26 Aralık 2014 Cuma

SENDİKAL ÖRGÜTLENME RÜZGAR GİBİDİR

MADEN-İŞ 21. GENEL KURULU VE SENDİKAL HAREKETLERE YANSIMASI

DİSK kurucu üyesi ve metal işkolunun lokomotifi durumunda ki, Türkiye Maden-İş Sendikasının 21. Genel Kurul Toplantısı 10 -13 Eylül 1974 tarihlerinde yapıldı.
İstanbul Belediyesi Meclis Salonunda dört gün devam eden Genel Kurul sonunda, Yönetim ve Yürütme Kurulunda önemli değişiklikler oldu. Yapılan seçimler sonucunda, Yürütme Kuruluna beş yeni üye girdi. Bunlar, bölge temsilciliklerinde başarılı çalışmalar yapmış gençlerden oluşuyordu.

21. Genel Kurul, Maden-İş tarihinde adeta bir dönüm noktası oldu. Yerli ve yabancı konukların katıldığı Genel Kurulda çok önemli kararlar alındı. 

Kemal Türkler’in Genel Başkanlığa tekrar seçildiği Genel Kurul sonrası, Genel Yürütme Kurulu, ilk toplantısında teşkilatlanma başta olmak üzere bir çok konuda yeni ve gerçeklikle örtüşen  kararlara imza attı. Bunların en önemlisi "üyelerin  söz ve karar sahibi olma ilkesi"nin tam olarak yürürlüğe konmasıydı.



Genel Yürütme Kurulu, öncelikle örgütlenme konusunu ele aldı. İşverenlerle işbirliği içinde olan sarı sendikalarla mücadele ve sendikasız iş yerlerinde çalışan metal işçilerinin, Maden-İş çatısı altına girmeleri konusunda yeni planlar hazırladı. 

Araştırma, ücret ve ekonomi dairelerinin başarılı çalışmaları, toplu sözleşme teklif ve taslaklarının her işyerinin çeşitli özelliklerine göre hazırlanması, toplu sözleşme konusuna ileride de değineceğimiz gibi çok olumlu yansıdı. 

Gerçeğe yakın bilgilerle hazırlanan toplu sözleşme teklif ve taslakların tüm işyeri sendika temsilcilerinin katıldığı müzakereler sonunda, görüşülmesi ve başarılı şekilde imzalanması, basın yoluyla kamu oyunda yer alması metal iş kolunda yeni hareketlenmelere yol açtı.

Arçelik işyerinde yapılan toplu iş sözleşmesi ile madenî eşya işkolunda ilk defa sendika üyelerinin yılda üçüncü maaş ikramiye almaları, MESS'in tüm muhalefetine rağmen gerçekleştirildi.



Ereğli Demir Çelik Fabrikaları ile Bursa'da kurulu otomobil fabrikaları işçilerinin, örgütlenme çalışmaları kısa zamanda sonuçlandı. Maden-İş bünyesinde yerlerini aldılar.

8 bin Demir çelik işçisi, sarı sendika zincirlerini kırıp Maden-İş'le bütünleşti. 

Bursa'da kurulu,Tofaş ve Renault işyerlerinde (mahkeme kararları ile) yapılan referandumlarla (gizli oy açık sayım) işçiler, Maden-İş çatısı altında ki yerlerini aldılar. Oto yan sanayi işçileri de otomobil fabrikası işçilerini takip ederek sendikal özgürlüklerinin tadına vardılar. Çok k
ısa zamanda, MADEN-İŞ'İN üye sayısı, seksen binleri aştı.  

Metal İş kolunda faaliyette bulunan, Fehmi Işıklar Başkanlığındaki Çağdaş Metal-İş Sendikası da yaptığı olağanüstü Genel Kurulunda MADEN-İŞ'E katılma kararı aldı. 

Seydişehir Aleminyum Tesisleri ile İskenderun Demir Çelik Fabrikalarında da, örgütlenme çalışmaları hızlı bir şekilde başladı.

Sendikal örgütlenme, rüzgarı arkaya alma gibidir. 
Çığ gibidir... 
Sel gibidir... 
İşçi,  sendikasına inanırsa, yöneticisine güvenirse, yöneticilerinin özverili çalışmasını görürse, tüm baskılar, yıldırmalar, korkutmalar vız gelir ona. 
Sarı sendikayı da, yıldırmaları da, korkutmaları da ezer geçer.

Bu durumları birlikte gördük yaşadık ve yeni işyeri örgütlenmeleri arka arkaya devam etti.
Beko Teknik, Pres-İz, As Elektrot, E.C.A, Gücüm Cıvata, Altaş Ev Aletleri, Ankara Emek, Kayadöküm, Netaş, İmpres, Man, Tasaş, Unika Kablo, İto,Termo, Mutlu Makina işyerlerinde çalışan onbinlerce emekçi çeşitli baskılara rağmen MADEN-İŞ ve dolayısı ile DİSK saflarında ki yerlerini almış oldular. 

Eskişehir, Çerkezköy, Samsun, Artvin, Ankara ve İzmir'de kurulu bir çok işyerlerinde de örgütlenme çalışmaları başarı ile tamamlandı. 

T. MADEN-İŞ Sendikasında oluşan hızlı örgütlenme, DİSK bünyesinde bulunan diğer sendikalarda da görülmeye başladı. 
Kısa zamanda DİSK'İN ÜYE SAYISI 500.000'i aştı.

7 Kasım 2014 Cuma

AVRUPA OTOMOTİV KONFERANSI

Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu 1976 yılında, Avrupa'da çalışan otomotiv işçilerinin çeşitli sorunlarını görüşmek ve bunları karar altına almak için Almanya da dört gün devam eden bir konferans toplamıştı. 1976  yılında yapılan konferans 10, 11, 12 , 13, Mayıs tarihlerinde yapıldı.

T. Maden-iş Genel Başkan Vekili, Şinasi Kaya, T. Maden-İş Sendikası, Genel Başkan Vekili ve Toplu Sözleşme Dairesi Başkanı Hüseyin Ekinci ile Genel Başkan yardımcısı Fehmi Işıklar ve  DİSK Genel Sekreter Yardımcısı Sina Pamukçu bu konferansa delege olarak katılarak, ülkemizi temsil ettiler.

Fransa CGT, Almanya IGMetal, Avusturya OGB, Belçika ve İsveç sendikalarının delegelerinin de katıldığı konferansta, işçi sağlığı ve iş güvenliği konuları önemle ele alındı.

Özellikle, uluslararası otomobil tekelleri ile mücadele konusunun yoğun olarak gündeme geldiği bu toplantıda, bir çok karar alındı,  Toplantı sonucu Avrupa kamuoyuna bir bildiri ile duyuruldu.


Sağdan 1. Şinasi Kaya(gözlüklü),  sağdan 2. Hüseyin Ekinci, 3.Sina Pamukçu ve Fehmi Işıklar toplantı sırasında görülüyorlar.

8 Ekim 2014 Çarşamba

İŞÇİ SENDİKALARI VE EĞİTİM

SEMİNER VE KONSERLER

İşçi sendikaları, üyelerinin hak ve menfaatlerini koruyabilmek ve mensuplarına yeni haklar sağlamak için örgütlenmek zorundadırlar. Üyelerinin menfaatlerini korumanın yanında, yeni haklar elde edebilmek için üye sayılarını, iş kolunda belirlenen barajı yakalayıp geçmeleri gerekir.

İş yerlerinde yetkili sendika olmak demek, üye çoğunluğunu sağlamak, toplu sözleşme yetkisini alarak işverenle toplu iş sözleşmesi imzalamak demektir.


İyi bir toplu sözleşmenin nasıl yapılacağını belirleyen birden fazla faktör vardır. Elbette bu faktörlerin başında gelen en önemli özellik sendikanın gücüdür.

Sendikanın nicel (sayısal) bakımdan üye sayısının yeterli olması, gücün belli bir bölümünü ifade eder. Sayısal yeterliliğinin yanı sıra parasal gücünün de yeterli duruma erişmesi, üyelerin mücadele azmi ve dayanışma ruhlarının gelişmiş ve işçilik bilincine* kavuşmuş olmaları gerekir. Bu da eğitimle olur.

Sendikal eğitimde amaç, üyelerin olayları muhakeme edebilecek düzeye gelmesi ilk ilke olmalıdır. Her yer ve koşulda olaylara, gerçekçilik gözü ve anlayışı ile bakabilecek duruma gelebilmek bir bilinç yükselmesidir.

Burada kastedilen asıl vurgu üyelerin bilgi ve bilinç düzeyinin belli bir noktaya kadar yükseltilmesidir. Eğitimler, elbette iş yerlerinde bir kısım üyelerin, sendikal konularda söz ve karar sahibi olabilme noktasında, karar verecek hale gelmelerini sağlayan en önemli etkendir. Sendikalar genellikle kendi dünya görüşleri ve yöneticilerin genel ideolojileri doğrultusunda eğitim yaparlar.

Disk kurucu üyesi ve lokomotif sendikası Türkiye Maden-İş'in, kuruluşundan itibaren eğitime çok önem verdiği, sendikal camiada bilinen bir gerçekti. Özellikle altmış ve yetmişli yıllarda işçi eğitimleri, İstanbul'un bir çok bölgesinde, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Antalya gibi büyük şehirlerde durmaksızın yapılır hale gelmişti

Eğitimler genellikle sınıflandırılmış olarak yapılıyordu. A tipi eğitimler, üç gün boyunca devam ediyordu. "Yetiştirme Semineri" olarak adlandırılırdı. Üyelerin bilgi ve bilinç düzeylerini yükseltmek amacıyla yapılırdı.

B tipi Eğitimler ise yedi gün(hafta) sürüyordu."Geliştirme Semineri"olarak adlandırılırdı. Sendikal, sosyal ve ekonomik konular işlenirdi. Gönen Eğitim ve Dinlenme Tesislerinde 'MİTES' yapılıyordu.


1969 Yılında Maden-İş heyeti, İtalya, Massey Ferguson Traktör Fabrikası önünde.
Sağdan ikinci 6. Bölge Temsilcisi Hüseyin Ekinci, Soldan 2. Kavel eski Baştemsilcisi İlyas Kabil, 3. Rabak Baştemsilcisi Celal Alçınkaya, 4. İzmir 3. Bölge Temsilcisi Bahtiyar Erkul, 5. Uzel (Ferguson Traktör Fb.) Baştemsilcisi Eşref Yerlikaya, gözlük ve pardösülü ise İtalya Metal İşçileri sendikası temsilcisi.


C tipi eğitimler ise 15 günlük sürelerle yapılan yurt içi ve yurt dışı "Görgü Eğitimi" şeklindeydi. Merkezi İsviçre'de bulunan Uluslararası Metal İşçileri Federasyonuyla yapılan işbirliği ile, birçok üyemiz, Avusturya, Almanya, İtalya ve Fransa'ya gönderildi. Sendika aracı 25 koltuklu otobüslerle gidilen ülkeler de insanlar ve yaşantıları hakkında bilgi edinirlerdi. Fabrikalar, üretim teknolojileri, iş güvenliği ve işçi sağlığı, ücret, çalışma koşulları ve çevre ile ilgili  incelemelerde bulunuyorlardı. Sendika ve çalışmaları konularında bilgi sahibi oluyor, bilgi ve birikimlerini dönüşte arkadaşlarına anlatıyorlardı.





A ve B tipi eğitimler genellikle sendikanın kendi malı olan merkez ve bölge binalarında ve Gönen Eğitim Tesislerinde, eğitim dairesi müdürü Hasan Basri Ceyhan ve eğitim uzmanlarının işbirliği ile yapılırdı.


              
     Hasan B.Ceyhan
Profesör Alpaslan Işıklı, Fethi Naci, İbrahim Türk, Hasan Basri Ceyhan ve Süleyman Üstün gibi eğitimci hocalar, uzun süre dersler verdiler.
                                                                  
Çeşitli konularda bölgesel konferanslar ve Ruhi Su, Aşık İhsanî, Aşık Nesimî Çimen gibi değerli sanatçıların verdikleri konserler, eğitimin devamı şeklinde geçiyordu. İşçiler, İhsanî ve deyişlerine coşkuyla eşlik ediyorlardı.
                                                      Solda Aşık Nesimi Çimen, sağda aşık ihsani


RUHİ SU
ONAT KUTLAR
Değerli Sanatçı Ruhi Su ilk  konserinde kendi müzik ve deyiş şeklinin, işçilerin gelenek bakımından biraz farklı anlayışta olduğunu, bu bakımdan nasıl karşılanacağı konusunda değişik bir duygu içindeydi. İşçilerin Drama Köprüsü türküsünde kendisine coşkuyla eşlik ettiklerini görünce, oldukça duygulanmıştı.

Sinematek Derneği kurucusu ve Genel Başkanı değerli insan Onat Kutlar'ın Taksim'de yapılan film gösterilerinde, Türkiye Maden-İş üyelerine onar kişilik kontenjan ayırmıştı. İşçiler, aileleriyle birlikte severek gösterimlere katılıyor, filmleri ilgiyle izliyorlardı.

İşçi sınıfımızın sendikal yüz akı, Disk kurucu üyesi Türkiye Maden-İş Sendikası üyelerine çokça emek veren işçi sınıfının bu değerli öğretmen ve sanatçılarını saygıyla anıyoruz.


* Yaratılan artı değerin farkında olmak...

26 Eylül 2014 Cuma

SİLAHTARAĞA ÇUKURU (ZİLİFTARAĞA)

LALE DEVRİ SADABAD VE HALİÇ

Osmanlı İmparatorluğu, III. Ahmet döneminin bir bölümüne Lale Devri dendiğini biliyoruz. Bu devirde Kağıthane Bölgesi, İstanbul seçkinlerinin en önemli ve en çok sevilen mesire (gezinti) yeriydi.Kağıthane deresinin iki yanına, kasır, saray, köşk ve hamamlar yapılmış, giderek buralarda uzun süreli şenliklerin yapılması günümüz deyimiyle  moda haline gelmişti. Bu şenliklere daha sonraları "Sadabad Şenlikleri" denilmeye başlanmıştır.

O zamanlar, içinde onlarca çeşit balığın oynaştığı bir akvaryum gibi olan, masmavi Haliç'in her iki yakası çok beğenilen güzide bir yerleşim bölgesiydi...


Yüzlerce sene, şenliklerin çılgınca yaşandığı, Kağıthane deresinin denizle buluştuğu yer olan Silahtarağa, Marmara Denizi'nden ayrılarak kara içine doğru uzanan Haliç'in de son bulduğu noktadır.
Osmanlı zamanında kurulan Tersane ve Feshane işletmelerinin yanlarına Cumhuriyet Dönemiyle birlikte yeni işletme ve fabrikalar kurulmaya başlanmıştı.
                          
Haliç'in her iki yanı ve Silahtarağa, kısa bir zaman öncesine kadar İstanbul'un en önemli sanayi bölgelerinden biri durumundaydı.  

                                 1929 yılına ait AKŞAM Gazetesinden (Emlakkulisi.com).

Bu satırların yazarı, yedi sekizli yaşlarında Eyüp'te denize girdi. Oniki, onbeş yaşlarında, Kasımpaşa vapur iskelesinde oltayla balık tuttu. Yirmibeş, otuzlu yaşlarında Silahtarağa ve Haliç'in her iki yakasında uzun yıllar işçi ve sendika yöneticisi olarak çalıştı, sendika şube başkanı olarak işçi yararına önemli görevlerde bulundu.

Çoğu zaman döküm fabrikalarının bacalarından çıkan dumanlı havayı soludu. Bazen de Eyüp, Alibeyköy, Yıldıztabya ve Küçükköy'ün çamurlu sokaklarında ıslanarak yürüdü.

İş bitimi fabrika önlerinde, sendika bildirileri dağıttı. Başka bir gün çeşitli semt kahvelerinde işçi ve sendika üyeleriyle toplantılar yaptı.

Osmanlı zamanında kurulan Tersane ve Feshane işletmelerinin yanlarına Cumhuriyet Dönemiyle birlikte zaman geçmeden yeni işletme ve fabrikalar kurulmaya başlanacaktı.

Başlandı. Haliç'in Beyoğlu tarafında 1923 yılında Sütlüce Mezbahası, 1925 yılında da Karaağaç semtinde Şakir Zümre ilk özel sektör fabrikası kuruldu.

Haliçte fabrikalar olarak devam edecek


20 Eylül 2014 Cumartesi

İŞ KAZALARI İŞ GÜVENLİĞİ VE ÇEVRE SAĞLIĞI

Yakın geçmişte, 301 maden emekçisi, Soma kömür ocaklarında toprağa verildi. Tuzla'da kurulu tersanelerde sık sık meydana gelen kazalarda işçi ölümlerini, yaralanmalarını, basından ve görüntülü haberlerden öğreniyoruz.

Mecidiyeköy'de yapımı sürdürülen, büyük bir inşaat şirketine ait inşaatlarda, ekmek parası peşinde ki 10 işçi "asansör kazası" denilerek göz göre göre ölüme gönderildi. Bolu'daki otelde meydana gelen yangında ölen ve yaralananlar elbette ciğer dağladı.        

Kaza değil "cinayet" diye basına yansıyan feryatlar can acıtıyor.
Canlar acıyor ama, asıl ateş düştüğü yeri yakıyor, kavuruyor...
Her ölümlü kaza sonrası ilgililer ve bu konuda söz söylemeyi kendilerinde hak görenlerin büyük bir kısmı, ekranlara çıkıyor, ortalıkta görülmeye başlıyor...

"Kader bu, kaderin önüne geçilmez."
"Onlar şehit oldular."
"Suçlular bulunacak.''

Siyasi demeçler ardı ardına söylenip duruyor...
Değişen ne var?  Neler değişiyor ?
Kocaman bir hiç...

İŞ KAZASI NE DEMEK

İş hayatında çalışırken bu kadar çok sayıda ve büyük kazalar oluyorsa buna iş kazası diyemeyiz.
Kazalar ölüm ve yaralanmalar çoğalıyorsa, demek oluyor ki yeterli önlem alınmıyor. 
İş güvenliğinin sağlanmış olması, önlemlerin tam olarak alınmasını ifade eder. 
İş kazası; Gerekli ve yeterli önlemler alındıktan sonra meydana gelen kazalara diyebiliriz. Aksi halde bu bir iş cinayetidir.
İş yerlerinde yeterli önlemlerin alınmasını sağlamayan işyeri sahipleri, bunları yeterli biçimde denetlemeyen devlet yetkilileri, kazalarda ölen ve yaralanan insanların elbette sorumlusudurlar.

Her kaza sonrası, dizlerini döven anaları, yiğidinin tabutunu okşayan babaları görüyoruz.
Son yıllarda meydana gelen kazaların çokluğu ve önüne geçilemez olduğu, yayınlanan devlet istatistiklerinden de anlaşılıyor.

Toplu ölümler, kalabalık cenaze görüntüleri, elbette hepimizi üzüntüye sevk ediyor...
Bu durum artık son bulmalı...

Görev ihmali, yasa ihmali, denetim ve yaptırım eksikliği gibi nedenlerle bir çok hayat zamansız toprağa veriliyor.

Ülkemizde meydana gelen kazaların en önemli unsuru, kısa zamanda çok kâr etmek hırsı değil mi?
Kısa zamanda kâr öne çıkınca, insan unsuru gerilere düşüyor.
Gelişmiş ülkeler gerçekliğinde, en önemli unsurun  insan olduğunu biliyor görüyoruz.
Sanayide, eğitimde, ekonomide, sağlıkta, sporda, trafik ve her konumda planlama, insana göre yapılıyor. 
Yapılan işler, işte bu anlayışla hayata geçirilip, uygulanıyor.

  

14 Eylül 2014 Pazar

GÜNÜMÜZDE SENDİKALAR


SENDİKA NEDİR NİÇİN VARDIR? 
İşçi sendikaları, üyelerinin hak ve menfaatlerini, işverenlere ve bazen de devlete karşı korumak için kurulan işçi örgütleridir. İşçiler, bu kuruluşlara üye olurlar ve her ay, tüzüklerinde belirtilen bir aidat öderler. 

Sendikalar kâr etmek için kurulan ticaret şirketleri gibi davranamazlar. 
Tabipler odası, mimarlar odası, barolar, gibi meslek örgütleri olmadıkları için amaç ve çalışmaları onların faaliyetlerinden oldukça farklıdır. 
Kalkındırma ve güzelleştirme dernekleri veya vakıflar gibi de olamazlar.

Sendikalar dinamik örgütleridir. 
Özünde, bitmez, tükenmez bir sınıf mücadelesi vardır.  
Kitle örgütü olmaları nedeni ile, üyeleri çeşitli siyasi anlayış ve ideolojilerde olabilir.
Aralarında, ayrı inançlarda, değişik milliyette insanlar bulunabilir. 
İçlerinde, nitelikli ve mesleki bakımdan oldukça donanımlı insanlar olduğu gibi, çok sayıda niteliksiz, düz işçi vardır. 

İşte bu yapı "birlikten kuvvet doğar" anlayışını meydana getirir. Bu anlayış ise sınıf bilinci alfabesinin birinci harfi gibidir...
Onları bir arada tutan, birlikte davranmalarını sağlayan, mücadele ve dayanışmalarında güçlü kılan, zafere taşıyan işte bu anlayıştır.
Kısaca sendikalar emeğin "en yüce değer" olduğu bilincine ulaşan insanların meydana getirdiği topluluklardır.

Türkiye'de sendikal hareketler,1800 lü yılların sonlarına doğru etkili şekilde görülmeye başlamıştır. Asıl işçi örgütlenmeleri ise, 1908 İkinci Meşrutiyetle birlikte devam etmiştir. 

Cumhuriyetin, tek partili dönemlerinde sendika ve birlikler üzerinde zaman, zaman bazı baskı ve yasakçılık oluşmuştur. 
Bu engelleyici yöntemlere rağmen işçiler, yine de örgütlenme çalışmalarını devam ettirebilmişlerdir.                                          
27 Mayıs 1960 askeri darbe(devrim)sonrası, özgürlükçü bir anayasanın yürürlüğe girmesi ile, sendikal hareketlerde çok daha önemli gelişmeler meydana gelmiştir. 

1963 yılında çıkarılan 274 sayılı Sendikalar Kanunu, başarılı sendikal örgütlenmelerin asıl unsuru olmuş, 1960 ve 1970 ler, Türkiye sendikal hareketlerinin olabildiğince yükselir hale geldiği yıllar olarak
 gözlenmektedir.

60 ve 70 li yıllar sendikaların gelişme ve başarılı çalışmalar yaptıkları dönemler olmuştur. Bu çalışmalar sırasında, Seyfi Demirsoy, Kemal Türkler, Rıza Kuas, Abdullah Baştürk gibi dirayetli liderlerin yetiştiği görülmektedir. Sendika ve konfederasyon başkanlıkları sırasında, verdikleri mücadeleler sonunda önemli işler yaparak unutulmaz olmuşlardır.


Fabrika ve işletmelerde, çalışanlarla, çalıştıranlar güç bakımından eşit değildir. İşçi sınıfı tarihinde, bu eşitsizliğin genellikle sömürüye neden olduğu bilinmektedir...

Sendikaların asıl görevleri işte, tam da burada başlamaktadır. 
İşçiler sömürüye karşı mücadeleyi, ancak sendikaları vasıtası ile kazanabilirler. Kalıcı ve yeni haklar elde etmek, yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek, yine sendikaları ile verecekleri mücadele ile sağlanabilir.

Mücadeleleri başlatacak, yönetecek ve sonuçlandıracak, donanımlı, başkan ve yöneticiler, işte bu mücadeleler sonucunda meydana çıkar. Grev çadırları ve meydanlar, sendikacılık okulunun ilk basamaklarıdır...

Gazeteci Bekir Coşkun’un, 28 Mayıs 2014 tarihli SÖZCÜ Gazetesinde yazdığı "SENDİKACI" başlıklı yazısı, günümüz sendika çalışmalarının bir kısmına çok önemli bir ayna tutuyor. 

Soma da 301 madencimizin, toprağa verildikleri günlere rastlıyor bu yazı. Uzun zamandır sendikal konularda, böyle acı veren ve iç karartan bir yazı yazılmadı.Yazıyı okuyan siyasetçilerin, ilgili bürokratların, aydınların, tüm sorumluların ve de herkesin üzüntü duymaması mümkün olabilir mi?

İster maden ocağında, ister binlerce derecede ergimiş maden potasının karşısında, ter döken işçinin bu yazıyı okuyunca, elbette canının acıması kaçınılmazdır.  

Üçyüzbir maden işçisinin ölümünden sorumlu olanlar tabii ki bellidir. Bu olay siyasetçisinden, bürokratlara, işvereninden sendikacılara kadar uzayan bir görev ihmali ve ihanete varan bir durum değil midir? 
Üçyüzbir emekçinin toprağa verilmesi, bu nedenle, anaların ağlaması, çocukların babasız kalması, aymazlık ve aşırı kâr hırsı değil de nedir?

İşyerlerinde, daha doğrusu çalışma hayatımızın genelinde, işçi sağlığı ve iş güvenliği ne durumdadır? İş güvenliğinin sağlanmasında devletin ve sendikaların rolü ve görevleri nelerdir? 
Bu konu hakkında, siyasiler, bürokratlar, gözleri paradan başka hiçbir şey görmeyen patronlar, patron vekilleri, müdürler, mühendisler, denetçiler ve daha bir sürü ilgilinin uzun uzun düşünmeleri gerekir...

2000 li yıllarda ülkemde sendikalar ne haldedir? 
Sendikacılığımızın olması gerektiği yer burası mıdır?
Bu durumda siyasetçinin, sendikacının, işçinin rolü nedir?
Sendikalarımız, sendikacılarımız yeterli donanıma sahipler mi ?
Sendika yöneticilerinin bir, iki, beş kere düşünmeleri gerekir..

11 Eylül 2014 Perşembe

12 EYLÜL DARBESİNİN İŞÇİLERE ETKİSİ

12 Eylül Faşist Darbesinin üzerinden çok yıllar geçti.

Bu cümle çok kolay yazıldı... 
Kolayca da söyleniyor, 12 Eylül faşist darbesinin üzerinden yıllar geçti. 

Oysa gerçek başka. 
Gerçeklerin anlatılması kolay değil...  

12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden evet çok yıl geçti, geçti ama, deldi de geçti...

Gerçekleri, herkes kendine göre anlıyor...  

Anlatılanları, yine herkes, anladığı kadar biliyor...
Anlatılsa bile anlatılanları, yaşamayanlar tam anlayabiliyor mu?..
Doğrusu gerçekleri, tam olarak o günleri, yaşayanlar biliyor... 

EYLÜL ZOR AY

Eylül, ülke insanının bir kesimine göre her zaman zor ay. 

Sonbaharın ilk ayı. 

Sonraki mevsim, kış... 
Kışın içinde bir de "zemheri" var ki...
Adına uygun bir soğuk yapınca, titretir insanı...

Odun, kömür...  


Okul, çanta, defter, kalem... 

Ayakkabı, önlük…

Zor mu? Zor, hem de çok zor… 
12 Eylül ise zorların en zoru...
Ne anlarsan anla...

BİRİLER İÇİN

Birileri için, vatanın kurtuluşu...
Birileri için, ürkeklik...
Birileri için, kuşku...
Birileri için, işsizlik, açlık...
Birileri için muhbirlik...
Birileri için polis kapıda, bileklerde kelepçe...
Birileri için aylarca, yıllarca hapislik, işkence...
Birileri için, darağacı...
Birileri için, "asmayalım da besleyelim mi"?

Kaybolan babalar...
Babasız kalan çocuklar...

Ağlayan analar...
Dinmeyen gözyaşları... 

Kısaca işte,12 Eylül'ün özeti...

