10 Ekim 2020 Cumartesi

DİSK ABDÜLCANBAZ VE TURHAN SELÇUK

 1979 Yılıydı.

DİSK Genel Sekreter yardımcılığı yaptığım sıralarda bir gün, Genel Başkan Abdullah Baştürk, Genel Başkan Vekili Kemal Nebioğlu ile birlikte odama girdiler. Abdullah Bey *bilinen kendine özgü bakışı ve kibarlığı ile "Sayın Ekinci bize çay ısmarlarsın değil mi" diyerek oturdular. Genel Başkanı çok yakından tanımıyordum. 

1966 Yılında GENEL-İŞ TÜRK-İŞ üyesi iken, Çorum"dan başlayarak Ankara ve oradan da İstanbul'a kadar çıplak ayakla yaptığı ve çok ses getiren başarılı protesto yürüyüşünü biliyordum. Millet vekilliği nedeniyle basına yansıyan konuşmalarından kısmen haberdardım. Nebioğlu'nu ise 1965 Yılından itibaren GIDA-İŞ Genel Başkanı ve benim de üyesi bulunduğum Türkiye İşçi Partisi **millet vekilliğinden çok iyi tanıyordum.

Nebioğlu bir süre çeşitli organlarında görev aldığım MADEN-İŞ Sendikamızın genel kurul toplantılarının değişmez divan başkanlığını yapıyordu. Cağaloğlu Nurosmaniye Alibaba Türbe sokakta,LASTİK-İŞ, BASIN-İŞ, kısa bir süre de GIDA-İŞ sendikalarıyla birlikte üç katlı bir binayı genel merkezler olarak birlikte kullanmıştık. Onun için bu dört sendikanın tüm kadroları  genel başkanlar dahil birbirlerini yeteri kadar tanıyorlardı. DİSK düşüncesi burada hayat buldu. Ana tüzük dahil ilk çalışmaları burada gerçekleşti ve daha sonra Çemberlitaş Bölgesinde bir ofis katına taşındı. 

Çaylarımızı içerken "ne zaman müsait olursun bilmiyorum ama senin Turhan Selçuk'la bir görüşme yapmanı istiyorum, DİSK konusunda bilgilenmeye ihtiyacı olduğunu söyledi, bunu da en iyi sen yaparsın diye düşünüyorum" dedi. On dakika kadar değişik konulardaki konuşmalardan sonra yürütme kurulu toplantısı var diyerek ayrıldılar. DİSK Yürütme Kurulu, Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar, Kemal Nebioğlu, Mukbil Zırtıloğlu, Tuncer Kocamanoğlu, ve Mustafa Aktulgalıydı.

Görüşme konusunda gün ve yer belirlemek için Turhan Selçuk'a telefonla ulaştım. Görüşmenin evinde yapılmasını rica etti. Belirlediğimiz tarihte Şişli'deki evinde buluştuk. Geniş bir apartman dairesinde çalışma odasına buyur edildim. Tertipli bir çalışma odasında masanın üzeri Abdülcanbaz ve çeşitli karikatür eskizleriyle doluydu. Belli ki beni beklerken çalışmaya devam etmişti.

Türk ve dünya karikatür sanatının büyük çizerleri arasında yer alan bu büyük ustayla yapacağım söyleşi en başta beni oldukça heyecanlandırıyordu. İyi bir aileden geldiğini ve yine iyi bir tahsil gördüğünü biliyordum. Engin bir bilgi sahibi olduğunu da tahmin ediyordum. 

Nitekim yanılmadım. 

Konuşmaya başlamadan önce bir on dakika kadar kendi konuştu. Konuşmasının sonunda Turhan Selçuk'un aynı zamanda bir edebiyatçı olduğuna kanaat getirmiştim. 1960 lı yıllardan itibaren evine ve sonraları da işyerine gazete ve gazeteler giren biri olarak iyi bir gazete okuyucusuydum. Gazetelerde yayımlanan karikatürlere göz atmadan gazeteleri katlayıp bırakan biri de değildim.

Ali Ulvi, Semih Balcıoğlu, Bedri Koraman, Mıstık (Mustafa Eremektar), Altan Erbulak, Tan Oral gibi büyük ustaların yaş kuşağına yaklaşan biri olarak karikatürlerini mümkün olabildiğince takip edip okuyordum. Bence karikatür sanatı bir okul ve çizerlerin seçtikleri konular ise bir ekol niteliğindeydi. Bir kısım ustalar ise günlük karikatürlerini emek, emekçi, sorunlarını kapsayan konularla bir ekol yaratmış gibiydiler. İşte bu durum gerçek ve devrimci sendikacılıkta yapılacak planlamaların bir parçası gibi oluyordu. 

Çalışma odasında bir saatten biraz fazla konuştuk. Bu süre içinde DİSK kuruluş çalışmalarını, devrimci ve gerçek sendikacılık ilke ve ideolojisini anlattım. Turhan Selçuk'un bu süre içinde kısa notlar aldığını gözlemledim. Büyük bir dikkatle dinledi beni ve çok memnun kaldığını belirtti. "Bu küçük odada çok havasız kaldık salona geçelim birazda orada konuşur bir çay da orada içeriz" dedi.

Salon denilen büyük odayı görünce biraz şaşırdım doğrusu. Oturma salonundan daha çok karikatür sergisi veya müzesi görümündeydi. Yemek masasının ve sehpaların üzeri silme Abdülcanbaz çizimleriyle doluydu. Ahşap üzerinde siyah çizimlerin üzeri cilalanmış görünümleri çok alımlıydı. Duvarlar ise büyüklü küçüklü onlarca Abdülcanbaz tablolarıyla doldurulmuş gibiydi.

Salonda da bir saate yakın konuştuk. Konuşmalarımızın büyük bir kısmı DİSK üyelerinin gerçekleştirdikleri sendikal özgürlük eylemlerine yönelik oldu. Sarı sendikalara karşı yapılan direnişler ve özellikle 15- 16 Haziran 1970 direnişi oldukça ilgisini çekti. Çalışma odasında anlattıklarıma ilişkin notlar almıştı, şimdi ise sık sık sorular soruyordu. Sorular daha çok Türk Demirdöküm 1970 işgali hakkında oldu. Yine 15-16 Haziran "büyük işçi yürüyüşü" nün kamuoyuna yansımayan tarafları çok ilgisini çekmişti. Sohbetimiz bir süre sonra sendikal konuların dışına taşmıştı. "İzin verirseniz gitme vaktim geldi" diyerek ayrıldım.

1976 ve 1977 yıllarında da MADEN-İŞ sendikamızın toplu grevleri nedeniyle iki defa da kardeş değerli gazeteci İlhan Selçuk'la görüşmüş onu bilgilendirmiştim. İlhan Selçuk daha sonra Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde toplu MESS grevleri hakkında, bilgi ve kendi düşüncelerini yayımlamıştı.

Çizgileriyle bizi düşündüren, zaman zaman da güldüren, her iki halde de birçok yeni şeyler öğreten Turhan Selçuk'u, ve emekçi ve emekten yana düşüncelerini yazıya döken İlhan Selçuk'u iyi ki tanımışım. Alçak gönüllülüğü ve beyefendiliği ilke edinen bu değerli iki insan, artık aramızda yoklar. İkisi de yaşamları boyunca hukuk dışı uygulamalara, yazı ve çizgileriyle karşı durdular, karşı duruşlarıyla da bu ülkede silinmez izler bıraktılar.

İki gün sonra Genel Başkan Abdullah Baştürk'e Turhan Selçuk'la yaptığım görüşmeyi anlattım  bilgi verdim. "Başkan, Abdülcanbaz bundan sonra maceralarına DİSK üyesi olarak devam edecek öyle değil mi?" demiş ve onu gülümsetmiştim...

Turhan Selçuk, ölmeden önce son olarak bu karikatürü çizmişti.

* Baştürk, konuşmak istediği kişilerin yüzüne önce beş on saniye bakar, sonra konuşurdu. 

**1965 Seçimlerinde Mehmet Ali Aybar Başkanlığında, T.İ.P. Tekirdağ Millet Vekilliği yaptı.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder