22 Temmuz 2024 Pazartesi

KEMAL TÜRKLER'İ YÜZBİNLER UĞURLADI

Daha önceki bir yazımda 22 Temmuz işçi sınıfının kara günüdür diye yazmıştım.

Günler kara olur mu? 
Olabiliyor... 

1947 Yılında madenî eşya işkolunda kurulan Türkiye Maden - İş Sendikasının uzun yıllar ve  kurucusu olduğu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunu DİSK'İN de7 yıl Genel Başkanlığını yapan efsane sendikacı, devrimci insan Kemal Türkler evinin önünde katillerce çapraz ateşe alınarak hunharca katledildi. Ömrünün büyük bir bölümünü işçi sınıfının hizmetine adayan bir liderin öldürüldüğü gün işçi sınıfı adına sanırım kara ile ifade edilebilir. 
  
Kemal Türkler'i çok iyi tanıyan Gazetecilerden Şükran Soner yazmış olduğu ''İşçiyim Haksızım'' kitabında Kemal Türkler'in son gününden bahsediyor ve soruyor yüzbinlere ne oldu?.

YÜZ BİNLERE NE OLDU?

Kemal Türkler 22 Temmuz 1980 günü evinin önünde üç kişi tarafından yaylım ateşine tutularak acımasızca öldürüldü. Samatya Hastanesi'ne ulaştığımızda karısı Sebahat Türkler'in elbisesi ıslak, kan içındeydi. Akşam evinde Kemal'in kanı diye inleyerek, kanla kaplanmış elbiseyi çıkarmamak için ne kadar çok direnmişti. İşçiler, Türk sendi- kacılık yaşamında tartışmasız çok önemli yeri olan Kemal Türkler'e sevgilerini, saygılarını fazlasıyla gösterdiler.

O zaman da sıkıyönetim ve baskı vardı. Sıkıyönetim görevlileri, DİSK yöneticileriyle uzun tartışmalar yapmışlar ancak birkaç bin kişiyi geçmeyen bir cenaze törenine izin verebileceklerini bildirmişlerdi.

Cenazenin kaldırıldığı 25 Temmuz günü Aksaray Murat Paşa Camisi'ne giden bütün sokak araları asker ve polislerle dolmuştu. Cenaze töreninde izin verilen kalabalığı aştırmamak üzere asker-polis kordonu da yapılmıştı. İstanbul'un her yönünden oluk gibi akan ka- labalığı ne durdurulabilir ki? 1966-80 arasında İstanbul'da olmuş tüm miting ve toplantıları izlemiş biri olarak, görebildiğim en büyük kitlesel gösteri oldu. İşçiler Kemal Türkler'e sevgilerini, cinayete tepkilerini, belki de tüm ezikliklerine tepkiyi göstermek için adeta yarışa girişmişlerdi. Cenaze kortejinin başı Vatan Caddesi'nin sonuna, kavşağa geldiğinde telsizler, henüz Saraçhanebaşı'ndaki kuyruğun yola çıkamadığını haber veriyorlardı. Oysa sabahtan itibaren başka şehir- lerden gelen işçi otobüsleri geri çevrilmiş, otobüslerden inip kaçarak gelenler, asker ve polis tarafından korteje sokulmadıkları için Vatan Caddesi kavşağının karşısındaki mezarlık tepelerinde ayrıca büyük kalabalıkları oluşturmuşlardı. 

Anlatılanlar öyleydi ki Kemal Türkler'in onca sınırlama, yasaklamaya rağmen cenazesindeki büyük kalabalık, komutanları korkutmuş, kaygılandırmıştı. DİSK'e olduğunun çok üstünde güç vehmedilmişti. Arkasından büyük bir gizli örgüt çıkacağına öylesine çok inanılmıştı ki DİSK merkez binasının lambrileri sökülüp arkalarında silah bulunamayınca adeta düş kırıklığına uğranılmıştı.

17 Mayıs 2024 Cuma

DEVRİM ARABALARINA İHANET Mİ

27 Mayıs 1960 Yılında kimilerine göre ''Askeri Darbe'', kimilerine göre ise ''Devrim'' oldu ve Başbakan Menderes iktidardan düşürüldü. 

