30 Aralık 2018 Pazar

PHILIPS FABRİKA GREVİ VE SENDİKAL HAREKETLER ( II )


Yıl 1975

PHILIPS işvereni ile T.MADEN-İŞ Sendikası arasında yeni dönem toplu sözleşme müzakereleri başladı. İki ya da üçüncü müzakere toplantısından sonra işverenin tutumu oldukça değişti.

Sendika tarafı olarak müzakereler, toplu sözleşme dairesi başkanı olarak benim başkanlığımda devam ediyor. Sendika müzakere heyeti içerisinde tüm toplantılarda, işyeri temsilcilerinin tamamı yer alıyor.

Müzakereler, genellikle fabrikada, bazı zamanlar ise Beşiktaş'ta bulunan sendika genel merkezinde devam ediyor. İşveren heyeti içinde genel müdür, personel müdürü, MESS avukatı bulunuyor, işveren adına avukat sözcülük yapıyor.

Sendika üyelerimizle, Levent'te bulunan ÇİT Düğün salonunda yaptığımız ve üye çoğunluğumuzun katıldığı toplantı sonrası, sözleşme taslağımızın mâli konularını tespit ettik. Özellikle mâli konuların hazırlanmasında araştırma dairemiz ile, ücret ve ekonomi politika dairesi uzmanlarımızın çok büyük gayretleri oldu.

Hollanda sermayeli Türk Philips  Fabrikası toplu sözleşme görüşmeleri MESS'in katı ve anlaşılmaz diretmeleri sonucunda çıkmaza girdi.


Bu fabrikanın, büro personeli (müdür, mühendis, şef ve formen) dahil 900 civarında çalışanı vardı. Çalışanların 800 ü DİSK'E bağlı (T.MADEN -İŞ), Türkiye Maden Madeni Eşya ve Makine Sanayi İşçileri Sendikasının üyesiydiler.

Televizyon, radyo, elektrik süpürgesi ve elektrikli ev aletleri üreten bu fabrika İstanbul Levent bölgesinde kuruluydu.
PHILIPS işvereni proje ve planlarını, genç ve işlerinde ustalaşmış seçme işçilerle üretime dönüştürüyordu. Üretilen eşyalar, iç piyasada kapış kapış gidiyor, işveren üretimden de kârdan da son derece memnundu.

Temmuz ayına kadar, müzakerelerden bir sonuç alınamadı. İşveren, sendikanın her teklifine "hayır biz bunu veremeyiz, bu prensiplerimize aykırı, bunu kabul edemeyiz" diyerek karşılık veriyordu. İşveren kesiminin bu olumsuz düşünce ve çıkışları adeta sendikayı köşeye sıkıştırma politikası gibi anlaşılıyordu.
  PHILIPS'TE GREV BAŞLADI 18.08.1975
Türk Philips Fabrikası işçileri, işyerinin kurulduğu günden bu yana MADEN-İŞ Sendikası ile inanç ve gönül bağını en iyi kuran ve bunu devam ettiren üyelerdi.

İşyeri sendika temsilcileri olarak Sündüz, ve Güner Hanımların ve özellikle de baştemsilcilik yapan Rauf Aksu, İsmet Şahin, Salih Dursun, Dündar Durgun ve Mustafa Kalfa'nın  işçileri ve sendikayı temsilde çok önemli çabaları olmuştu.

İşveren, daha doğrusu onları yönlendiren MESS yöneticilerinin uzlaşmaz tutum ve davranışları nedeni ile PHILIPS Fabrikasında 18 Ağustos Tarihinde Sendikanın yasal grevi başladı.


Grev 101 gün devam etti. Bu süre zarfında, MADEN-İŞ hiç aksatmadan grevci işçilerin tamamına gündelik ücretlerinin(yevmiye) yarısını ödedi.                                                                                                                       


Philips işçileri grev süresince,    grevin kendilerine öğrettiği tüm görevlerini eksiksiz yerine getirdiler. Birlik ve beraberliklerini bozmadılar. Grev süresince sendikal konularda kendilerine verilen eğitimlerden yararlandılar.
Hollanda İşçi Sendikaları Federasyonu(FNV) mesaj göndererek greve destek verdiklerini belirttiler.
.
28.11,1975 PHILIPS'DE GREV BİTTİ
Grevin 95 ci günüydü. Silahtarağa'da kurulu ESTAŞ Fabrikasının murahhas azası ve genel Müdürü Alberto Penhas'tan bir telefon gelmişti. Alberto Penhas, Nurmetal olan Fabrika adını daha sonraları Estaş olarak değiştirdi. Fabrika, o yıllarda Philips marka buz dolabı ve bazı ev gereçleri üretiyor. Philips aynı zamanda bu fabrikanın ortağı durumundaydı.
Telefonda, Hollanda'dan  üst düzey bir yetkilinin geldiğini ve sendika yetkilileri ile görüşmek istediğini haber veriyordu.
Tanışma toplantısı sendikada yapıldı.
İkinci gün  sendika genel merkezinde başlayan müzakerelerde sendika tarafı olarak temsilcilerimizle birlikte tam kadro oradaydık.  Yapılan müzakereler sonunda Hollanda'dan gelen DE ROY adındaki işveren vekili sendika tekliflerinin tamamını kabul etmek zorunda kalmıştı.



PHİLİPS Grevi 101 gün sonra başarı ile sonuçlandı.
Philips işçileri zoru başardılar. Sıcak, soğuk, yağmurlu günlerde usanmadan grevin gerektirdiği tüm görevleri başarı ile yerine getirdiler.
Anlaşma sonunda imzalanan toplu sözleşmenin mâli konulara ilişkin maddeleri, işçilerin istedikleri yönde hazırlanan sendika tekliflerinin tamamı olarak imzalandı.
Ayrıca yapılan bir ek protokol ile grevde geçen sürelerin, yani 101 günlük yevmiyeler işyeri tarafından zamlı olarak işçilere ödendi.
Phılıps grevi sonunda imzalanan toplu sözleşme zamanın, sendikal hareketler bakımından kilometre taşı olarak gösterilecekti...

5 Aralık 2018 Çarşamba

YILDA 17 MAAŞ

T. Maden -İş Sözleşme Dairesi Başkanı Hüseyin Ekinci,
Netaş işçileri ile yapılan bir toplantıda.
İstanbul Ümraniye'de 1967 Yılında kurulan ve Türk Sanayi kuruluşları içinde çok önemli bir yer edinen NETAŞ Fabrikasının işçileri, sarı sendikadan toplu halde istifa ederek DİSK'E bağlı T. MADEN - İŞ Sendikası içinde yerlerini aldılar. Daha, işbaşı yaptırılırken bile, liyakat ve nitelikleri asla tartışılmaz düzeyde olan işçiler, görevlerini tam olarak yerine getirmeye devam ettiler. 

1975 Yılından itibaren çok değerli emekleri ile, kaliteli üretim yaptılar. Çalışma ve kârlılık bakımdan, sorumluluklarını tam olarak yerine getirdiler. Bu dönemde, gerçek sendikanın sendikal hareketler içindeki yeri ve görevlerini keşfettiler. Çeşitli tarihlerde yapılan toplantılarda ilk sendikal eğitimlerini aldılar. 
Üyelerin sendikal yapı içerisinde ki "söz ve karar sahibi olma ilkesiyle" tanıştılar.
İş yeri sendika temsilcilerini özgür iradeleri ile kapalı oy ve açık sayım usulü ile kendileri belirlediler. 
                                                                                                                                       
GERÇEK VE GÜÇLÜ SENDİKA  İLE İSTENİLEN SONUÇ  

Toplu sözleşme tekliflerinin hazırlık çalışmaları devam ediyor. Sendikanın gerek Araştırma ve gerekse, Ücret ve Ekonomi Politika daireleri çok verimli çalışmalar yaptılar. Hazırlanan toplu sözleşme teklif tasarısı, işçilerle yapılan bir salon toplantısında görüşüldü, bilgi alış verişi sağlandı. 

Toplu Sözleşme görüşmeleri başladı. Müzakereler çetin geçiyor. Sendika müzakere heyeti içinde iş yerinde çalışan sendika temsilcilerinin tamamı da yer alıyor. İşveren müzakere heyetinin çeşitli öneri ve teklifleri anında karşılık buluyor, çoğu zaman çürütülüyor. 

NETAŞ'TA TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI

19 ŞUBAT 1977 Tarihinde toplu sözleşme imzalandı.
Toplu Sözleşme ile işçilere sağlanan parasal hakların bir bölümünü birlikte irdeleyelim. 

Ücret zamları:  1. Yıl saat ücretlerine 625 kuruş, 2. Yıl saat ücretlerine 625 kuruş zam yapıldı.
                            
Haftalık Çalışma süresi 45 saate indirildi, ödemeler 48 saat üzerinden yapılacak.

Kıdem tazminatı her yıl için
45 gün olarak hesaplanacak.


İkramiye: Yılda 5 MAAŞA çıkarıldı.                                   

Yıllık ücretli izinlere 3 gün ilave edildi.

İzne çıkarken işçiler, ücretin dışında ayrıca
2500 TL. izin parası alacaklar.

Her işçiye her yıl
2500TL. Yakacak yardımı, her çocuk için ayda 50 TL. çocuk yardımı yapılacak.



Ramazan
ve Kurban Bayramlarında, her işçiye, 1250.TL. bayram harçlığı, yılda toplam 2500TL. ödenecek, ayrıca her ay 2 yevmiye tutarında devamlılık primi maaşlara yansıtılacak.


Yapılan bir hesaplama ile NETAŞ işçileri yılda,12 maaş yerine, toplam 17 maaşı da aşan miktarda bir ödeme almayı başardılar. 



PAROLA : Birlik, dayanışma, güçlü ve gerçek sendika...

18 Kasım 2018 Pazar

KEMAL TÜRKLER GRUNDİG GREV ZİYARETİ

GRUNDİG RADYO FABRİKASINDA GREV 1971

Geçtiğimiz yıllarda Levent'ten Barbaros Bulvarı yönüyle Beşiktaş'a giderken, Balmumcu Mahallesi hizasında bir otel yapıldı. İstanbul ve ülkemiz turizmine hizmet vermek için Plaza ismi ile çalışmaya başlayan otelin yerinde, 1990 lı yıllara kadar bir fabrika bulunuyordu. Grundig Marka Radyo ve televizyon imalatı yapılan bu fabrika, Trabzon'lu bir iş adamı ve ortaklarına aitti. Ayrıca Topkapı Bölgesinde kurulu ve PETRIX pillerini imal eden CİHAN ADİ KOMANDİT Şirketi de GRUNDİG hissedarları arasındaydı, PETRİX işçileri ise DİSK'E bağlı KİMYA-İŞ Sendikasının üyesiydiler.
1971 GRUNDİG GREVİ  İstiklal Marşı
Kemal Türkler - Hüseyin Ekinci saygı
duruşu 

İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'da taş taş üstünde kalmamıştı. Tüm Almanya bombalanmış, yıkılmış, yakılmıştı. Ekonomi çökmüş, sanayi tepetaklak, fabrikaların büyük kısmı bombalanarak yok olmuş, bir kısmı ise hasar gördüğünden çalıştırılamaz hale gelmişti.

Haberleşme o yıllarda çok önemli sayıldığından üretimlerin tümü "galip devletlerin" kontrolü altına geçmişti. Max Grundig adındaki radyo satıcısı, 1946 yılında kendi imkanlarıyla bir radyo yapmış ve 1949 yılından itibaren de GRUNDİG ismi ile seri üretime geçirmişti. 1950 li yıllarda ise Avrupa'nın bir numaralı radyosu durumuna getirilmiş, Almanya dışında da üretim yapma eğilimleri başlamıştı.
Türkiye'de ise GRUNDİG Radyo, yukarıda bahsettiğimiz otelin yerinde bulunan fabrikada üretilmeye başlanmıştı.

GRUNDİG FABRİKASI VE SENDİKAL HAREKETLER

Fabrikada 200 civarında işçi üç vardiya olarak çalışıyordu. Çoğunluğunu kadın işçilerin oluşturduğu bu fabrika işçileri, birbirlerine ve sendikalarına son derece bağlıydılar. Beyaz yakalıların bir bölümü ile mavi yakalı işçilerin tamamı Türkiye MADEN-İŞ Sendikası üyesiydiler.
O yıllarda sendika genel merkezi Cağaloğlu'nda, 6. Bölge Temsilciliği merkezi ise Levent'te idi.

Yıl 1971, toplu sözleşme müzakerelerine 6. Bölge Temsilcisi olarak benim başkanlığımda devam ediyoruz.
İşveren yetkilileri son derece katı bir tutum içindeler. 
Özellikle Ekonomik konulardaki tüm sendika tekliflerine "olmaz batarız, bunları karşılayamayız" gibi söylemlerle sürekli karşı çıkıyorlardı. 

Bölge Temsilciliği sınırları içinde PHILIPS, VE-GA, KONDOR, NORDMENDE, TELEFUNKEN, PROFİLO(National) fabrikaları radyo imalatlarını devam ettiriyor, bazı fabrikalar ise seri olarak televizyon üretiyorlardı.

Grundig Fabrika yönetiminin olumsuz tutumları nedeniyle toplu sözleşme müzakereleri çıkmaza girdi, anlaşma olmadı.
1963 Yılında çalışma hayatımıza yeni giren Toplu-İş Sözleşmesi  Grev ve Lokavt Yasası, işveren camiası tarafından gönülden kabullenilmiş bir görüntü vermiyordu. Zaten işverenler tarafından bu durum hiç bir zaman gönüllü olarak benimsenmedi...

GELSİN GREV 

Sendika olarak yasa gereği grev kararı aldık. Grev hazırlıklarına başladık. Grev çadırı ve iç donanımı(masa , sandalye, soba, odun, kömür, çay şeker, çaydanlık, bardak,su)gibi hazırlıklar tamamlandı, grev gözcüsü gömlekleri dikildi.

Fabrikanın oldukça büyük bir bahçesi vardı. Kararlaştırıldığı üzere grevin başlaması için 6. Bölge Temsilciliği flaması, fabrikanın camlarından işçilerce görülecek şekilde yukarı kaldırılarak tutuldu. Yasal uygulamalar, planlandığı gibi gelişti...

Dört sendika temsilcisinin ikisi on dakika içinde dışarıya çıktı. Grev gözcüsü gömleklerini giydiler, fabrika kapısının dışında kendilerine belirlenen uzaklıktaki yerlerini aldılar. 
Onbeş dakika sonra üyelerin yarısı kadarının, sendika işyeri temsilcisinin birisi ile birlikte işlerini bırakıp dışarı çıktıkları görüldü. Kalan üyeler ve baştemsilci ise, yarım saat sonra grup olarak dışarı çıkmışlardı.

Sendika işyeri baştemsilcisi Ahmet Vatandaş isminde bir üyemizdi. Neden geç kaldıkları sorulduğunda "konuşma yaptım, bu bir grevdir. Önümüzdeki günler zor olabilir. Sendika olarak kimseyi zorlamıyoruz. İsteyen kalıp çalışabilir dedim, ama herkes 'ya hep ya da hiç dediler" dedi ve  bir haftalık grev gözcüsü nöbet çizelgesini yazmaya başladı...

1971 Yılı Ocak Ayının Sekizinci günü (dondurucu soğuk bir kış günü) GRUNDİG işçileri, Anayasa ve yasalardan kaynaklanan haklarını kullanarak greve çıktılar.

Kemal Türkler GRUNDİG grevi ziyaretinde grev çadırında
6. Bölge Temsilcisi Hüseyin Ekinci'den bilgi alıyor. 1971
Önceden kararlaştırılan grev komiteleri görevlerini yapmaya başladı. Çadır kurma komitesi,  Barbaros Bulvarından görülebilecek şekilde, otuz, otuzbeş kişinin sığabileceği büyüklükteki grev çadırını on dakika içinde kurdu. Bir köşesine çay ocağı ve malzemeler yerleştirildi. Soba kuruldu ateşi yakıldı...

Yasal uyarı olarak "BU İŞYERİNDE GREV VAR" yazılı flama, fabrikanın duvarına caddeden görülecek biçimde asıldı.
Güvenlik komitesi sayım yaptı, tüm sendika üyelerinin greve katıldığını ilan etti. Kadın işçilerin görevli olanların dışındakiler  evlerine gönderildi.

Grev birlik içinde olaysız olarak devam ediyor...
Gerek grev komitesi ve grev gözcüleri aksatmadan görevlerini yapıyorlar. İşçilerin, akraba ve mahalle komşularının bir kısmı hemen her gün çeşitli yiyecek maddeleri ile gelerek grevcilerle birlikte oluyorlardı.

ÖRNEK GREV

GRUNDİG Fabrikası Grevi, çevre fabrika işçileri tarafından da hemen her gün ziyaret edilir oldu. Ziyaretçi işçiler yanlarında getirdikler çeşitli yiyecek maddeleriyle geliyor, grevcilere sürekli moral veriyorlardı. 
 Bölge işçileri kendi aralarında bu greve "ÖRNEK GREV" söylemini yakıştırmışlardı.

Grev, 12 MART MUHTIRASI dönemine rastladı ve sorunsuz devam ediyor. Yoldan geçen araçlar korna çalarak grevcileri selamlıyorlardı. 

Her gün grev çadırında eğitim amaçlı konuşmalar yapılıyor.
Sıkıyönetim komutanlığı grevin kaldırılmasını ve çadırın sökülmesini istedi. 
Komutanlığa, yasal olan grevin kaldırılamayacağı ve ancak toplu sözleşme anlaşmasıyla sonlanacağı söylendi...
Grev komitesi olarak bir etkinlik yapılmasına karar verildi. Disk Genel Başkanı Kemal Türkler'in Grevi ziyaret etmesi planlandı...

KEMAL TÜRKLER'İN GRUNDİG GREV ZİYARETİ

Genel Başkan Kemal Türkler'in grevi ziyaret edeceği duyulduğunda, grevci işçiler greve yeni başladıkları gün gibi heyecanlandılar. Grev yeri eskisinden daha çok kalabalıklaşmaya başladı. Grevin günlerce hatta aylarca uzayabileceğine inandılar ve bu durumun dışa vurumu göstergesi için bir etkinlik yapmaya karar verdiler.







Grev çadırının caddeye yakın tarafına ahşap bir kaide yaptılar. Kaidenin üzerine Atatürk'ün siyah renkli bir büstünü koyarak adeta bir Atatürk anıtı meydana getirdiler. Kaidenin önüne bir plaka koydular. Grevde kaçıncı günde olduklarını yazdılar.

DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler DİSK Yürütme Kurulu Üyeleri ve DİSK üyesi sendikaların başkanları ile birlikte grev yerine geldi. 
Genel Başkanı, grevci işçiler ve onları yalnız bırakmayan çevre fabrika işçilerinin oluşturduğu coşkulu bir kalabalık karşıladı.

GIDA-İŞ Sendikası Genel Başkanı Kemal Nebioğlu, BASIN-İŞ Sendikası Genel Başkanı Ehliiman Tuncer, DİSK'İN diğer yöneticileri ve çok sayıda sendika temsilcisinin katıldığı toplantıda, birlikte İstiklal Marşı söylendi.

Daha sonra Genel Başkan Kemal Türkler, çok heyecanlı bir konuşma yaptı. Türk Bayrağı altında bulunan büstün açılışını yaptı. 
Grev çadırına girerek grevci çayı içti, işçilerle uzun sohbetler yaptı.

GREV 65 GÜNÜNÜ DOLDURDU
Bölge Temsilcisi olarak ilk günden itibaren bu grevi, işçi ve sendika tekliflerinin hedefleri doğrultusunda sonlandırmak ve iyi bir toplu sözleşme imzalamak düşüncesiyle günümün büyük bir bölümünü onlarla geçiriyorum. Bazı zamanlar ise mecburen geceleri grev çadırında uyumaya çalışıyorum. 
Hava soğuk geceler daha da soğuk.
     
GÖRÜŞMELER YENİDEN BAŞLIYOR                                                                                                                                                                
18 ya da 20 MART tarihinde işveren yetkilileri görüşme talebinde bulundu. Sendika Genel Merkezinde, dört temsilcimizle müzakere ekibi olarak toplandık. İşveren tarafının da katıldığı toplantıda sendika teklifleri aynen kabul edilerek anlaşma sağlandı. Toplu sözleşme, daha sonra fabrikada yapılan törenle imzalandı.
Grundig işçileri disiplinli, eğitimli, ilkeli örnek bir grev uyguladılar, grevli günlerini birlik içinde yaşadılar ve istedikleri gibi bitirdiler. 
İşyeri sendika baştemsilcisi Ahmet Vatandaş ve temsilci Ramis Yerlikaya grevde çok başarılı bir görev yatılar.
Yaklaşık 50 yıl önce benim de içinde bulunduğum emek mücadelesi etkinliğini, Kemal Türkler'in grev ziyaretinde yaptığı o mükemmel konuşmayı, ne yazık ki sessiz izleyeceksiniz...
Kim olduğunu bilmediğim bu kısacık görüntüleri kaydeden ve yayına hazırlayanlara, kendi adıma Hüseyin Ekinci olarak sonsuz teşekkür ediyorum...

29 Ekim 2018 Pazartesi

FABRİKA BACALARI VE DEMİRDÖKÜM

Ülke kalkınmasının en belirgin görüntülerinden biri fabrika bacalarıdır. Dumanı tüten fabrika bacası, üretimi ifade eder.
Üretim, ülkeler için çok önemlidir.
Kaliteli üretim ise, ülke ve insanlık için çok  daha da önemlidir.

Duman çıkararak yükselen çok sayıda ki baca görüntüsü, elbette sanayi oluşumunu belirtir.

Sanayi devrimini asırlar önce gerçekleştirmiş batı ülkelerinden ne kadar geride olduğumuz, Cumhuriyet kuruluşuna kadar toplu iğne bile yapamayışımızdan belli değil mi?

Yerli üretim toplu iğne ve raptiye bile, ancak 1951 yılından sonra imal edilmeye başlandı. İstanbul Davutpaşa semtinde 1951 yılında kurulan Atlı zincir ve iğne fabrikası, seri üretimi ile  sanayimizin geliştiğine örmek gösteriliyordu...   


Toplu iğnenin bile yapılamadığı, 600 yıllık "Cihan İmparatorluğunun" yerine kurulan genç cumhuriyet, devlet olma görevini yerine getirmek için, seri halde adımlar atmaya başladı.



Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Haliç'in her iki yakasına, ülke kalkınmasının en belirgin görüntüsü olan fabrikaların yapılmaya başlandığını biliyoruz. Bunlardan en önemlilerinden birisi Şakir Zümre fabrikasıdır.

İlk yerli bombanın İstanbul'da Haliç'in Sütlüce semtinde kurulu Şakir Zümre Döküm Fabrikasında yapıldığı, Türkiye'nin ilk silah ihracatının yine Şakir Zümre tarafından Yunanistan'a gerçekleştirildiğini kayıtlardan okumaktayız.



Genç Türkiye Cumhuriyeti, Trakya ve Anadolu içlerine doğru dokuma, şeker, kâğıt, askeri mühimmat, demirçelik ve çeşitli dallarda üretim yapan fabrikalar kurmasının yanında, hava ve demir yolu ulaşımlarında da çok önemli hamleler yaparak, devlet olma görevini hakkıyla yerine getirmeye başlıyordu.

1950 Yılından sonra imalat sanayi yatırımlarının, daha çok devlet destekli özel sektör eliyle yapıldığı görülüyor. İşte bu dönemde İstanbul, özel sektörün en çok yatırım yaptığı şehir haline geldi.

T. DEMİRDÖKÜM SİLAHTARAĞA FABRİKASI

Sur dışı sayılan Topkapı, Bakırköy, Sağmalcılar, Davutpaşa, Eyüp Silahtarağa gibi, şehir merkezine yakın bölgeler, kısa sürede özel sektör yatırımları ile dolmaya başlıyordu.


Çeşitli dallarda üretim yapan fabrikaların yanında, asıl ağırlık metal iş kolunda oldu.

Beyoğlu yakasında haddehaneler (demir çekme), Silahtarağa, Alibeyköy, ve Eyüp tarafına ise çelik ve ağırlıklı olarak döküm fabrikaları kuruluyordu.   
Bu yatırımcılardan önemli birisi de uzun yıllar bakkaliye işiyle meşgul olan Vehbi KOÇ'TU.


Ülkede özel sektör fabrikalarının en büyüklerinden biri olan Türk Demirdöküm Fabrikaları da bu bölgede kuruldu. 1954 yılında Vehbi Koç tarafından kurulan bu fabrikalar ülke sanayisi içinde üretim çeşitliliği, cirosu ve çalıştırdığı işçi sayısı bakımından Türkiye sendikal hareketleri içinde çok önemli bir yere sahip olmuştu.

Kalorifer, radyatör, soba, şofben ve çeşitli emaye ev eşyaları imalatı yapan bu sanayi kuruluşunun ürettiği mal ve eşyalar genelleme yapılırsa ev, apartman ve iş yerlerinin belli alanlarında her zaman  öncelikli yerlerini alıyorlardı.


Vehbi Koç (Koç Holding) diğer büyük fabrikasını, Arçelik'i de 1955 Yılında Haliç kenarında Sütlüce semtinde kurdu, 1959 yılında ilk çamaşır makinesini, 1960 yılında da ilk buzdolabını burada üretti ve 1968 yılına kadar da üretimine, burada devam etti. 

Sanayileşme yolunda yerlerini alan bu iki büyük kuruluşun başına da çok önemli iki kişiyi genel müdür olarak tayin etti. 
Bundan böyle Vehbi KOÇ'UN "göz bebeği" diye konuşulan DEMİRDÖKÜM yönetiminde Burhanettin Günergun, Arçelik yönetiminde ise Adnan Bensel tek yetkili olarak görev yapmaya devam edeceklerdi. 



3 Ekim 2018 Çarşamba

TÜRK PHILIPS FABRİKASI ve SENDİKAL HAREKETLER ( I )

ÇALIŞANLARIMLA AYNI MASAYA OTURMAM

İstanbul LEVENT  Bölgesinde görkemli bir binanın, gök yüzüne doğru yükseldiğini görüyoruz.
AVM (alışveriş ve ticaret  merkezi ) olarak faaliyette bulunan bu büyük binanın hemen bitişiğinde, yine iki adet çok katlı dev rezidans bulunuyor. Rezidanslar bir nevi akıllı binalardır. Bu binalar genellikle dışarıdan yardım almadan işlerinin tamamını kendileri görürler. İşte bu pahalı ve değerli binaların yerinde bir zamanlar 900 civarında işçinin çalıştığı ve gece gündüz durmadan üretim yapıldığı bir fabrika vardı.

Ticari adı Türk Philips olan, ancak işçiler ve halkın "Filips" diye söylemde bulunduğu fabrika, 1956 yılında sanayi kuruluşu olarak İstanbul Levent'te kurulmuştu. Gerçi Philips firması 1930 yılından itibaren,Türk Philips limited şirketi, 1953 yılından itibaren de Philips Ticaret Aş olarak İstanbul'da zaten faaliyetteydi. Bu dünya devi firmanın bu gün, 150 ülkede faaliyet gösterdiği ve 227 binden fazla çalışanı bulunduğu belirtiliyor. Karl Marks'ın kuzeni olduğu söylenen Gerard Philips tarafından 1891 yılında kurulan firmanın genel merkezi, Hollanda'da Eindhoven şehrindedir.
LEVENT'TE MAHALLE

1947 Yılından itibaren Levent Çiftliği olarak bilinen bu bölge değişmeye başladı. Emlak Bankası inşaatlara başladı, büyük bir kısmını, bu gün çok değerli ve aynı mimari projeye göre yapılan iki katlı bu evleri 1950 Yılından itibaren teslim etmeye (satmaya) devam etmişti.

İşte bu sıralarda, Philips'in Fabrika inşaatı da başlamış ve kısa sürede tamamlanmıştır. Sonraki yıllarda 800 den fazla işçinin çalışmaya başlayacağı fabrika ve 50 den fazla beyaz yakalı personelin çalışacağı idare binası 1956 yılında faaliyete başlamış oldu.

 Fabrika önden gürünüşü - LEVENT
Zamanının modern fabrika ve sosyal(idare) binaları çok geniş bir alanda bulunuyordu. Fabrikanın
kendisine ait futbol sahası da dahil bu geniş alan, Zincirlikuyu Mezarlığının Levent tarafına komşuydu. Elektrikle çalışan lambalı radyo imalatına başlayan fabrikada, kısa süre sonra çantalı pilli taşınabilir radyo imalatı da gerçekleşti.
Ev gereçleri, televizyon, pikap, elektronik aletler ve televizyon tüpleri, Levent'te kurulu fabrikanın imalat çeşitlerinden bazılarıydı. Bazı ürünlerinin bir kısım parçalarını ise dışarıdan tedarikçiler vasıtası ile temin ediyorlardı.

Böyle bir tedarikçinin yine Levent'te bulunan bir evin çatı katındaki atölyesinde dört hafta süre ile on lira haftalıkla ben de çalışmıştım. Lisede okuduğum 1962 Yılında yaz tatili sırasıydı. Elde taşınan portatif radyo  kutularının dış yüzeyleri sun'î deri ile kaplanıyordu. Bir gün öğle paydosunda dışarıda yemek yediğimiz sırada sendikacı olduklarını söyleyen iki kişi yanımıza gelerek sendika hakkında bilgi vermişlerdi. Bir arkadaşımla birlikte ilgi duyduk onlarla konuştuk. İşimizde dördüncü haftaydı Cumartesi günü haftalıklarımızı aldık. İkimize de artık işe gelmeyeceğimiz söylenmişti...

TÜRK PHILIPS (FİLİPS) VE SENDİKAL İLİŞKİLER 

1967 Yılında Türkiye MADEN-İŞ Sendikasının Silahtarağa Merkez Şubesi (Şube Başkanı Hüseyin EKİNCİ) ile Şişli Şubesi (Şube Başkanı İlyas KABİL) 6. BÖLGE TEMSİLCİLİĞİ adı altında birleştirildi.

Birleşmeden sonra, Ana Tüzük gereğince yapılan ilk Bölge Konseyinde (Genel Kurul) Şişli Şube Başkanı İlyas Kabil'le birlikte aday olduk. Yapılan seçimi açık ara oy farkı ile ben kazanmıştım.

Kısa süre sonra Filips fabrikası Toplu Sözleşme görüşmeleri başladı. Sendikayı müzakere heyeti başkanı olarak ben temsil ediyorum. Yanımda organizatörüm var.
Fabrikada yapılan müzakere toplantısında işveren adına Personel Müdürü ve MESS (işveren sendikası) uzmanı katılmışlardı. Bir süre sonra İşveren Temsilcisi, "görüşmelere başlayalım mı?" dedi.
 "Gayet tabii başlayalım ama, bizim müzakere ekibimiz henüz tamamlanmadı, onlar olmadan müzakere başlamaz" dedim.
Sendikamızın daha önce işveren tarafına yazılı olarak bildirdiği yetki belgesindeki isimlerin, toplantı salonuna henüz gelmediğini ve onlar gelmeden toplantının başlamayacağını bildirdim.

AYNI MASAYA OTURMAM

Kısaca, işyeri sendika temsilcilerimizin bu toplantılarda bulunması gerektiğini aksi halde toplantının başlamayacağını söyledim. LAHUT Bey denilen Personel Müdürü ayağa kalkarak hiddetli bir şekilde "ben çalışanlarımla aynı masaya oturmam." dedi ve müzakere masasından kalktı, odayı terk etti.

Uzun boylu ve oldukça iri bu müdürün davranışı beni şaşırtmadı. Sendikanın güçlü, işçinin bilinçli ve birlik içinde olduğu işyeri yetkililerinin, masaya tekrar geleceklerini ya da getirileceklerini deneyimlerimle biliyordum. Bu tavır(!) hakkında elbette saatlerce konuşulabilir. Tartışma yapılabilir.
Biz de söylenmesi gerekenleri söyledik. "Birilerinin anlatması gereken asıl konulardan birinin, buradaki işçilerin varlığının olduğudur. Müdürün kendi arkadaşlarına ve akrabalarından istediği kişilerle istediği şekilde konuşabileceği, ama işçileri, işyerindeki sendikamızı temsil eden üyelerimize yapılan bu söylemi kabul etmediğimizin anlatılması gerektiğini belirttim."

Taraflar olarak anlaşamadığımızı belirten, anlaşmazlık tutanağını yazmak için çantamda getirdiğim dosya kağıtları ve karbon kağıtlarını çıkarıp yazmaya başladım. O yıllarda birden fazla nüsha yazılar, bu gün, A dört dediğimiz (dosya) kağıtlarının arasına kopya(karbon)kağıtlarının konulup yazılmasıyla sağlanıyordu.

Durumun ciddiyetini anlayan (Metal İşverenleri Sendikası) MESS uzmanı Av.Oytun ATAUZ,  toplantıya on dakika ara verilmesini rica etti.  Kendi aralarında bir görüşme yapmaları gerektiğinden bahsetti. İşveren heyeti yanımızdan ayrıldı. On, onbeş dakika sonra yanlarında işyeri sendika baştemsilcisi Cemali Çakıroğlu olduğu halde müdür odaya girdi ve artık müzakerelere geçebiliriz dediler. "Cemali neden yalnız geldin?" dedim. "Başkan, diğerlerini de ben temsil ediyorum!"demişti. Anlaşılan Cemali öğretilmişti!

Ben, müzakere heyetimizin kimler olduğunun belirlendiğini, daha önce işverene bildirdiğimiz yetki belgesindeki isimlerin yani, işyerinde çalışan temsilcilerimizin tamamı gelmeden müzakerelerin başlamasının imkansız olduğunu ısrarla belirttim.
Kısa süre sonra altı temsilcimiz de iş elbiseleri ile müzakere masasında genel müdürün tam karşısında yerlerini aldılar...

1967 Yılında başladığımız toplu sözleşme müzakereleri çeşitli tarihlerde devam etti. İşçilerin (sendika) teklifleri kabul edildi. Toplu sözleşme yemekhanede işçilerin huzurunda imzalandı.
Daha sonra işyerinde temsilci seçimi yapıldı. Seçim sonunda sandıktan Cemali Çakıroğlu çıkmamıştı!
Bir süre sonra da LAHUT Bey fabrikaya gelmez oldu...

Philips işçileri, Türkiye Maden İş Sendikası ve DİSK'İN en bilinçli en inançlı üyeleri olarak,  sendikal hareketler içindeki yerlerini hep başarılı olarak korudular.

BİRLİK OLMAK GÜÇLÜ OLMANIN İLK BASAMAĞIDIR


TÜRK PHILIPS  FABRİKASI ve SENDİKAL HAREKETLER (II)


22 Eylül 2018 Cumartesi

ÇALIŞIRKEN ÖLMEK KADER Mİ

İŞ KAZALARI HIZ KESMİYOR

Günümüz ve yakın geçmişte, çeşitli sebeplerden dolayı özellikle iş kazaları sonucu işçi ölümlerinin arttığını duyuyor, okuyor görüyoruz.
Hemen her gün, özellikle sosyal medyada birden fazla işçinin kazalar nedeniyle hayatlarını kaybettiklerini okuyoruz.

Bu konuda en büyük eksiklik, şüphesiz yeterli denetimlerin yapılamaması veya yapılmamasından kaynaklanmaktadır. Yine bir nedeni de işyerlerinin sendikasız olmasıdır. Sendikalar ve yaptıkları toplu sözleşmeler en büyük denetim organı durumunda sayılmaktadır.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması ve denetimlerinde sendikalar adeta bir sigorta durumundadır.






İşçi ölümleri ile ilgili bir değerlendirme ve araştırma yazısını birlikte okuyalım




 Milletvekili Tekin Bingöl, son 16 yılda yaşanan iş cinayetleriyle ilgili bir rapor hazırladı. Rapora göre son 16 yılda 21 bin 208 işçi canından oldu.

İstihdamın taşeronlaşma ile yapıldığı, işgücünün örgütsüzleştirilip ucuzlatıldığı, işverenin iş yerinin tek hakimi olduğu, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarının esas alındığı piyasa koşulları içerisinde iş cinayetleri, işe bağlı hastalıklar ve iş sebebiyle yaşanan intiharlar her geçen gün artmaktadır. Türkiye’de iş kazası ve meslek hastalıkları sonucu ölüm istatistikleri SGK tarafından açıklanmaktadır. Fakat SGK, kendisine bildirim yapılan ve kayıt altına alınan ölümleri açıkladığı ve kayıt dışı istihdam edilenleri verilerine dahil etmediği için açıklanan sonuçlar eksik ve yanıltıcıdır. Sadece kayıtlı olan değil, kayıt dışı istihdam edilen işçilerin de yaşadığı iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu yaşanan kayıplarla verilerini oluşturan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) istatistiklerine göre AKP ’nin iktidar olduğu yıllar boyunca iş cinayetlerinde yaklaşık 21 bin 208 işçi yaşamını yitirmiştir. ILO verilerine göre, 1 “iş kazası sonucu ölüm” karşılığında yaklaşık 6 “işle ilgili hastalık sonucu ölüm” olmaktadır. Dolayısıyla, bu veriye meslek hastalıkları sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı da eklenince yüz binlerce emekçinin iş cinayetleri sebebiyle hayatını kaybettiği açıkça görülecektir. Türkiye, işçi ölümlerinde Avrupa'da birinci, dünyada ise üçüncü sıradadır. Günde neredeyse 4 işçi iş cinayetleri ile hayatını kaybetmektedir.
"
Kadın emekçilerin ölüm oranı da her geçen gün artmaktadır. Yüzde 90’dan fazlasının sendikasız, yüzde 75’i ise kayıt dışı çalıştırılan kadın emekçiler güvencesizlik içinde hayatlarını kaybetmektedirler. 2013 yılından 2018 yılının ilk 6 ayına kadar 722 kadın işçi hayatını kaybetmiştir."

İŞ GÜVENLİĞİ SAĞLANMALIDIR.
İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ DENETİM GÖREVİ DEVLETİNDİR...



2 Ağustos 2018 Perşembe

SENDİKALI İŞÇİ SAYISINDA ARTIŞ VAR


SENDİKAL ÖRGÜTLENME AĞIR AKSAK 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 31 Ocak 2018 Tarihinde, işçi sendikalarının üye sayıları ile ilgili bir istatistik yayınlamıştı. Bu tarihte sendikalı işçi sayısı, toplam 1 milyon 717 bin 397 olarak belirtilmişti.

İstatistikte, işçi sendikaları konfederasyonlarının ve bağımsız, sendikaların üye sayılarına ait veriler de belirtilmekte idi. 

Adı yeniden değişen, Çalışma Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı, Sendikalar Yasası uyarınca Temmuz 2018 Tarihinde yeni bir istatistik yayınladı. 
Bu duruma bakıldığında, çalışan işçi sayısı ülke  dahilinde 14 milyon 121 bin 664 olarak gösteriliyor.
Yurt çapında sendikalı işçi sayısı ise bu tarihte 1 milyon 802 bin 155 işçinin sendikalı olduğu gözlemleniyor. 
Bu duruma göre sendikalı işçi sayısında önemsiz de olsa bir artış mevcut.

DAYANIŞARAK BİRLEŞMEK 

Yine en fazla sendikalı üye sayısı 958 bin 618 ile TÜRK-İŞ Konfederasyonunda. 
Sırasıyla HAK-İŞ Konfederasyonunun üye sayısı, 654 bin 722. 
DİSK'İN üye sayısı ise 160 bin 568 olarak belirtilmiştir. 
Bağımsız sendikaların  üye sayısı ise 27 bin 308 dir. 

Çalışan işçi sayına göre sendikalı işçi sayının bu denli yetersiz oluşu
sendikalara da, işçilere de  ülkemize de yakışmıyor...                                                                  

İstatistik sonucuna göre DİSK, örgütlenmede yüzde olarak en fazla işçiyi örgütlemiş görülüyor. Ancak yetersiz. 
Haydi DİSK, eski günlere...

İŞÇİ ARI GİBİDİR

İşçi üretir, durmadan üretir...
Elbette emeği ile üretir...
Arı gibidir...
Çalıştıkça, çalıştırıldıkça üretir.
Yoksulluk, yoksulluk ne kelime, açlık sınırında, yaşattırılarak çalıştırılır.

Ürettiklerinin büyük bir bölümünü, çoğu zaman kendisi ve ailesi için kullanamaz...
Buna rağmen durmadan çalışır, çalışmak zorundadır...
İş yeri, çevre, çalışma koşulları nasıl olursa olsun çalışır...
Yeterli denetimsizlik, çalışma koşullarının iyileştirilememiş olması, önlemler eksikliği, çoğu zaman ölümlü iş kazası ile sonlanır.
Ya da yıllar sonra yakalanılan meslek hastalığı...

Arılar da öyledir.
Kendi kolonileri için üretirler.
Kovanlarından çıktıktan sonra durmazlar. Duramazlar...
Ağaçtan ağaca...
Daldan dala...
Çiçekten çiçeğe konar...
Çoğu zaman bir yol kazasına uğrar, "arı kuşuna" yakalanarak hayat sonlanır.

Üretilen bu değerler başkaları (insanlar) tarafından yağmalanır.
Ürettiğinin çok azı kendisine bırakılır...
Ölmesin ki seneye tekrar bu değerli besini üretsin. 

İşçilerin açlık ve yoksulluk sınırlarında çalışmaları kader değildir.
Bu sınırları aşmanın yollarından birisi de sendikalı olmaktır.

SENDİKALI OLMAK YALNIZLIKTAN KURTULMAKTIR.

13 Haziran 2018 Çarşamba

16 HAZİRAN İŞÇİ EYLEM GÜNÜDÜR

  KUTSAL İŞÇİ YÜRÜYÜŞÜ

13 ŞUBAT 1967 Tarihinde DİSK kuruldu. Böylece devrimci ve gerçek sendikacılık dönemine girilmiş oldu. Kısa zamanda üye sayısı onbinlere, elli binlere, seksenbinlere ulaştı. Hükûmet ve patron güdümündeki sendikalar rahatsız oldu.
İşçiler akın akın DİSK içinde örgütleniyorlardı.
Gerçek sendikacılığın ilk ürünleri görülmeye başlandı. İşçi hakları ve emek mücadelesi artık toplu sözleşmelerle işçiden yana esmeye başlamıştı. Bu durum patronlar ve onların düşünce yapısındaki siyasiler  rahatsız oldular.

Onlara göre gerçek ve devrimci sendikacılık derhal engellenmeliydi!
DİSK kapatılmalıydı!
Süleyman Demirel hükûmeti, alelacele bir kanun çıkardı. Sendikal özgürlüklere aykırı, işçi haklarını yok edecek bu kanuna karşı, işçi sınıfının devrimci kesimi derhal tavır belirledi.

DİSK üyeleri, 15 Haziran 1970 Tarihinde üretimi durdurdu. Yürüyüşlerle yasayı protesto ettiler.
Bağımsız sendikalar ve bir kısım TÜRK-İŞ üyesi işçi de yürüyüşlere katıldı. Bu yürüyüşler Türk sendikacılık tarihine 15-16 Haziran 1970 olayları diye geçti. Antidemoratik olduğu kesinleşen kanun iptal edildi.

15-16 HAZİRAN 1970 Büyük İşçi Direnişi, işçi sınıfının demokrasi mücadelesinde, gücünün önemini ispat ettiği şanlı bir demokratik eylemdir.
İşçiler, emek dünyasının, sadece burjuvaya, onların tek yanlı ve sadece onlardan yana olanlara bırakılamayacağını, dosta düşmana kabul ettirdikleri ve bunu beyaz sayfalara yazdırdıkları şahane bir haykırıştır.

15-16 Haziran işçi direnişi, Türkiye sendikal eylemleri içerisinde işçi sınıfının başarı ile sonuçlandırdığı emek mücadelelerine ait kutsal iki günüdür...

T.MADEN-İŞ  başta olmak üzere, DİSK üyesi sendikaların başlattıkları iş bırakma ve yürüyüş  eylemleri, 15 HAZİRAN sabahı heyecan ve coşku ile başladı. Gece çalışan işçiler sabah evlerine gitmedi.
Sabah, fabrikalarına çalışmak üzere gelen işçiler işbaşı yapmadı.
İstanbul'un Topkapı, Bayrampaşa, Sağmalcılar, Bakırköy, Güngören, Küçükçekmece, Büyükçekmece kısaca sur dışında bulunan ilçeleri o tarihlerde tamamen bir sanayi bölgesi niteliğindeydi.
Eyüp, Alibeyköy, Silahtarağa, Kâğıthane ve Haliç'in her iki yakası ise büyüklü küçüklü Fabrikalar ve atölyelerle doluydu.

Anadolu yakası, Kadıköy, Kartal, Pendik, Maltepe, Gebze, Kocaeli ülkemizin yüzünü güldüren ve ülke ekonomisinin belkemiği durumundaki büyük sanayi kuruluşlarının toplandığı bölgeler durumundaydı.

Beyoğlu, Şişli, Levent, Sarıyer İstinye bölgeleri özellikle, Televizyon, beyaz eşya, ilaç ve kaliteli kablo imalatının adeta stok deposuydu.

15 Haziran 1970 sabahı baba, işçi olan oğlu Ali'yle, işçi Hasan, karısı Halime'yle, Hüseyin dede, torunu işçi Fatma'yla gönül köprüleri kurarak yürümeye başladılar...
Sur dışında birbirleri ile buluşarak yürüyen işçiler Beyoğlu tarafına geçmek istediler.

Valilik, Galata Köprüsünü açarak geçişe yasak koydu. Zannediyorlardı ki emekleri ile dünyayı vareden emekçiler engellenir. Madeni topraktan çıkaran, eriten, dökümünü yapan, çeliğe dönüştürüp köprüler kuran emekçileri durdurmak mümkün mü? Köprüler kurmayı bilen emekçiler, birbirleriyle derhal en sağlam köprüyü,"gönül köprülerini" kurdular
Artık 15 Haziran Günü İstanbul ve Kocaeli'nin her tarafı, karınca yuvaları gibi hareketlilik yaşıyordu.

İşçiler komşu fabrika işçileri ile buluşuyor, güvenliklerini kendileri sağlıyor, birleşiyor, yürüyor, yürüyorlardı.
Yürüyerek iktidarın inatlaşarak çıkardığı ve gerçek sendikacılığı yok eden, yeni sendikalar kanununu protesto ediyorlardı. İktidarın çıkardığı yeni yasanın, gerçek ve özgür sendikacılığı yok ettiğini anlıyor yürüyorlardı...

16 HAZİRAN günü tekrar deneyeceklerini kararlaştırdılar.
15 Haziran gecesi Demirel Hükumeti İstanbul ve Kocaeli'de "sıkıyönetim" ilan etti. Sıkı yönetim yürüyüşleri yasakladı. 16 Haziran günü işçiler fabrikalarında çalışmadılar, pasif direnişe geçtiler. Bazı fabrika işçileri direnişlerini uzun süre devam ettirdiler.

Silahtarağa'da kurulu Türk Demir Döküm Fabrikası işçileri ile Kağıthane'de kurulu Rabak Fabrikası işçileri direnişi, en son bırakma konusunda inatlaştılar. Pasif direniş günlerce devam etti. Sendika yöneticilerinin araya girmesi ile direniş aynı gün ve aynı saatte sona erdirildi.

İşçiler sendikalarını sahiplenmek, gerçek sendikanın varlığını devam ettirmek, emek meydanını sadece burjuva ve onların işbirlikçilerine bırakmamak için yürüdüler...
Kazanılmış haklarının ellerinden alınacağını bilerek, onları korumak için yürüdüler...
Tekrar sarı sendikaların, ve onların işbirlikçisi patron sarmalına girmemek için yürüdüler...
Demokrasilerde gerçek, bağımsız ve devrimci sendikaların varlığının bulunması gerektiğini ispat için yürüdüler...
Anlaştılar, buluştular, birleştiler, binler, onbinler, yüzbinler olarak yürüdüler, yürüdüler...
Kazandılar...

19 Mayıs 2018 Cumartesi

ÇALIŞANLARIN SENDİKASIZLIĞI

SENDİKASIZLIK YALNIZLIKTIR

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 31 Ocak 2018 Tarihinde, işçi sendikalarının üye sayılarıyla ilgili bir istatistik yayınladı. Bu duruma göre sendikalı işçi sayısı 1.714.397 dir.
Bilindiği gibi Türkiye'de; 
Ülkemizde, şu anda etkili üç işçi sendikaları konfederasyonu vardır.

Bu istatistiğe göre, TÜRK-İŞ Konfederasyonunun 34 üye sendikası vardır. Bunların toplam üye sayıları ise 925.039 dur.  Konfederasyon 1952 yılında kurulmuştur.
Kuruluş yılları çok çalkantılı geçmiştir. Seyfi DEMİRSOY başkanlığı döneminde  (1960) örgütlenmesini tamamlayabilmiştir. "PARTİLER ÜSTÜ POLİTİKA" ve "ANKARA'DA TÜRK-İŞ" var sözcükleri, Seyfi DEMİRSOY ve daha sonra gelen başkanların çok sık kullandıkları sloganları olmuştur. Genellikle iktidar olan parti ve hükûmetlerle iyi ilişkiler oluşturmaya dikkat eder bir politika izlemektedir.

Bu günkü iktidar tarafından uzun zamandır desteklenen, HAK-İŞ Konfederasyonunun ise 22 üye sendikası bulunmaktadır. Toplam üye sayısı 615.301 olarak belirtilmektedir. HAK-İŞ konfederasyonu 22 EKİM 1976
Yılında Ankara'da kurulmuştur

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK ise, üye sayısı bakımından üçüncü sırada yer almaktadır. DİSK 13 ŞUBAT 1967 Yılında İstanbul'da kurulmuştur. DİSK'in 22 üye sendikası vardır. Bu sendikaların üye sayıları toplamı 149.187 dir. Türkiye'de ilk defa bir sendikal örgüt, adının başına "DEVRİMCİ" unvanı yazılarak kurulmuştur. Genel Başkanlığını uzun süre Kemal TÜRKLER yürütmüştür.
Örgütlenmesini kısa zamanda tamamlayan DİSK, sendikal hayata önemli ilkler yaşatmıştır. Demokratik kitle ve sınıf sendikacılığının olmazsa olmazlarını denemiş, uygulamış, işçiler lehine bir çok kazanımlar sağlamıştır. Bu nedenlerle işçilerin takdirlerini kazanarak üye sayısını kısa zamanda BEŞYÜZBİNLERE taşımıştır.
1 MAYIS, (işçi bayramı) ilk defa 1976 Yılında DİSK öncülüğünde TAKSİM'de kutlanmıştır.
TÜM-İŞ, BİRLİK-İŞ Konfederasyonları ile bağımsız sendikaların üye sayıları toplamı ise 24.870 dir.

BU TABLO TÜRKİYE SENDİKAL HAREKETİNE YAKIŞMIYOR

2018 Yılı itibari ile Türkiye'de zorunlu SSK(sosyal sigorta)lı çalışan sayısının yaklaşık 20 milyon  olduğu ifade edilmektedir. Bunların büyük bir bölümü sanayi sektöründe, kalan kesim ise hizmet sektöründe çalışır durumdadır.
Sözün getirilmek istendiği yer;  Bu gün sendikalı işçi sayısı %10 dan daha düşüktür. Yani çalışan on işçiden biri sendika üyesi durumundadır. 1980 öncesinde sendikalı işçi sayısının, % 50-60 olduğu ifade edilebilmekteydi.
Bu durum, 1980 darbesinin, işçi sınıfının sendikal hareketlerini, işçi aleyhine nasıl etkilediğinin çok açık bir göstergesidir..

Şurası bir gerçektir ki 1980 Yılından itibaren işçi sendikaları devamlı kan kaybetmektedir. Bu durum ise sonuç olarak işçi sınıfının ekonomik ve demokratik sendikal haklarının geriletilmesine, zayıflatılmasına neden olmuştur.

12 EYLÜL DARBESİ, gerçek sendikal çalışmaların ortadan kaldırılmasını planlamıştır. Sendikal hareketlerin zayıflatılmasının, geriletilmesinin asıl ve önemli sebeplerinden birisidir. Düzenle uzlaşmış görünümündeki, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ yöneticileri ise, sürekli geriletilen sendikal hareketlere ses çıkarmaz olmuşlardır.

BEN ZENGİNİ SEVERİM

12 EYLÜL Yöneticileri, başta Turgut Özal olmak üzere sendikal çalışmalarla elde edilen bir çok  işçi haklarını, özellikle de toplu sözleşmelerle elde edilen sosyal yardım, ikramiye gibi ekonomik hakları sürekli törpülemiştir.
Darbeci Evren, "garson benimle aynı maaşı alıyor" diyerek işçi ücretlerinin yüksekliğinden olan rahatsızlığını dile getirmiş, darbecinin başbakanı Özal ise "ben zengini severim" demiş ve her ikisi de işçi hakları karşıtlığını açıkça belirtmişlerdir.
Ne yazık ki düzenden yana, işçi emeğinin değerini bilmeyen, gerçek ve devrimci bir ruh taşımayan, sendikacılar birçok şeyin farkında değil...
Gerçek sendikacılığın gereğini hâla yapmayanlar, âla yaşantılarına devam ederek işçi emeğine ihanet ediyorlar.
Sendikacının ilk görevi, işçileri sendikalı yapmaktır. Sendikaları sayısal bakımdan çoğaltmak ve güçlendirmektir.
İşçinin ilk görevi ise sendikalı olmaktır...


SENDİKASIZLIK YALNIZLIKTIR...
SENDİKA, İŞÇİNİN ŞEMSİYESİDİR...
SENDİKA, İŞÇİNİN AVUKATIDIR...
SENDİKA, İŞÇİNİN EVİNDEN SONRAKİ YUVASIDIR...
SENDİKA, İŞÇİNİN VE GELECEĞİNİN YAŞAM GÜVENCESİDİR...






13 Mayıs 2018 Pazar

SOMA 301 KADER Mİ

13 MAYIS 2014 Yılında, Manisa'nın SOMA ilçesinde, özel sektöre ait büyük bir kömür ocağında 301 işçi hayatını kaybetti.
Olay günü kömür ocağının çalışma vardiyasında, 787 işçinin bulunduğu bildirilmişti. SOMA kömür ocağında meydana gelen 301 işçinin ölümü, gazetelerde, televizyon haberlerinde, "MADEN KAZASI' olarak yayınlanıyordu. Bazı yorumcular, bu olayı "İŞ KAZASI" olarak belirtiyor, bazı yetkililer ise bu ölümleri "KADER" olarak değerlendiriyorlardı.

 Bu durum hiç de öyle değil...

İŞ KAZASI MI KADER Mİ

Gazetelerde zaman, zaman cami avlusuna yeni doğmuş çocukların bırakıldığı haberlerini okuyoruz. Bu zâlimce olayda, elbette çocuğu doğuran annenin kendine göre bir nedeni olabilir. Nedeni ne olursa olsun, hiç bir neden, bu hareketin bu olayın yanlışlığını hafifletmez.
Bırakılan bir canlıdır, bir bebektir, bir insan yavrusudur.
Çoğu zaman bu bebeklere "KADER" ismi verilir. Sosyal devlet elbette bu bebeği sahiplenir, bakımını üstlenir, sağlıklı büyümesini, eğitimini sağlar, ülkeye faydalı bir birey olarak topluma kazandırır.


SOMA kömür ocağında meydana gelen bu elim olayda, 301 işçi toprağa verildi.
Olay sonrası, bir çok bilim adamı, bir çok uzman, bir çok iş bilir insan, ocakta iş güvenliğinin tam olarak sağlanmadığını belirttiler.

İŞ GÜVENLİĞİ YOK

İş güvenliğinin can kurtarmaya yönelik olmadığı, yetkililer tarafından da tam denetim yapılmadığı, yapıldıysa da göstermelikten öteye geçmediğini, yazılı basında çıkan değerlendirme, haber ve yorumlardan öğreniyoruz. Zaten sonuç da bu durumu doğruluyor, 301 can kayıp...

MADEN OCAKLARINDA YAŞAM ODALARI


Maden ocaklarında iş güvenliğinin ana ve ilk oluşumu, yaşam odaları yapmaktır. Bunlar yapılmış olsaydı elbette bu kadar insan kaybedilmezdi.
İş güvenliğinin tam olarak sağlanmadığı, inşaatlarda, fabrikalarda, maden ocaklarında, kısaca iş yerlerinde oluşan kazalar İŞ KAZASI olmaz, olamaz...
Bu olayda işveren ve işyeri yetkilileri, işçi eğitimleri de dahil olmak üzere, tüm bilimsel önlemleri almışlar mıdır?
Elbette hayır...

Öyleyse bu iş kazası sayılmaz... Olsa olsa bunun adı FACİADIR.
İşyerlerine "önce iş güvenliği" levhaları asmak sadece görüntüyü kurtarır.
Facialar sonrası meydana gelen kaza ve ölümlere KADER demek, olayın şiddetini ve sorumluluğunu hafifletmez.
Üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen, hayatlarını kaybeden 301 maden işçisinin mahkemeleri  hala sonuçlanmadı...

30 Nisan 2018 Pazartesi

1 MAYIS İŞÇİNİN EMEKÇİNİN BAYRAMI

BİRLİK VE DAYANIŞMA

1 MAYIS,  dünya işçilerinin ve emekçilerinin birlik ve dayanışma günüdür.
Dünya emekçilerinin ortak bayramıdır.
1 MAYIS günü, çeşitli ulusların, işçi ve emekçilerinin, aynı anda aynı şeyleri düşündükleri, aynı şekilde davrandıkları gündür.

MEYDANLAR ÇİÇEK AÇMIŞ GİBİ

Her Yılın 1 MAYIS Günü, dünya işçi ve emekçileri meydanları doldurur.
Sermaye sahiplerinin ortak çıkarlarına karşı, emeğin ortak mücadelesini birlikte, ve her ülkede haykırdıkları çok önemli bir bayram günüdür.

KAPİTALİST TEKELLER VE ABD

1886 Yılına kadar Amerika Birleşik Devletlerinin kapitalistleri, uzun iş günü ve çok ucuza çalıştırdıkları işçilerden önemli bir mücadele davranışı ile karşılaştı. 1 MAYIS Günü onbinlerce işçi, çalıştıkları işyerlerinde üretimi durdurdular. 8 saatlik iş günü sloganı ile genel grev kararı aldılar. Genel grev başarılı bir şekilde devam ederken, 3 Mayıs Günü kışkırtıcıların(bozguncu) davranışlarına karşı hazır durumda bekleyen silahlı polisler, sermayenin emrini uygulamak için işçilere saldırdılar. Grev kırıcıları, sarı sendikacılar, gangasterler de polisin yanında yer aldı. İşçilerden ve polislerden ölenler oldu. Çok sayıda işçi ve polis yaralandı. 

ABD işçi ve emekçileri sonunda 8 saatlik iş günü mücadelesini kazandılar.1889 Yılında 1 MAYIS, Dünya işçilerinin uluslararası birlik ve dayanışma günü olarak ilan edildi.

TÜRKİYE'DE 1 MAYIS


Ülkemizde 1 MAYIS uzun yıllar "Bahar ve Çiçek Bayramı" olarak kutlandı. Zaman zaman yasaklandı. O günlerde 1 Mayısların farkındalığını bilen, onu özümseyen işçiler ve emek dostları küçük gruplar halinde kırlarda kutladılar. Bazıları yine küçük toplantılar halinde evlerinde bir araya gelerek kutlamaya çalıştılar. Yığınsal olarak 1 MAYIS ilk defa 1976 yılında İstanbul TAKSİM Meydanında kutlandı.

BİR MAYIS YIĞINSAL EYLEMLERİNE GİDİLEN YOL

13 ŞUBAT 1967 İstanbul Çemberlitaş, Şafak Sineması önü, BAYRAM YERİ GİBİ. 
Genç, yaşlı, kadın, erkek...
Salonun içini dolduran delegeler, coşku içinde marşlar söylüyor. Salon içindeki delegelerin  ve dışarıdaki insanların da suratlarında hem heyecan hem mutluluk var. Bu heyecan ve mutluluk, tarihi bir güne tanıklık ediyor sanki. Şafak Sinemasının salonunda delegeler ayakta, dakikalarca bir kararı alkışlıyorlar...
DİSK adıyla yeni bir işçi sendikaları konfederasyonu kuruldu. Otuz bin işçi ile kurulan konfederasyonun üye sayısının, çok kısa zamanda beş yüz binlere ulaştığı görüldü.
Gerek kuruluş sırasında gerekse kuruluş sonrası DİSK'in lokomotif kuruluşu daima MADEN İŞ Sendikası oldu.

MADEN İŞ SENDİKASI, yöneticileriyle, üyeleriyle, DİSK içinde bağımsız ve özgür sendikacılığın örneklerini sergiledi. Örgütlenmeye önem verdi, üye sayısını çok kısa zamanda seksen binlere taşıdı. Eğitim, araştırma, toplu sözleşme müzakere ve yapımında ilkeler belirledi. MADEN İŞ ve dolayısı ile DİSK'in yürüdüğü yol, daima üye tabanının çıkarları doğrultusunda oldu. Elbette bu çıkarların hayata geçirilmesinde işçi sınıfının sınıfsal bilimi de katkı sağlıyordu..

DİSK kuruldu...
Güçlendi...
Güçlendikçe Türkiye sendikal mücadelesine, bir çok ilkler kazandırdı. Onları güçlü birer kilometre taşı olarak günümüze taşıdı. Bunlardan önemli birisi de 1 MAYIS'IN yığınsal olarak kutlanmasıdır.


İstanbul TAKSİM Meydanında 1976 ve 1977 Yıllarında ilk defa 1 MAYISI yığınsal olarak kutladı.
Ne yazık ki, katılımın TAKSİM Meydanına sığmayacak kadar çok olduğu 1977 Yılında yapılan  kutlamalara hain güçlerin provakatörleri sızdırıldı. İstenmeyen olaylar oldu. Maalesef kutlamaya gelen 34 kişi hayatını kaybetti. Karanlık güçler 300 bini aşkın bir kutlamayı gerçekleştiren DISK'İN 1976 kutlamalarını hazmedemedi. 1977 kutlamalarına kan bulaştırdılar.
Yukarıda soldan sağa Hüseyin Ekinci, 4. resim Kemal Nebioğlu
yanında Kemal Türkler, Taksim'de saygı duruşunda.

Yandaki resim sağdan sola Fehmi Işıklar, Hüseyin Ekinci, Kemal Nebioğlu, Kemal Türkler, 1976 Taksim 1 Mayıs alanına girerken.

1 MAYIS TAKSİM KUTLAMALARI

1976 1 MAYIS Taksim Meydanında kutlandı. 300.000 den fazla katılım oldu. İstanbul'un hemen her bölgesinden başta işçiler olmak üzere konvoylar halinde yürüyüşlerle TAKSİM doldu taştı...