3 Eylül 2020 Perşembe

RİYAZİ VE NİYAZİ BEYLER

1965 Yılında Profesyonel sendikacılığa ilk adımımı atmış ve çalışmalara başlamıştım. Bazı konularda oldukça ürkek davranıyordum. Bunun da sebeplerinden birinin sendikal konular hakkında bilgi eksikliğinden doğduğunu ve sendikal çalışmalarda işyeri temsilciliğinden daha fazla bilgimin olmadığı zannıydı. Henüz iki ayını yeni doldurmuş çiçeği burnunda bir başkan olarak, sendikanın Cağaloğlu'nda bulunan genel merkezine gitmem gerekmişti.

İşlerimi bitirip bir an önce Silahtarağa'da bulunan sendika şubesine dönmek için yola çıktım. Şişhane'ye kadar belediye otobüsü ile geldim ve Silahtar dolmuşuna bindim.
Kasımpaşa, Halıcıoğlu istikameti ile Haliç'in sağ yanından giderken Hasköy'de, tam da iplik fabrikasının sırasında, sırtlarını duvara yaslayarak oturmuş "tünemiş" yirmiye yakın işçi gördüm.

Birden bire dolmuştan inmek ve onlarla sohbet etmek istediğimi anladım. Ben bunu düşünürken dolmuş biraz ilerlemişti. Dolmuştan indim, gerisin geriye yürüyerek onların bulunduğu yere geldim, selam vererek yanlarına oturmak için izin istedim.

O yıllarda Hasköy küçük bir sanayi bölgesi görünümündeydi. Bu bölgede en çok işçi ise 1952 Yılında temeli atılan ve 1953 te üretime başlayan  Elvaşvili ailesi tarafından kurulan, Hasköy Yün İplik Fabrikasında çalışıyordu.

Sadece Metal işkolunda, Ramazanoğlu Bakır Fabrikası, Kısmet Fermuar Fabrikası, Kutup Kazan Fabrikası ve bir çok küçük fabrika ve onlarca atölyede işçiler, gece gündüz üretim yapıyorlardı.

Duvara yaslanmış, uzun boylu olduğu hemen belli olan, yüzünün bir tarafı diğerine göre daha isli görünen birisi "elbette oturabilirsin, iş mi arıyorsun" diye sordu?
İş aramadığımı sizi böyle duvara yaslanmış olarak gördüğüm için merak ettiğimi belirtip, yüzüm onlara doğru yere bağdaş kurarak oturdum.

Bir iki dakika sonra "herşey!" konulu bir sohbet başladı. Burasının bir döküm fabrikası olduğunu altmışa yakın işçinin çalıştığını öğrendim.
Sohbet sırasında, ben daha çok dinlemede kalmıştım. Sendikadan söz açıp açmamayı düşünüyordum ama, nasıl başlayacağımı da bir türlü bilemedim.
"Hadi bakalım işbaşı saati geldi" diyen biri ayağa kalktı, diğerleri de onu takip ederek fabrika giriş kapısına doğru yöneldiler...

Bir gün sonra öğle paydosunda görüşmek, dünkü konuşmaların devamını getirmek ve durum uygun olursa sendika konusunu açmak üzere tekrar döküm fabrikasının önündeydim.

Bu sefer dışarıda oturanlar onbeş civarındaydı. Farklı olan şeyin ise el ve yüzlerinin daha isli (duman karası) görünmesiydi. Belli ki öğle paydosuna yakın döküm yapmışlardı...
"Dünden yarım kalan sohbeti dinlemeye geldim" diye şaka yollu bir söylemde bulundum ve yanlarına oturdum.
"Fermuar fabrikasında bir işimiz vardı, arkadaşım işverenle görüşmeye gitti ben de buraya geldim" dedim.
Bir iki dakika daha başka konulardan bahsettikten sonra sendikal konulara girmiştim. Sendikadan söz açılınca üç dört kişi ayağa kalkarak yolun karşı tarafına geçti.

Sendikanın yararları konusunda bildiklerimi sıralarken, içlerinden birisi "nefesini boşuna tüketme, biz sendikalı olamayız, bizim Riyazi Bey'imiz var!" Dedi. Oluruz, olamayız tartışması devam  ederken, daha önce bana, iş mi arıyorsun diye soran ve adının Hikmet olduğunu öğrendiğim kişi "bu iş nasıl olacaksa, biz de sendikalı olmalıyız, akşam beş altı kişi sendikaya geliriz, bizi bekleyin" dedi...

Akşam, Hikmet on civarında arkadaşıyla geldi. Geç saatlere kadar konuştuk. Patronları hakkında özellikle de Riyazi Bey hakkına bilgilendim. Fabrikanın adının Diren Kollektif Şirketi olduğunu ve sahiplerinin Riyazi ve Niyazi Diren kardeşler olduğunu, işçilerin özellikle Riyazi Bey'i çok sevdiklerini öğrendim. Konuşmalarımızda bazı işçilerin Riyazi Bey'i üzmemek(!) için sendikaya soğuk bakıyor olduklarını anladım...

Üye çoğunluğunu sağlayarak toplu sözleşme yapma yetkisini aldık. Sözleşme görüşmelerine, işveren adına bir avukat hanım ve fabrika ortağı olan Riyazi Bey'in kardeşi Niyazi Bey, sendika adına ise ben ve organizatörüm ile işyeri sendika temsilcilerimiz katıldık. Müzakerelerde avukat hanımla zaman zaman sürtüşmelerimiz oluyordu. Bir defasında "Hüseyin Bey siz çok gençsiniz, çalışmalar hakkında yeterli bilgileriniz olmayabilir" demişti. Ben de biraz abartarak "hanımefendi ben tarlada doğdum sonra da annemle birlikte ekin biçmeye başladım" diyerek çalışma konularında tecrübemin fazla olduğunu belirtmek istemiştim...

Üçüncü toplantıya Riyazi Bey de katılmıştı. Adını ilk duyduğumda şaşırmıştım doğrusu. Lisede yaşlı matematik hocamız, "kefkef  İzzet" derslerde ara sıra *riyaziye sözcüğünü kullanırdı.

Riyazi Bey, yavaş ve oturaklı konuşmalar yapan, nazik, güler yüzlü ve beyefendiliği ile toplantıda işveren adına tüm konuşmaları kendisi yaptı. İşçilerle birlikte hazırladığımız sendika tekliflerimize olumlu yaklaştı ve bu üçüncü toplantıda anlaşma tutanağa geçirildi.

Birkaç gün sonra toplu sözleşmeyi de fabrikada, tüm işçilerin katılımıyla yapılan törenle imzaladık.
Törende Riyazi Bey üzgün değildi(!), ben de ilk sendikal örgütlenmeyi yapmış, işçi üyelerimizin memnun oldukları bir sözleşme bitirmiştim...


* Matematik (arapça)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder