28 Nisan 2018 Cumartesi

SENDİKAL ÖZGÜRLÜK YOLU ( I )

Otuz beş, kırk yaşlarında, orta boylu, etrafına şaşkın, şaşkın bakan bir adam, 
yalpalayarak içeri girdi. Hızlı, hızlı nefeslenen, kızgın bir surat...
Göz bebeklerinin etrafı kıpkırmızı. 
Bir sağa, bir sola bakıyor. 
"Nâhak yere işten çıkarıldım. Başkan yok mu? Başkanla görüşeceğim" dedi.

Mırıldanma tonundaki bir sesle konuşmuş, yarı anlaşılır şekilde sormuştu soruyu.
Hani bazen umutsuzluğun, tüm yüze yansıdığı zamanlar olur ya, işte durum öyle.
Suratında derinleşen çizgiler, sanki bir yılı üç yıl yaşamış gibi... 
Daha doğrusu yaşamadan yaşlanmış gibi...
Sanki çözümsüzlüğün, daha sorarken anlaşıldığının dışa vurumu... 
Karşımda öylece duruyor...

"Buyur şöyle otur, bir nefeslen dedim."
"Ben başkanla görüşmek istiyorum, dedim ya, o yok mu?" diyerek sordu ve oturdu.
Oturdu demek çok doğru olmaz adeta yığıldı...

Odada üç kişiyiz. 
Üçümüzü de başkanlık makamına uygun görmedi besbelli. Hakkı da yok değil, şube başkanı, yirmi beş yaşında zayıf cüsseli bir genç adam. Şakir Zümre Fabrikasından tornacı Cabir Usta, altmış yaşını aşmış kır saçlı, iş tulumuyla sol tarafta oturuyor. 

Oto Yay Fabrikasından Dursun Koçakoğlu, yine iş elbiseli, uzun boyu ve iri cüssesi ile sağda oturuyordu. Her ikisi de, üyeler tarafından seçilen işyeri sendika baş temsilcilerimiz.
Çalıştıkları fabrikalardaki sorunları görüşüyoruz...

Cabir Usta, yaşlılığının verdiği kıdemli sendika üyesi sıfatıyla, hemen söze girdi, "na hak yere diyorsun ama, mutlaka bir sebebi vardır, durup dururken seni niye çıkarsınlar?" Dedi.

Kırıkkale Makine Kimya Fabrikalarında uzun yıllar çalıştığını anlatırdı hep Cabir Usta. Konuşmalarına "ben Makine Kimyada iken" şeklinde başlar, anlatacağı konuları da oldukça uzatırdı. Asıl mesleği tornacılıktı ama, daha çok, pik döküm işlerinde uzmanlaşmıştı.

Şakir Zümre, Cumhuriyetimizin ilk sanayicilerinden birisidir. Atatürk'ün, Bulgaristan'da görev yaptığı (askeri) ataşelik yıllarında tanışmışlar. 
Cumhuriyetin ilk yıllarında, kurduğu, Sütlüce'de ki fabrikasında devlete, uzun yıllar askeri cephane üretmiştir.

Bomba üreten ve yurt dışına, Türkiye'den silah ihracatı yapan ilk Türk sanayicisi olduğu bilinir. 
Savaş sonrası ise ürettiği döküm, emaye kömür sobaları, zengin fakir bir çok evin, belli başlı ısınma aracı olmuştu... 

ANTİKA SOBA

Çeşitli renk, şekil ve büyüklükte üretilen, emaye sobaların bir kısmı, bu gün bile birer antika olarak, lüks konak ve yalıların  en değerli yerlerini süslüyorlar.

Şakir Zümre o yıllara ait devlet tarafından verilen, teşekkür ve takdirnameleri renk, renk döktürdüğü Atatürk büstleri ile birlikte yazıhanesinin duvarlarında teşhir eder, müşteri ve misafirlerine göstermekten büyük haz duyarmış. 1966 Yılında vefat ettikten donra fabrikayı eşi yönetmeye başlamış. O da Şakir Zümrenin iftihar vesilesi saydığı bu teşekkür ve takdir belgelerini aynen muhafaza etmiş.

Cabir Usta uzunca bir süre, sessiz durduktan sonra tekrar "nerede çalışıyordun dedi ve devam etti, "sebepsiz yere işten çıkarıldım dedin, anlat bakalım sence neden çıkardılar?" diyerek "na hak" sözcüğünün anlamını da kendince açıklamış oluyordu.

"Ekmek" dedi. "Ekmek, öğlen yemeğinde doymadım, ekmek sepetinden, çeyrek ekmek daha aldım. Kurallara uymuyorum diye şikayet ettiler şerefsizler, işten attırdılar beni."

Üçümüz de dikkat kesildik. Bir süre birbirimizin yüzüne öylece baka kaldık...
Konuşamadık, konuşmak, soru sormak gelmedi içimizden...
"Çeyrek ekmek, şerefsizler" ne demek, ne anlama geliyordu bütün bunlar?...
"Şerefsizler dediğin kimler" dediğimde, "kim olacak, sarı sendikanın adamları, döküm fabrikasının  patronlarıyla birlikteler. Adı sendika, ama sanırsın işveren kuruluşu, olmaz olsunlar" dedi.
Bir an göz göze geldik.

"Bak kardeşim ben, T.Maden - İş Sendikası Silahtarağa Merkez Şube 
Başkanıyım, o fabrikada başka bir sendika yetkili. Toplu sözleşmeyi Çelik - İş Sendikası yapmış, sözleşme bitimine de, uzun zaman var" dedim. 
"Bizden istediğin nedir" diye sordum? 


              Hüseyin Ekinci

OLMAZ OLSUNLAR

"Toplu sözleşmeyi sendika yapmadı, işveren yazdı onlar da imzaladılar, onun için olmaz olsunlar dedim ya" dedi. 
İsmini sordum, "Hidayet, Hidayet Yılmaz" dedi.
" Hidayet Usta ben bu fabrikadaki işçileri, Maden İş Sendikasına üye kaydetmek isterim, ama bu güne kadar bu fabrikadan hiç kimse bizimle temas kurmadı. 
Besbelli işverenden korkuyorlar...
Sözümü daha bitirmemiştim ki "istersen bu akşam üç arkadaşımı getiririm başkan" dedi. 

Otoyay Fabrikasının baş temsilcisi Dursun Koçakoğlu'da, söze karıştı," başkan döküm fabrikasında benim de mahalleden arkadaşlarım çalışıyor, orada çalışan işçiler sendikadan memnun değiller, istersen ben de onlarla konuşayım" dedi.

YAPRAK YAY 

Oto Yay Fabrikası, Silahtarağa Eyüp güzargâhında 1950 li yıllarda kurulan fayton, kamyon ve otomobillere yaprak yaylar üreten 150 civarında işçinin çalıştığı bir fabrika.
Sahibi Hasan Hami Çon isimli, Bulgaristan'dan göçen bir sanayici.


Bu fabrika daha sonra, Uzel Makine Fabrikası tarafından satın alındı. Uzun yıllar, Uzel Fabrikası tarafından üretilen, Massey Ferguson marka traktörlerin (makas) yaprak yaylarını üretti...

SENDİKAL ÖZGÜRLÜĞE İLK ADIM

İşler kızışmaya başlamış gibi görünüyor. 
Aylarca beklediğim bu fabrikadaki sendikal örgütlenme hareketine, ilk adımların atılacağı belirmeye başlamıştı...

Akşam uzunca bir süre bekledim. 
Gelen olmadı. 
Hidayet Usta ve arkadaşlarının geleceğinden artık umudu kesmiştim. 
Akşam karanlığı da basmıştı... 
Sendika şubesinin, kapısını kapatıp çıkmak üzere iken, Hidayet Usta yanında üç kişiyle birlikte geldi. 
"Hidayet Usta, ikinci vardiya paydos edeli saatler oldu çok geciktiniz" dedim.

"Başkan arkadaşlar gündüz gitmeyelim, bir gören olur, bizim de başımız belaya girmesin dediler. Biz de karanlık olana kadar kahvede oturduk, hem konuştuk hem de pişpirik oynadık" dedi. 
Hidayet Usta ve getirdiği arkadaşları ile, bir saat kadar fabrikadaki sorunlar hakkında konuştuk. Hidayet Ustaya "yarın öğleden sonra gel, seninle işim var" dedim.


Sendikal özgürlük yolu (II) Devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder