Emek, kitabî bakımdan, bir işin yapılması için harcanan, beden ve kafa gücü çalışması olarak tarif edilse de, uygulamada çoğu zaman yorucu ve çileli bir çalışmanın adı olmuştur.
Ülkemizde, emek sözcüğü uzun zamanlardan beri, birilerine göre sevimsiz bir ifade olarak *telakki edilmiş, özellikle de belli bir sermaye kesimi içinde, konuşulması bile her zaman rahatsızlık yaratmıştır.
Emek ve emekçi kelimelerinin yana yana gelmesi veya getirilmesi, çoğu zaman sermaye düşmanlığı şeklinde algılanmak istenmiş, kamuoyuna da böyle yansıtılmaya çalışılmıştır.
Yerli burjuva ve kendi menfaatlerinden başka bir şeyi umursamayan bir kısım para babası, emek sermaye mücadelesinde, emeği geriletmeyi ana düşünce olarak kabullenmiş, bu şekilde uygulanması için sürekli olarak siyasi iradenin yanında durmuşlardır.
Bin dokuzyüz altmış ve yetmişli yıllar, Türkiye emek mücadelesinin, eskiye göre gün be gün yükseldiği bir dönem olmuştur. Özellikle 1961 Anayasasının sağladığı özgürlükler sonucu emek mücadelesi, ideolojik bir içerik kazanmış ve "işçi sınıfı" söylemi daha sık dile getirilir olmuştur.
Emek mücadelesinin sınıfsal varlığa kavuşması ve devrimci sendikaların güçlenmesi, sağ kesimde bir ürküntüye sebep olmuş, sol kesimde ise, memnuniyet verici biçimde, sendikal ve siyasal örgütlenmeyi hızlandırmıştır.
Mehmet Ali Aybar Başkanlığındaki Türkiye İşçi Partisi, girdiği ilk seçimde 14 milletvekiliyle Mecliste temsil edilmeye başlamıştı.
1960 Askeri darbeyle iktidardan indirilen Demokrat Partinin kurucusu ve Türkiye'nin üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın "bu kış komünizm gelebilir" söylemleri tam da bu yıllara rastlamaktadır. Celal Bayar ölene kadar bu söylemini her yıl bir çok defa tekrarlamıştır.
Süleyman Demirel iktidarında DİSK ve devrimci sendikaların kapatılması denenmiş, sınıf mücadelesi geriletilmek istenmiştir.
Demirel ve "ben zengini severim" diyen emek karşıtı Turgut Özal'ın, tüm uğraşlarına rağmen istediklerini yapamadılar. Bu yıllarda işçi sınıfının yükselen sendikal mücadele sonucu elde ettikleri ekonomik kazanımları çok başarılı oldu.
Ne yazıktır ki 1980 Askeri darbe sonrasında, Evren ve onun Başbakanı Özal, sendikaların toplu sözleşmelerle elde ettikleri kazanılmış haklarını birer, birer ortadan kaldırdılar. Uzun süre işçi sınıfının devrimci sendikalarını, başta DİSK olmak üzere tayin ettikleri kayyımlara yönettirdiler. Yöneticilerini uzun süre hapis damlarında tuttular. Adeta ilerici, gerçek sendikalardan intikam aldılar. Yasalarda yaptıkları değişikliklerle özgür sendikacılığın önüne set çektiler.
Bu gün, işçi sınıfının, emekçinin, emeklinin sıkıntılı durumda olması, asgari ücretin iane gibi oluşturulup sadaka verir gibi uygulanması, elbette emek mücadelesinin geriletilmesi sonucudur.
Bu durum böyle devam etmez.
Etmemelidir.
Umutsuzluğa düşülemez, umutsuzluk işçi sınıfına yakışmaz.
Zor durumlardan kurtulmanın yollarından birisi de emekçilerin gerçek sendikalarda örgütlenmeleridir.
Bin dokuzyüz altmış ve yetmişli yıllar, Türkiye emek mücadelesinin, eskiye göre gün be gün yükseldiği bir dönem olmuştur. Özellikle 1961 Anayasasının sağladığı özgürlükler sonucu emek mücadelesi, ideolojik bir içerik kazanmış ve "işçi sınıfı" söylemi daha sık dile getirilir olmuştur.
Emek mücadelesinin sınıfsal varlığa kavuşması ve devrimci sendikaların güçlenmesi, sağ kesimde bir ürküntüye sebep olmuş, sol kesimde ise, memnuniyet verici biçimde, sendikal ve siyasal örgütlenmeyi hızlandırmıştır.
Mehmet Ali Aybar Başkanlığındaki Türkiye İşçi Partisi, girdiği ilk seçimde 14 milletvekiliyle Mecliste temsil edilmeye başlamıştı.

Süleyman Demirel iktidarında DİSK ve devrimci sendikaların kapatılması denenmiş, sınıf mücadelesi geriletilmek istenmiştir.
Demirel ve "ben zengini severim" diyen emek karşıtı Turgut Özal'ın, tüm uğraşlarına rağmen istediklerini yapamadılar. Bu yıllarda işçi sınıfının yükselen sendikal mücadele sonucu elde ettikleri ekonomik kazanımları çok başarılı oldu.
Ne yazıktır ki 1980 Askeri darbe sonrasında, Evren ve onun Başbakanı Özal, sendikaların toplu sözleşmelerle elde ettikleri kazanılmış haklarını birer, birer ortadan kaldırdılar. Uzun süre işçi sınıfının devrimci sendikalarını, başta DİSK olmak üzere tayin ettikleri kayyımlara yönettirdiler. Yöneticilerini uzun süre hapis damlarında tuttular. Adeta ilerici, gerçek sendikalardan intikam aldılar. Yasalarda yaptıkları değişikliklerle özgür sendikacılığın önüne set çektiler.
Bu gün, işçi sınıfının, emekçinin, emeklinin sıkıntılı durumda olması, asgari ücretin iane gibi oluşturulup sadaka verir gibi uygulanması, elbette emek mücadelesinin geriletilmesi sonucudur.
Bu durum böyle devam etmez.
Etmemelidir.
Umutsuzluğa düşülemez, umutsuzluk işçi sınıfına yakışmaz.
Zor durumlardan kurtulmanın yollarından birisi de emekçilerin gerçek sendikalarda örgütlenmeleridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder