. Sendikanın avukatı ile görüştüm. Kendime göre bir müzakere yolu ve sistemi oluşturmaya çalışıyorum. Durum pek parlak gözükmüyor.
Fabrika yetkilileri ile görüşmek üzere randevu alındı. Görüşmelerin sebebi ise yeni başkanın fabrika ziyareti olarak gösterildi.
Kararlaştırdığımız gün ve saatte, organizatör Mustafa Demirci ile birlikte fabrikaya gittik. Kapıdaki görevli Ahmet Bey'in ikinci katta bulunan odasında, bizi beklediğini belirtti.

Ahmet Bey bizi iyi karşıladı, yeni görevimde başarılar diledi. Ziyaretimizin asıl sebebini belirtmek üzere konuşmaya başlamadan önce, sendika baştemsilcisinin de çağrılmasını rica ettim.
Baştemsilci geldikten sonra konuya geçtim ve işçilere toplu sözleşmede kararlaştırılan ikramiyelerin  üç ay geçmesine rağmen ödenmediğini ve ödeme işleminin derhal yapılması gerektiğini belirttim.

Fabrika büyük ortağı ve Genel Müdür'ü Ahmet Bey, sakin bir tavırla çok sıkıntılı günler geçirdiğini, imkân bulunduğunda ödemelerin yapılacağını söyledi.
Ham madde ve nakit sıkıntısı çektiğini, alacaklarını tahsil edemediğine dair bir çok şey söyleyerek konuşmasını sürdürüyordu.

O, konuşmaya devam ediyordu ama ben dinleyemiyor, vereceğim cevapları düşünüyordum.
Tecrübe eksikliği, bilgi noksanlığı nedeni ile aklıma yatan uygun bir cevap oluşturamıyordum...

Ahmet Bey güzel cümleler kuruyor, konuşurken sağa sola yukarılara bakıyor el ve mimikleriyle konuşmasını pekiştirerek sürdürüyordu. Belli ki iyi eğitim görmüştü. Buna ilaveten iş hayatındaki tecrübesi ona, kendisine olan güveni artırıyordu.
Sendika baştemsilcimiz ise gözünü gözüme dikmiş öylece duruyor, vereceğim cevabı bekliyordu.

Düşündüm, imkân bulunca sözü, Nasrettin Hocanın borcunu nasıl ödeyeceğine ilişkin cevabını getirdi aklıma.
Hani  koyunlar otlarken, yünleri çalılara takılacak, hoca onları toplayacak biriktirecek sonra pazara götürüp satacak ve borcunu öyle ödeyecekmiş.(!)

İşte imkân bulma meselesi belirsizliğin devamından başka bir şey değildi.
İmkân bulunca...
İmkân bulununca...
İmkân ne zaman bulunacak?
Şartlar ne vakit oluşacak?

İKRAMİYELER BUZDOLABINDA

 Ahmet Bey "nerede oturuyorsunuz" diye sordum.
Lüks bir semt ismi söylemişti.
Ahmet Bey "üç ay önce nerede oturuyordunuz"diye sormuş ve yine aynı semt cevabını almıştım.

"Bakın Ahmet Bey, sıkıntılı günler geçirdiğinizi ve ikramiyelerin bu nedenle ödenmediğini belirttiniz, görülüyor ki buzdolabı yapan bu firmada ikramiyeler buzdolabına girmiş, Size göre buzdolabından
ne zaman çıkacağı da belli değil."

"Söylediğiniz sıkıntılı günler size, sizin eve, dolayısı ile oturduğunuz semte hiç uğramamış, yaşantınızda da bir değişiklik olmamış."

"Halbuki işçilerin evlerindeki sıkıntılar çok daha derinleşti. Ben anlattıklarınızı mazeret olarak kabul etmiyorum, ikramiyeler derhal ödenmelidir, aksi halde bu işin sonu iyi olmaz" diyerek ziyareti sonlandırdım.
Ahmet Bey hiç cevap vermedi, öylece suratıma baktı, baktı...
Sanki, "yaşın daha çok küçük, cevabın çok kaba ama ben bu durumu genç ve tecrübesizliğine veriyorum(!)"der gibiydi.

BAŞKAN DEDİĞİN BÖYLE OLUR

İki gün sonra Şubede çalışıyorum, kapı vuruldu, girin diye seslendim.
On oniki civarında işçi birlikte odaya girdiler.
İçlerinden biri "başkan öğlen paydosunda sizi tebrik etmeye geldik"dedi.
"Patronun ağzının payını vermişsiniz helal olsun başkan dediğin işte böyle olur."diye konuşmaya başladı. On onbeş dakika konuştuk, daha sonra bize müsaade diyerek kalktılar.

Gururlanmıştım...
On gün kadar, işçilerden ses çıkmadı. Fabrikaya telefon ettim. Sendika işyeri baştemsilcisinden ikramiyeler konusunda bir gelişme olup olmadığını öğrendim.
Ertesi gün öğleden sonra fabrikadaydım.
"Ahmet Bey ikramiyeleri ödememişsiniz, bu böyle olmaz" diyerek konuşmaya başladım ve iki üç saat kadar konuşmamız devam etti. Akşam olmuş ve işçi paydos zili çalmıştı. Ahmet Bey masasının üzerini  toparladı, askıda duran paltosuna bakmaya başladı. "Ahmet Bey paltoya hiç bakmayın konuşmamız lazım, ve bu işi halletmemiz gerekiyor." dediğimde fabrikada ben, organizatörüm, iki  işyeri temsilcisi ve bir de Ahmet Bey kalmıştı.

 İki saat kadar daha konuşmaya devam ettik. Zaman, zaman konuşmamızın şekli değişiyordu.
Ahmet Bey "evden beklerler çıkmam lazım" dediğinde "evde telefonunuz vardır sizin, haber verip toplantıda olduğunuzu söylersiniz."
"Biz alışkınız telefonumuz da yok ki haber verelim."dedim. (Doğrusu bu görüşmeden sekiz yıl sonra ev telefonum olmuştu.)

Konuşmalar devam ediyorken, bir ara Ahmet Bey'in huzursuzlanmaya başladığını hissettim. Belli ki sıkılmıştı.
"Sizinle yarın bir daha görüşelim" dedi. "Ahmet Bey bugünle yarının bir farkı yok, bu gün bu işi bitirelim"dedim.
Ahmet Bey "Ama mali durumu tam olarak bilmiyorum ne konuşacağız, neyi konuşacağız şu an tam bilgi sahibi değilim"dedi.
Yarım saat daha sürdü konuşmalarımız.

Vakit çok geç oldu ama anlaşma protokolünü imzaladık.
İki gün sonra işçilere ikramiyelerin onbeş günlük tutarının ödenmesi, ondan bir hafta sonra da kalan miktarın ödenmesinde mutabakata varmıştık.

*Daha sonra Gebze'ye(Kocaeli) taşınacaktır.