Yıl 1970 Beyoğlu Balıkpazarı semtinde salaş bir lokanta var. İki katlı, üç ya da dört masası, küçük bir mutfağı ve yaşlı da bir garsonu var. Alt katı ise kahvehane...
İki işyerinin müdavimleri de (müşteriler) genellikle birbirlerini tanırlar. Küçücük mutfağını da müşteriler, zaman zaman dışarıdan alıp getirdikleri veya yaptıkları mezeler için kullanabiliyorlard. İlk okulu Taksim'de, orta okulu da Tünel (Beyoğlu) semtinde okudum. Orta okula gittiğim 1955 ve 57 li yıllarda bazen evden erken çıkar, balık satıcılarının tezgahlarında bulundurulan, çeşitli balıklar, ahtapot, ıstakoz, kalamar, karides, midye, istiridye gibi deniz varlıklarını seyrederdim. Sokağın iki yakası da balık tezgahlarıyla doluydu. Bunların bir kısmını tezgah üzerinde yürürken görürdüm. Bir çoğunun yenip yenmediğini bile bilemezdim. Hatta balık hariç diğerlerinin tadını hiç bilmiyor, doğrusu merak da etmiyordum!..
DEMLENME HAZIRLIĞI
Gayri müslimlerden, Rum ve Ermeniler'in İstanbul'da sayısal olarak çokça bulundukları 1950 li yıllarda, Beyoğlu Balıkpazarı, balık satışı ile ilgili çok meşhur bir yerdi. Onunla bağlantılı dar bir sokak ise, İstanbul'un aristokrat ve zenginlerinin alım yaptıkları ve her çeşit mezenin satıldığı dükkanlarla dolu bir merkez gibiydi sanki. Adı Cumhuriyet olan bu küçük ve çok uygun fiyatlı lokantanın bazı müşterileri, gelirken meze satılan dükkanlara veya balıkçılardan birine uğrar kendilerinin demlenmelerine yetecek kadar alım yaparlardı.
GÜNLERDEN 15-16 HAZİRAN
15-16 Haziran 1970 İstanbul tarihi bir güne, bu günlere kadar görülmemiş bir büyük eyleme şahitlik etti. İşçi sınıfı, emeğine ve ekmeğine (işine aşına) dolayısıyla sendikal özgürlüğüne göz koyanlara karşı fabrikalarda üretimi durdurdu. İş yerlerlerinin güvenliklerini sağladılar ve kendilerine en yakın fabrikada çalışan işçi kardeşlerine doğru yürüyüşe geçtiler. Demirel iktidarının yapmak istediği işçi aleyhine olan sendikalar yasasını protesto etmeyi amaçladılar. Birken yüz, yüzken bin, binken beşbin on bin oldular yürüdüler.
YÜRÜ HA YÜRÜ
Türkçemizde yürüyüşle ile ilgili söylenen, birden fazla deyim bulunuyor, ''yürü babam yürü, ''yürü ha yürü'', ''yürümeyle yollar aşınmaz'' gibi. Bu deyimlerde belirtilen anlam, sanki olumsuzluk ifade ediyor. Esası böyle değil, sonucu da böyle olmadı zaten!. İşçiler 15 ve 16 Haziran günlerinde yürüdüler ve kendileri için olumlu sonucu da aldılar. İstanbul'da sıkı yönetim ilan edildi. T. Maden-İş Sendikasının Genel Sekreteri Ruhi Yümlü hariç, Genel Başkan Kemal Türkler dahil dört yürütme kurulu üyesi ile toplantı salonunda konuşma yapan bazı işçileri tutukladılar. Tutuklanan sendika yöneticileri ve işçiler yargılamalar sonunda beraat ettiler. Demirel Hükumeti de kanun tasarısını geri çekmek zorunda kaldı.
Yürüyüşlerden üç veya dört gün sonrasıydı, Bakırköy'de kurulu Emayetaş Fabrikasında çalışırken, 1947 Yılında Türkiye Maden-İş Sendikasının kurucusu ve ilk genel başkanı (kocayusuf) lakaplı, emekli işçi Yusuf Sıdal, ''Ruhi ile beraber Cumhuriyet'te olacağız sende gel'' dedi. Akşam Cumhuriyet Lokantasında konuşuyoruz. Özellikle yürüyüşlerin nasıl başladığını hangi yönlere doğru yürüdüklerini anlatıyorum. Heyecanlanmışım, biraz da sesim yükselmiş, bir an müşterilerin büyük bir bölümünün bize doğru döndüklerini fark ettim. Masanıza gelebilir miyim gibi işaret yapan birini gördüm ve buyur ettim.
SUSMAZ KİMSE
Yürüyüşleri konuşmaya devam ediyoruz. Misafirimiz arada sırada enteresan sorular soruyor ve o da konuşmaya katılıyordu. Onbeş yirmi dakika kadar sonra, konuşmalar muhabbet şeklini almıştı. Biraz sonra da müsaade istedi teşekkür etti. İsmini sorduğumda ''Ben Fazıl Hüsnü Dağlarca'' diyerek kendi masasına geçti. Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı isim olarak duymuşluğum vardı. Şair olduğunu biliyordum. Yaşlı garson, haftanın bir iki günü uğradığını söylediği bu emek şairi, DİSK ve işçilerin demokratik eylemlerini özet olarak anlatan okuyacağınız harika şiiri yazarken, konuşmalarımızın etkisi olmuş mudur bilemem ama, kısa muhabbetten ve o büyük şairi tanımaktan da son derece memnun olmuştum!!.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder