30 Temmuz 2020 Perşembe

TÜRK-İŞ'TEN YORUMSUZ YOKSULLUK SINIRI

TÜRK-İŞ, çalışanların geçim şartlarını otuzüç yıldan bu yana aralıksız olarak her ay düzenli olarak yaptığı "açlık ve yoksulluk sınırı" araştırmasıyla ortaya koymaktadır diyerek, kamuoyuna (kendi haber bülteniyle) bir açıklamada bulunmuş... 
       
TÜRK-İŞ Araştırmasının 2020 Haziran ayı sonucuna göre: 
Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.431,08 TL, 
Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 7.918,82 TL,


  • Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti ise aylık 2.952,41 TL. olarak hesaplandı şeklinde özetlenmiş. İyi de "açlık ve yoksulluk sınırı" ile yapılan açıklamanın çok fazla önemi yok ki. 
  • Çalışanların, fiyatların el yaktığı bu günlerde nasıl geçinebildiği daha önemli, öyle değil mi? 

  • Bize göre bu böyle olmaz, olmamalı Muhterem Yöneticiler... 
  • Yukarıda belirttiğiniz rakamların, dolaylı olarak söylemeye çalıştığınız "yetersizliği", kamuoyuna küçücük bir haber bülteniyle duyurulamaz.

  • Emeklilerin, çalışan ve bir bölümü üyeniz olan işçilerin bu günkü yaşamları zordadır. 
  • Fiyatlar el yakar hale gelmiştir... 
  • Bu aşırı yükselen ve yanına yaklaşılamayan fiyatlar, emekliye, işçiye, dar gelirliye,"siz yemeseniz de olur" demek değil midir? 

  • Öyle değilse adını siz koyun nedir?..
  • Uzun zamandır tencereler çok zor koşullarda kaynatılıyor, mutfak dolaplarındaki çoğu tencere boş duruyor.
  • Bu, zorlu koşullarda yaşayanların durumu, elbette bir basın toplantısı ile açıklanmalı, yazılı basın ve görsel medya önünde yüksek sesle dile getirilmeliydi...

  • Çalışanlardan, işçilerden, işçi emeklilerinden yana olması gereken sendika yöneticilerine yakışan bu değil midir?

  • 22 Temmuz 2020 Çarşamba

    KEMAL TÜRKLER VE ONSUZ GEÇEN 40 YIL

    Kemal Türkler, Türkiye sendikal hareketleri içinde yeri kolay  doldurulamaz devrimci bir sendika lideriydi.
    22 Temmuz 1980 sabahı işe giderken evinin önünde kurşunladılar. O'nu ömrünün en verimli çağında toprağa verdik...

    54 yaşında kaybettiğimiz DİSK kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler, gerçek ve devrimci sendikacılığın ilkelerini belirleyen ve o ilkelerin hayata geçirilmesi için mücadelesini bıkmadan, yılmadan uygulayan bir liderdi...

    "Taban (işçiler), sendikalarda daima söz ve karar sahibi olmalıdır" ilkesinin isim babasıydı ve bunun mücadelesini sendikal hareketlerde vermeye çalışırdı...

    Kemal Türkler, Türkiye MADEN-İŞ Sendikası Genel Başkanı iken 1962 Yılında bu sendikanın üyesi olmuş ve o tarihte kendisini tanımıştım.

    1965 Yılında MADEN -İŞ Silahtarağa Merez Şube Başkanlığına, 1967 Yılında ise Silahtarağa Şubesinin de bağlanmasıyla birlikte 6. Bölge Temsilciliğine seçildim. Kendisi ile şube ve bölge temsilcisi olarak, 1974-1977 yıllarında da genel başkan vekili olarak, onbeş yıla yakın  birlikte çalıştım, yakından tanıdım.
    DİSK'İN kurulması da dahil birçok ilklerde, ben de hep vardım...
    Onsuz geçen 40 yılla ilgili yeni bir yazı yazmak yerine, değerli gazeteci Bekir Coşkun'un, Cumhuriyet Gazetesinde 03.12.2010 tarihinde yayımlanan " Oysa Yerde Kan Vardı" başlıklı yazısını birlikte bir kere daha okuyalım istedim. 
    Görülen durum; KEMAL TÜRKLER KORUNAMADI..
     

     Oysa Yerde Kan Vardı.

    ~ 03.12.2010, Bekir COŞKUN ~

    Biliyorsunuz, her sene tam bu günler geleneksel Turgut Özal öldürüldü” günleridir…
    Çankaya Köşkü’nün içinde, kapıda muhafız alayı, iki yüz nöbetçi, yanında doktoru, elli görevlinin arasında, ambulans, Hacettepe Hastanesi’nin yığınla raporları…
    Yine de öldürüldü diyorlar…
    Ama herkesin önünde, evinin kapısında, bedeninde kurşunlarla vurulan emekçilerin lideri Kemal Türkler’in öldürüldüğü kanıtlanamadığı için önceki gün dava zamanaşımına uğradı ve düştü…
    *
    Mesela; Adnan Kahvecitrafik kazası ile öldürüldü
    Muhsin Yazıcıoğlu; telefon sinyali ile öldürüldü
    Bülent Ecevit; yanlış teşhis ile öldürüldü
    Turgut Özal; zehirli börek ile öldürüldü
    Ama Kemal Türkler, kurşunlarla, yolun ortasında, kanı oluk gibi aka aka vuruldu da öldürüldüğü belirlenemedi…
    Tam 26 yıl sürdü mahkeme…
    Dava düştü…
    *
    Aslında Türkiye’nin nasıl bu günlere geldiğinin uzun ve hazin hikâyesidir bu…
    Emperyalizme karşı duran bu ülkenin yiğit çocukları işte böyle bir bir yok edildiler. Böylece dün liberal (!) işbirlikçileri ile Türkiye’yi yağmalayan sömürgeciler, bugün de dinci ortakları ile aynı yağmayı-talanı aralıksız sürdürebiliyorlar…
    Bu yüzdendir:
    Yaşlı ve hasta bedenleri yapılan eziyete dayanamayan İlhan Selçuk da, Türkan Saylan da öldürülmedi… Bombalarla paramparça edilen Uğur Mumcu’dan Ahmet Taner Kışlalı’ya kadar daha nicelerinin öldürüldüğü de ortada kaldı…
    Kemal Türkler’in kızı babasının öldürüldüğünü gördü, vurulmuş bir beden ve yerde kan vardı…
    Ama öldürüldüğü kanıtlanamadı…
    Dava önceki gün düştü…
    (Cumhuriyet 03.12.2010)

    21 Temmuz 2020 Salı

    SEYFİ DURSUNOĞLU ve TÜRKAN SAYLAN

    Huysuz Virjin adıyla ünlenen sanatçı Seyfi Dursunoğlu, 17 Temmuz 2020 Tarihinde 87 yaşında aramızdan ayrıldı.
    Dursunoğlu söylediği kantoları, ve şovlarıyla insanları güldüren, eğlendiren, hem de düşündüren bir önemli sanatçıydı.
    Sağlığında tüm mal varlığını, Türkan Saylan'ın kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine bağışladığını vasiyet etmişti.

    Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Profesör Dr. Ayşe Yüksel "binlerce genç eğitim görsün, yetişsin diye mal varlığını derneğimize bağışlayan Dursunoğ'lunun isteği doğrultusunda gereğini yapacağız" demiştir.

    Söz Türkan Saylan'dan açılmışken, bu değerli insanla olan karşılaşma ve tanışmamızı anlatmak istedim.

    1976 Yılında, DİSK kurucu üyesi T.MADEN-İŞ Sendikamızın çeşitli fabrikalara ait toplu sözleşme çalışmaları, MESS'e karşı azalmayan bir hızla devam ediyor... 
    Anadolu'da örgütlü olduğumuz işyerlerinin toplu sözleşme müzakereleri, genel merkezden gönderdiğimiz uzmanlarca yürütülüyordu.
    Genel Merkezde ise, bazı zamanlar aynı günde yedi, sekiz ayrı işyeri müzakeresi yaptığımız günler oluyordu.

    1975 Yılının ikinci yarısından itibaren çok başarılı toplu sözleşmeler imzalıyoruz. 
    Ücret zamları, ikramiye, kıdem tazminatları ve diğer sosyal hakların teklifleri, günün ve işyerlerinin gerçeklerine göre hazırlanarak çalışmalar yürütülüyor ve sonuçlar işyerlerinde çalışan üyelerimizin memnuniyetiyle karşılanarak sonuçlanıyordu.

    Bu sözleşmeler basında yer aldıkça, sendikamıza bağlı olmayan işyerlerinde çalışan işçilerin bir bölümü, sarı ve bağımsız sendikalardan istifa ederek T.MADEN-İŞ Sendikamıza üye olmaya doğru bir akım başlamıştı.

    Müzakereler gece yarılarına kadar devam ediyor, bazen yemek yemeye bile zaman bulamıyorduk.
    Nedendir bilinmez işte bu sıralarda ayağımın tam altında çıban gibi bir yara oluştu. Üzerine tam basamadığım için aksamaya başlamıştım.
    Bu durum üç dört gün böyle devam etti.

    Yine böyle aksak durumda iken bir gün, eğitim dairesi müdürümüz sevgili Süleyman Üstün "başkan doktora gidiyoruz" demişti.
    Benim haberim olmadan randevu da almışlar.
    Çapa Tıp Fakültesine gittik. Cildiye Bölümünde bir kadın doktor bizi karşıladı. İşçi sınıfının sevgili öğretmeni Süleyman Hoca hal hatır sorduktan sonra beni MADEN-İŞ Sendikası Genel Başkan Vekili ve Toplu Sözleşme Dairesi Başkanı diye tanıştırdı. Gerçi onun (lepra) cüzzam ve zührevi hastalıklar  konusunda verdiği mücadeleyi duyuyor ve biliyordum.

    Ayağımı muayene etti, müdahaleden sonra pansumanı yaptı. Bir de reçete yazarak işini bitirdi.
    Onbeş veya yirmi dakika kadar sohbet ettiğimiz Türkan Hoca o sırada galiba henüz profesör olmamıştı. İşini bilen mücadeleciliğini bu sohbet sırasında anlamaya çalıştığım alçak gönüllü, değerli insan Türkan Hocayı iyi ki tanımışım.

    Profesör olduktan sonra tekrar görüşüp sohbet ettiğim bilim insanı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin yorulmaz başkanı, yeri doldurulamaz, yurt ve insan sevgisi tartışılmaz büyük insan, kızlarımızın eğitimci annesi, insanlığın medarı iftiharı, size muayene olmuş ve şifa bulmuş biri olarak benim de size karşı elbette bir saygı borcum var.

    İyi ki vardınız.
    Işıklar içinde uyuyun...


    3 Temmuz 2020 Cuma

    İŞÇİLERİN HAZİRANI VE 15-16 HAZİRAN 1970

    İşçi sınıfının sendikal özgürlük mücadelesinin ilk eylemi sayılan KAVEL 1963 Direnişini kitaplaştıran, daha sonraları da, SİNGER, DERBİ Fabrika direnişleri ile, PAŞABAHÇE işçilerinin başarılı grevini yazan Zafer AYDIN, bu kez de İŞÇİLERİN HAZİRANI adıyla sendikal hareketlerimize, eşsiz bir değer kazandırdı.

    "İşçilerin Haziranı" adlı kitap, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişini anlatıyor ve bu isim de  bu mücadeleye çok yakışıyor.
    Bilindiği gibi, 15 - 16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi, Türkiye sendikal mücadelesi içinde çok ayrı bir yerdedir. 
    Sendikal hareketler içinde, asla  kaybolmayacak bir yön gösterici, gerçek ve özgür sendikacılığın sarsılmayan büyük bir kilometre taşıdır...

    İşçi sınıfının gerçek ve devrimci kesimini oluşturan DİSK üyeleri sonuca ulaşmak için, demokratik hakkını kullanarak yola çıkmış, kimin ne dediğine bakmadan, gerçek sendikacılığın semeresini elde etmiştir.

    Başarıya giden yolda kendisine yoldaşlık, yapan üniversite gençliğini, ilerici yazar, çizer, demokrat aydınları elbette yanlarında bulmuştur... 

    15-16 Haziran Direnişinin, bir bölümünü, işçi, sendikacı ve yönetici olarak yaşayan bir kişi olarak, kitabın yazarını kutluyorum.
    Kitabı baştan sona okudum, döndüm bazı yerlerini bir defa daha gözden geçirdim. Görünen o ki Zafer AYDIN, kılı kırk yararcasına büyük bir başarıya imza atmış.

    15-16 Haziran 1970 direnişini çeşitli biçimlerde yaşayan, şimdiyse ömürlerinin ikinci baharında olan yüzlerce eylemciyle konuşarak, kitaba ayrıca emek yorgunluğu görünümlü ter kokan bir de ruh kazandırmış. 

    Kitap konusunda teknik ve içerik olarak kritik yapmak, eleştiri düzmek elbette benim alanım değil, yeri gelmişken yakından tanıdığım, değerli kitap eleştirmeni ve işçilerin sendikal plandaki eğitimci hocası, Fethi NACİ'yi de saygıyla anıyorum...