Kurulan askeri yönetimin başında bulunan Orgeneral Cemal Gürsel 1 yıl sonra yani, 1961 Yılında yüzde yüz yerli bir otomobil yapılması için emir veriyor. 

Bunun üzerine emir yerine getiriliyor. 
Ne mutlu... 
Türk mühendis ve işçileri gece gündüz durmadan çalışarak Eskişehir'de 130 günde motor dahil '' yüzde yüz yerli dört adet otomobil'' ve 10 adet motor yapıyorlar. Tabii onları kutlamak gerek. Türkler otomobil üretemez diyenler yanıldılar. 
Devlet Başkanı Cemal Gürsel Deneme sürüşü için arabaların birine bindiriliyor. 
Ama hangisine? 
Arabalardan birinin  deposuna benzin konmamış. 
Acaba neden?
Daha sonraları Ankara sanayicilerinden biri olan ve bir ara MESS işveren sendikası başkanlığını da yapan Şükrü ER bir röportajında Devrim Arabalarına ilişkin bakın neler anlatıyor...

“Projede yer alan mühendislerden biriyim. Devlet Demiryolları’nın Eskişehir fabrikasında bir alan bize tahsis edilmişti. Ankara ve Sivas fabrikaları da bize destek veriyordu. İnsan üstü bir performansla dört ayda dört otomobil ürettik. Bu dört otomobil için üç tipte, on adet de motor ürettik. Dünyada görülmemiş şey…
İki tanesi 29 Ekim için Ankara’ya gönderildi…
Araçlardan birine yakıt konmamış. Orgeneral Gürsel bu araca bindi araç durunca tüm basın, buraya hücum etti…
Türkler otomobil üretemez diye kampanya başlattılar adeta. 
O dönem Sanayi Bakanı olan Şahap Kocatopçu projeyi şiddetli kınayanların başında geliyor… 
Devrim’in üretilmeme sebebi başarısızlık değil, tamamıyla siyasidir..
Bu araçlardan biri halen Eskişehir’de. 
Olayların üzerinden 30 yıl geçtikten sonra, gidip gördüm ve içine girip çalıştırdım.  Araba çalışır durumdaydı ve zaman zaman kullanılıyordu.'' (Gelenekten Geleceğe s71 MESS)
Ne denir ki? 
Devrim ya da darbe hükumetindeki bazı bakan ya da bakanlar da dahil birileri devrim arabalarına dolayısı ile ülkeye ihanette mi bulunmuşlar?..

4 Mayıs 2024 Cumartesi

HALİÇTE FABRİKALAR

Cumhuriyetimizin kuruluşu ile birlikte İstanbul Haliç kenarında Sütlüce'de kurulan Şakir Zümre Fabrikası, silah üretmek üzere kurulmuştu. Atatürk Şakir Zümre'yi Sofya Ateşemiliterliği yaptığı dönemlerde tanımıştı. Türkiye'de ilk bombanın bu fabrikada yapıldığı bilinir. Fabrikasında silah üreten "Zümrezade Şakir Bey" Türkiye'de ilk silah ihracatını da yapan firma sahibi olarak Türk sanayicileri içinde yer almıştır.

Haliç'in Beyoğlu tarafında Hasköy, Halıcıoğlu ve Sütlüce semtlerinde kurulan Şakir Zümre Fabrikası, Çolakoğlu Demir Çekme Fabrikası, Arçelik Buzdolabı Fabrikası, Halıcıoğlu Tel Çivi Fabrikası, Demas Demir Çekme fabrikası, Alanya Demir Çekme Fabrikası, Kısmet Fermuar Fabrikası, Ramazanoğlu Bakır Fabrikası, Kutup Kalorifer Kazan Fabrikası, Diren Kollektif Madeni Eşya Fabrikası ile Kar Demir Çekme Fabrikası kuruldu. 

Sünnet Köprüsü Bölgesinde  ise, Fer Döküm Fabrikası ve Estaş (Nurmetal) fabrikaları bacalarından duman çıkararak üretim yapmaya devam ederlerdi.

KAĞITHANE,  CENDERE, AYAZAĞA

Kağıthane ve Cendere boyunca, Kemerburgaz'a kadar uzanan bölgede kurulan fabrikaların bir kısmı şunlardı. Rabak Bakır Fabrikası,  Arabacıoğlu Kereste Fabrikası, Keleş Mermer Fabrikası, Biksan Kablo Fabrikası, Çelik İzabe Fabrikası, Ünika Kablo Kablo Fabrikası, Ege Kimya Fabrikası, Plastifay Plastik Fabrikası, Kader Mensucat Fabrikası, Boronkay Arazöz Fabrikası, Detel Demir Çekme Fabrikası, Hacı Şakir Sabun Fabrikası ve çok sayıda deterjan fabrika ve seramik atölyeleri kuruluydu.

DÖKÜM ve ÇELİK MERKEZİ

Silahtarağa; Adeta döküm, kalorifer kazanı, çelik ve izabe fabrikaları merkezine dönüşmüştü...
Koç Holding'e ait, ülkenin en büyük özel sektör döküm fabrikası olanTürk Demirdöküm Fabrikaları ve sanayici Erenyol Ailesine ait,Turgut Özal'ın da bir dönem genel müdürlük yaptığı Elektrometal Döküm ve İzabe fabrikaları burada kuruluydu.

Alibeyköy'e doğru uzayan güzergâh üzerinde, Yıldız Kalorifer Kazan Fabrikası, Yeni Gayret Demir Çekme Fabrikası, Sungurlar Kalorifer Kazan Fabrikaları, Bohemya Kristal  Avize Fabrikası ile Cem düdüklü tencere Fabrikası faaliyet göstermeye başladı.

Haliç'in Eyüp tarafında Çelik Endüstri Fabrikası, Makina Kimya av Fişeği, Fabrikası. Aslan Tuğla Fabrikası, Otoyay Fabrikası, Preskold Buzdolabı Fabrikası, Bahariye Demir Çekme Fabrikası, Bahariye Mensucat Fabrikası, Prinç Çeltik Fabrikası, Gislaved Lastik Ayakkabı Fabrikası, Kaynak Elektrotları Fabrikası, Ayvansaray Cıvata Fabrikası kuruluydu.

ÜRETİM ÇEŞİTLİLİĞİ
Lastikten, tekstile, deterjandan kabloya, silah yapımından karoseriye ve kalorifer kazanlarına, inşaat demirinden traktör parçalarına ve gemi yapımına kadar çeşitli sanayi dalında imalat yapan yüzlerce fabrika, atölye ve tersanelerin kurulduğu bu bölge, tam anlamıyla adı konmamış organize sanayi bölgeleri durumundaydı.

Türkiye'de işçi işveren ilişkileri konularındaki hareketliliğin büyük bir kısmı işte bu bölgede yaşandı. Direniş, grev, lokavt ve çeşitli eylemlerin yaşandığı olaylarda, elbette uzun süren acılar da yaşandı...
Kısa süren mutluluklara da şahit olan bu bölge, işçi sınıfı tarihine çalışanlar lehine kazanım olarak yazılan bir çok olayın da geliştiği yerdi...

Bu yazımızla dünyanın, Altın Boynuz dedikleri (Golden Horn) Haliç'in zaman dilimlerinden bir kısmını emek değerleri içinde anlatmaya çalışmak istedim.

Mimar, mühendis, doçent, doktor, profesörlerimiz var. Belediyelerimiz, belediye meclislerimiz var. Valilerimiz, il genel meclisi üyelerimiz var. Bu koca, koca unvanlı insanlar şehir yönetimlerinde, çoğu zaman üst idareci, danışman, hukukçu olarak görevlerde bulundular.

Zaman zaman da, kadın doğum doktorunu belediye başkanı, ayakkabı boyacısını il genel meclisi üyesi olarak seçtik.
Seçtik denemez aslında, istemesek de seçtirdiler bizlere!

Haliç kenarına fabrika konduranlar, ucuz fabrika arsaları aldılar. Belkide teşvikle hatta bedava aldılar, orasını bilmiyoruz. On yıllarca buralardan büyük paralar kazandılar. Bir çoğunun hanları hamamları uçakları, oldu, bir kısmının ise fazladan mersedesleri ve metresleri...

Bulundukları yerde tevsiatlara girdiler işletmelerini büyüttüler. Başka bir kısmı ise Bursa, Eskişehir, Çerkezköy gibi şehir ve bölgelerde ikinci üçüncü fabrikalarını açtılar. Yeni yeni fabrikalar kurdular. Zenginliklerine zenginlik kattılar. Anlatmak istediğimiz onların zenginlikleri, hanları, hamamları elbette değil.

Bir zamanlar, Fatih'in donanmasını karadan yürüterek hangi duygu ve düşüncelerle kavuşturabiliği Haliç'in, kısa zamanda ne hallere geldiğini anlatabilmek.

Elli yıl boyunca Kağıthane deresi yoluyla bakır fabrikaları, sabun ve deterjan fabrikaları, boya fabrikaları Haliç'e atık asitlerini boşalttılar, balık ve canlı bırakmadılar.
Mermer fabrikaları, plastik fabrikaları zararlı atıklarını sürekli Haliç'e gönderdi. Döküm ve haddehaneler her türlü zararlı çamurlarını Haliç'e attılar. Arıtma yapmadılar, yapmaya da ihtiyaç duymadılar. Seçilenler de arıtma yaptırmadı, yaptıramadı onlara...

Sanayicilerimiz, yöneticilerin ve idarecilerin gözlerinin içine baka, baka Haliç'te balık ve canlı bırakmadılar. Her türlü atıklarıyla Haliç'i doldurdular. Silahtarağa'ya kadar giden şehir hatları vapurlarının yüzdüğü Haliç'te, kayıklar bile ilerleyemez oldu.

Eski İstanbul efendisi insanların oturduğu semtlerden kaçışlar başladı. Büyük çoğunluk kokudan evlerinde oturamaz duruma geldi. Bir kısmı başka yerlere kiraya gitti, bazısı da ucuz, ucuz sattı evlerini.

90 lı yıllarda fabrika yerleri İstanbul Belediye'si tarafından istimlak edildi. Pazarlıklar yapıldı. 

Değerler biçildi. 

Fabrika sahipleri, bir kere daha, hayır iki kere daha kazandılar. Hem fabrika bina ve arsa değerlerinin karşılığını aldılar, hem de başka bölgelerden yeni fabrika arsaları aldılar.

Haliç'in çamurunu temizlemek, sularını arıtmak ve bunların bedelini ödemek ise İstanbul halkına bırakıldı...

DEVAM EDECEK

5 Ocak 2024 Cuma

SENDİKAL HAREKETLER VE BÜYÜK GREV

Aziz Nesin, Vatan Gazetesinde yayımladığı ve Kemal Türkler'i eleştirdiği yazısında, sanki eleştiri sınırlarını zorluyor..

Üretim fazlası olduğunu, bu nedenle büyük patron Vehbi Koç'un ödemediği işçi ücretleri dahil, birçok konudan daha kârlı çıkacağını ve bu grevlerin zamansız başlatıldığını, belirtiyor. 

"Sendika işçilere tam gündelik veremez oldu, yarı gündelik verilmeye başlandı" dedikten sonra "yarı gündelik de veremez oldu, üçte bir gündelik vermek için taşınmazlarını satılığa çıkarmıştı" diyor.

"Büyük Grev" isimli yazıyı daha doğrusu, her ne kadar masal öykü dense de, DİSK ve Maden-İş Sendikasının  Genel Başkanını ve onun sendikal anlayışını hedef alan yazıyı, Aziz Nesin gibi bir yazarın hangi düşünceyle yazdığını (gerçeğini) anlamak güç..

YANILGI FAZLA

Aziz Nesin'in grevlerin zamansız başladığı söylemi ile büyük bir yanılgı içinde olduğunu söyleyebiliriz  ve adını ''büyük'' koyduğu bu grevlerin aynı anda başlatıldığını mı zannediyor? 
Ya da grevde olan  onlarca fabrikanın Koç'un olduğunu mu sanıyor? ikisi de değil. 

Aziz Nesin bu yazıyı 3 Aralık 1977 tarihinde yazdı. 
Yazının yazıldığı tarihte (şu anda) tam sayı söyleyemem ama, büyük ağırlık İstanbul'da olmak üzere Kocaeli, Çerkezköy, Eskişehir, Ankara, İzmir, Mersin, Manisa ve Antalya gibi il ve bölgelerde büyüklü küçüklü onlarca fabrikada grev devam ediyordu. 

GREVCİ İŞÇİLER DİRENÇLİ KAHRAMANLAR

Bilinmeli ki grevlerin bir kısmı 1975 yılında başladı, bunlara 1976 yılında yenileri ilave oldu, 1977 yılındaki ilavelerle yazının yazıldığı tarihte işyerlerindeki grevlerin bir çoğu 2 ve 3. yılını doldurmaktaydı.  

Turgut Özal'ın danışmanlığı ve kısa süre sonra başkanlığındaki MESS, T.MADEN-İŞ Sendikası karşısında sanki çelikten geçilemez ağlar örmek istiyordu. 

Daha doğrusu ileride ''ben zengini severim'' diyecek olan Özal şimdiden görevini yerine getirmek için canla başla çalışıyordu! 
Bu dönem Özal sayesinde  işverenler tarafında öyle bir düşünce hakim oldu ki emek, emekçi, işçi, üretim, ülke ekonomisi gibi düşünce kesin olarak bir tarafa bıraktırıldı..

Gerçek şu ki grevdeki bu işçiler her türlü olumsuz koşullara rağmen  çok uzun süre ekmek, adalet, sendikal özgürlük ve onur mücadelesi verdiler, işyerlerini de koruyup kollayarak yürekli birer kahramanlık gösterdiler.

BAZI ŞEYLER YAZILMIYOR

Şair ''Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban'' demiş ya. 
Aşkın kağıda yazılıp yazılmadığını bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var, bazı şeyler galiba yazılamıyor..
En azından ben yazamıyorum... 

Ama şunları açıkça söyleyebilirim ki, gerek DİSK gerekse Maden-İş yöneticilerinin bir kısmı ve uzman kadrolar sendikal anlayıştan daha çok ütopik siyasal anlayışa geçmiş ve çalışmaları bu doğrultuda yapmaya başlamışlardı. 

Sendikal ve siyasal sloganlar TKP ideologlarının çizdiği sınırlara göre hazırlanıp onların uygun buldukları yer ve mekanlarda seslendiriliyordu. 
Özellikle bazı uygulama ve sloganlar patronların MESS içerisindeki birlikteliklerini daha da kemikleştiriyordu. 

1977 yılında yapılması gereken MADEN-İŞ ve DİSK Genel Kurulları, birlieri için grevlerden daha önemliydi!!

Her iki örgütün 1977 Genel Kurulları, sendikal sondan daha çok, ideolojik (siyasi) anlayış doğrultusunda geliştiği ve sonuçlandığı anlaşılmıştı... 

SADUN AREN AZİZ NESİN BÜYÜK GREV olarak devam edecek.

26 Aralık 2023 Salı

SENDİKAL SOHBET

Cumhuriyet Televizyonu'nda yayınlanan yılların gazetecisi, sayın Şükran Soner ile, sendikacılık ve 15-16 Haziran 1970 gibi pek çok konuya değindiğimiz sohbetimizi, aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz...


21 Aralık 2023 Perşembe

GENEL YAS EYLEMİ VE SORUMSUZ SORUMLULAR

1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde yapılan ''Büyük İşçi Direnişi'' Türkiye Sendikacılık tarihinin çok önemli dönüm noktalarından biridir. Aynı zamanda Türk sendikal hareketleri içindeki 15-16 Haziran yürüyüşü, işçi sınıfının haklı davasının eşsiz bir mücaddele ile kabul edilebilirliğinin tescili oldu. 

Devrimci sendikalarda örgütlenmiş sendika üyeleri, iktidarın kendileri aleyhine alelacele çıkarttıkları anti demokratik bir kanunu demokratik yollarla yaptıkları planlı ve başarılı eylemlerle engellediler. 

Demirel İktidarının gece yarısı yangından mal kaçırır gibi alelacele çıkarttığı, Anayasaya da aykırı sendikalar kanunu, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun yaptığı demokratik eylemlerin başarıya ulaşması ve giderek üye sayısının yükselmesi Demirel iktidarının hoşuna gitmiyordu. 

ANAYASAL DÜZEN

İktidar bu sefer de anayasal düzenin korunması gerektiği bahanesiyle DGM Yasasını gündeme getiriyordu. DGM Yasasının uygulanmasının altında elbette başta demokrasinin kısıtlanması yatıyordu. DİSK Yönetimi ise asıl amacın, iktidarın DİSK'i hedef seçtiğini bu bakımdan zayıflatmayı hatta kapatmayı deneyeceği anlayışındaydı.

Demirel ve ortaklarının oluşrurduğu ''cephe iktidarı'' bir yıl içinde, DGM Yasalarını tekrar çıkaracağı düşüncesini açıklamaya başlamıştı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler iktidarla mücadele edilmesi konusunda bu defa UDC (Ulusal Demokratik Cephe) kurulması gerektiğini açıklıyordu.

ENDİŞELİ DURUM

Kemal Türkler, Milliyetçi Cephe İktidarının yapmak istediği anti demokratik siyasi ugulamalarına karşı, ülke çapında DİSK'in iş bırakma konusunda ''Genel Yas Eyleminin'' başladığını kamu oyuna ilan etti. O sırada yöneticiler dışındaki DİSK kadrolarının etkili bölümü ağırlıklı olarak TKP anlayışını tam olarak benimsemiş veya üyesi durumumundaydı. UDC kuruldu ama Konfederasyonu oluşturan büyük sendikaların MADEN-İŞ dışındakilerin bu yapılandırmanın çok işlevsel olabileceği konusunda dışa yansımayan endişeleri vardı. 

GENEL-İŞ, LASTİK-İŞ, GIDA-İŞ ve TEKSTİL gibi üye sayısı bakımından büyük sendikalar ile bazı küçük sendikalar DİSK te oluşturulan TKP algısından memnun değillerdi.

*Bu durum Genel Yas Eyleminin uygulanması ve devamı aşamasında kendini açıkça gösteriyor olacaktı...

Genel yas eylemi 16 Haziran 1976 günü başladı. 19 ve 20 Hazirana kadar eylem başta İstanbul olmak üzere Ankara İzmir ve Diyarbakır gibi illerde etkisini gösterdi. TMMOB ve TÖB-DER gibi bazı dernek ve kuruluşlar da bu eylemi desteklediler. İKD ve İGD ise en sadık destekçiler durumundaydı.   

SIKI YÖNETİMSİZ SIKI YÖNETİM

DİSK, ''DGM yasalaştığı takdirde siyasi iktidar, ülkede sıkı yönetimsiz sıkı yönetim uygulayacak'' şeklindeki söylemlerini iyi kullandı. ''DGM'ye Hayır'' sloganı özellikle İstanbul varoşlarında ve işyerleri ile fabrikalarda çok etkili oldu..  

16 EYLÜL Günü başlayan eylemde MADEN-İŞ Sendikasının örgütlü olduğu tüm fabrika ve işyerlerinin tamamında işçiler iş bıraktılar. DİSK'e bağlı diğer sendikalar ise mümkün olabildiği kadar dört gün eylemi başarıyla sürdürdüler. 

Maden iş yönetimi olarak çok etkili başlayan bu eylemi iyi yönettiğimiz söylenemez.  DİSK Yönetimi, eylemin başlayacağı günü belirtmiş ve fakat sona ereceği tarih belirtilmemişti. 

Bu durum ucu açık bir eylem olarak uygulamaya konulmuş, sanki sorumsuz sorumluların ya da sorumlu sorumsuzların ekmeğine yağ sürülmüştü! 

DİSK ve üye sendikalar içerisinde çeşitli ideolojideki personel ve uzmanlık gibi görevlerde bulunan kadroların bu eylemde daha çok insiyatif kullandıkları görülüyordu. Elbette böyle durumlarda yönetim zafiyetinin oluşacağı ve genelde ise kaotik durumlar oluşabileceği bir gerçektr. 

Özellikte MADEN-İŞ yönetiminde demokratik sendikal anlayıştan daha çok ideolojik siyasi düşünceyi ön plana çıkaran yöneticilerin varlığı, bu konudaki davranış ve uygulamaları eylem süresinin oldukça uzamasını sağlıyordu. Bu durum ise işverenler ile MESS birlikteliğini daha da sağlamlaştırıyor adeta perçinliyordu. Ayrıca devam eden grevler ile oluşabilecek yeni grevleri bambaşka bir mecraya taşıyacaktı..

KARA LİSTE

Açıkça söylemek gerekirse o tarihteki TKP yöneticilerinin etkisi ve yönlendirmeleri ile, DİSK ve MADEN-İŞ içerisindeki görevli kadroların, direniş sürecinin uzatılmasına yönelik karar ve uygulamaları çok sayıda işçi önderinin işten çıkarılması ve kara listelere alınmasına sebep oluşturdu. Bu konu ise grevlerin devam ettiği fabrikalar ile yeni başlayacak toplu sözleşme görüşmelerinde işe iade maddesi olarak sürekli gündemde kalacaktı..

* En üstteki fotoğraf Kemal Türklerin cezaevinden çıkışıdır. En solda Hüseyin Ekinci, ensağda Kemal Nebioğlu.


28 Kasım 2023 Salı

İŞSİZLİK ÇOK BAŞLI EJDERHA

1962 Yılıydı.
Liseyi bitireli bir yıl olmuştu.  
Üniversite imtihanını da kazanamamıştım. 
Lise yıllarım iyi geçmedi. 
Okulu seviyorum ve ders durumlarım iyi, parasal durumum ise çok kötüydü. 
Çoğu zaman okul kantininden aldığım sandviçlerle idare ederdim. 
Bunların bedellerini taksitle ödediğim zamanlar bile oluyordu. 

Sıkıntılı günler yaşıyorum.
Mutlaka çalışmam gerek, hem de derhal.
İş arıyorum...

İlkokul yıllarımın beşinci sınıfı ile orta okulumun tüm yaz tatilleri hep çalışmakla geçmişti. Şimdi bu çalışmalara çocuk işçilik deniyor.  Benim çocukluğumun yıllarında ise çıraklık deniyordu.
O yıllarda ilk okul beş yıl, orta okul  ve lise ise üçer yıl okunurdu. 

Beyoğlu'da "Mazaraki" isimli bu günün tek "M" marketi büyüklüğündeki gibi bir bakkaliye vardı. Sahibi Rumdu ve kendisine  Mazaraki diye seslenilirdi. 

İki yıl yaz tatillerinde  bakkal çırağı olarak burada çalışmıştım. 
Buradan alışveriş yapanların çoğunluğu Rum, Ermeni ve Yahudi olan ve madam olarak tabir ettiğimiz kadınlardı. Madamlar çoğunlukla evlerinin pencerelerinden sepetlerini sarkıtarak, bakkalimu diye seslenerek siparişlerini verirlerdi. 

 O yıllarda İstanbul'un Rum, Ermeni ve Yahudi insanları bir hayli fazlaydı ve çoğunlukla zengin tabakayı oluşturuyorlardı. Zenginler sınıfına giremeyen kesimin bir çoğu da Tarlabaşı, Dolapdere, Şişhane ve Karaköy semtlerinde otururlardı. Ekonomik durumları orta ve orta  üstü kesim ise Kurtuluş, Pangaltı, Feriköy, Samatya bölgelerini mesken tutmuşlardı. 
En zengin azınlıklar ise, Cihangir, Taksim Gümüşsuyu, Talimhane, Maçka, Kadıköy,  Adalar ve Moda semtlerinde  oturanlardı.

ANKARA PAZARI

Taksim'de bulunan meşhur büyük otelin yerinde o zamanlar Rum bir ailenin işlettiği Ankara Pazarı isminde, bu günün söylemiyle 'MM' diyebileceğimiz büyük bir bakkaliye bulunuyordu.

Bu dükkanın özellikle şarküteri kısmı, İstanbul hanımlarıyla beylerinin sürekli uğrak yeriydi. Kahvaltılık, salam, pastırma ve peynir çeşitleriyle İstanbul zenginlerine hizmet veriliyordu. 
Gerçi o zamanlar piyasada kalitesiz yiyecekler pek bulunmazdı ama, Beyoğlu Balıkpazarı ve Ankarapazarı kahvaltılık ve meze konularında hep bir numaralı alışveriş yerleriydi...

Adnan Menderes dönemiydi. 1955 yılı yaz tatili bitimine yakın henüz okullar açılmamışken, ''6-7 Eylül Olayları" olmuştu. Mazaraki Bakkaliyesi de bu çirkin eylemden çok kötü bir şekilde nasibini almıştı. 
İnsanlar dükkân içinde bulunan her şeyin, dışarı çıkarılıp yerlere atıldığını, yuvarlak şekilde üretilen eşsiz Kars kaşar peynirlerinin, cadde boyunca sıra, sıra otomobil tekerlekleri gibi yuvarlandıklarını konuşuyorlardı.
Ankara Pazarının da bu uğursuz olaylar nedeniyle tamamen harap olduğu belirtiliyordu.  

Gerçi bu olaylardan zarar görenlere, mallarının karşılığını Menderes 
Hükumeti, devlet kasasından fazlasıyla ödedi fakat, bu üzücü olaylar hep hatırlanmaya devam etti.

SANAT GÜNEŞİ

Lise birinci sınıf yaz tatilinde de Beyoğlu Tepebaşı'da kurulu ünlü gazinocu Fahrettin Aslan'a ait yazlık Cumhuriyet Gazinosunda komi olarak çalışmıştım. 
"Sanat güneşi" Zeki Müren sahneye çıktığında servis elemanı bir kısım personel kaçarak anında ortadan kaybolur, kaçamayanlar ise bulunduğu yerde çömelerek şarkı bitene kadar hareketsiz beklemek zorundaydı. 
Lise son sınıfta okulumuz çift öğretime (ikili öğretim) geçmişti. 
Bir tanıdığımın vasıtası ile Beyoğlu'da okuluma çok yakın, röntgen mütehassısı doktorun muayenehanesinde yarım gün çalışmaya başladım. 
Muayene randevularını kaydediyor, röntgen filmlerinin banyolarını yapıyor, rapor yazılımına hazırlıyordum. 
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden özellikle de Fransa'dan Ermeni hastalar geliyor, çekilen film ve yazılan raporları alıp dönüyorlardı. 

Bu arada Şişhanede bir oda kiralamıştım.
Aldığım maaş ancak kirayı karşılıyordu.
Ama bazı zengin hastaların verdikleri bahşişler benim için bir nevi can simidi oluyordu.

Lise bitti. 
Yeni bir iş aramaya başladım.  Her yere iş bulabilmek için koşturuyorum.
Gerçi iş aramak bana yabancı değildi ama, bu defa durum değişik, nereye baş vurduysam olmadı. 
Olmuyor...
Sanki bütün kapılar bana kapanmıştı.

İŞSİZLİK NEDİR Kİ?

İşszlik, çalışanların çeşitli sebeplerden dolayı işlerini kaybetmesi veya olgunluk yaşa geldiği halde, çalışmak isteyip de iş bulamayanların durumu diye tarif ediliyor. 

Tarif böyle ama ya gerçek.

Gerçekte ise işsizlik susuz bir kör kuyu,

Parlak havada karanlık,

Mutluluğu yok sayan,

Umut söndüren,

Yürek dağlayan,

Kısaca işsizlik, ağzından alevler saçarak insanı kavuran çok başlı bir ejderhadır..






1958 Taksim  (Ankara Pazarı)



.