Devletin başına oturup, yönetime el koyan zorbalar, toplumun birçok kesimine suçlu gözüyle bakıyor.


İşçi sınıfının bir kesimini, DİSK ve üyelerini, zanlı gözüyle değil, karar verilmiş, hüküm giymiş "suçlu" anlayışı ile görüyorlar.
Ülke yönetimine el koyan generallerden biri ilk günlerinde “otel garsonu bile benim kadar maaş alıyor” demişti. Daha ilk demeçlerinin birinde, ülkedeki gerçek ve devrimci sendikaları “suçlu” ilan etmişti. 

Darbeciler, ülke yönetimine el koyar koymaz, DİSK ve üye sendikaların faaliyetlerini durdurdu. Yönetimlerine, emek ve emekçi düşmanı "kayyum" tayin ettiler. 
Yine bu sendikaları, yıllarca bu anlayıştaki darbe hayranı, darbecilerin gözü kulağı durumundaki "kayyumlarla" yönettiler.

DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk, Genel Sekreter Fehmi Işıklar ve yöneticilerin tamamını, temsilci ve üyelerin ileri gelenlerini tutuklattırıp, yıllarca hapis damlarında yatırdılar. Davutpaşa "Otağı Hümayun"da işkencelerden geçirdiler...
Metris ve Hasdal ceza evlerinde aylar ve yıllarca tecrit edildiler.

İnsanlık vasıflarını kaybetmiş darbeci ve uşakları, insanlığı unutturmak istediler... 

Sendika merkez, şube ve ofislerinde defalarca arama yaptılar. 
Suç belgeleri aradılar, d
idik didik ettiler her yeri. 
Yok işte, delil yok, suç belgesi yok. 
Suç yok, delil de yok...

Suçlu ilan ettikleri, DİSK yönetici ve üyeleri "suç yok, delil de yok" ama nedeni belli bir şekilde hapis damlarına kondu.



YARGILAMA

Yargılamalar, duruşmalar bilerek ve isteyerek yıllarca sürdürüldü. DİSK'İN Avukatı Ercüment Tahiroğlu ve devrimci avukatlar, duruşmalar srasında çok önemli savunmalar yaptılar. 

Yıllar sonra davalar, sıkıyönetim mahkemelerince beraatla sonuçlandı. 

İşte bunu da söylemek kolay, iki kelime, sadece iki kelime, beraat ettiler...


İşkenceli günler, sevdiklerinden, sevenlerinden ayrılık, acılar ve ömürden kaybolan yıllar... 

Bu uzun sürede, içeride ve dışarıda elbette hayat devam ediyordu...


Çocuklar okula başlayacak, 

Okula götürecek, baba yok... 
Soba yanacak, odun yok...
Odun alınacak, para yok.
Beş, altı yıl sonra, 
Baba beraat ediyor, suç yok...
Baba iş arıyor, iş yok...
İş yok, aş da yok...

Darbeci general, ''garson benim kadar maaş alıyor'' diyerek çalışanların ücretlerinin yüksek olduğunu da işaret ediyordu. 
Ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı ''ben zengini severim'' diyen, kollarını sıvadı ve işçi ücretlerini birlikte törpüleyerek ayarladılar!.

İşçileri zorla sarı sendikalara üye yaptırdılar...

Çalışanların, demokratik mücadele sonucunda, toplu sözleşmeler yolu ile elde ettikleri ikramiye, kıdem tazminatı, çalışma süreleri ve iş güvenliği gibi kazanılmış haklarını birer birer tırpanladılar.  

Sendikalarda çalışan personelin tamamını işten çıkarttılar. Fabrikalardan, solcu diyerek bir çok işçiyi işten attırdılar. Yıllarca bu insanlar iş bulamadı.
Anneler tencerelerde yemek yerine dert kaynattı...
Babalar, kurulan ev sofralarında aç oturup, bu gün iştahım yok diyerek aç kalktılar.

Soğuk günlerde birlikte titrediler... 

Darbeciler ve yalaka siyasileri, bir kere olsun bu suçsuz anne, baba ve çocukları düşünmediler.
Buldozer oldular...
Buldozerin direksiyonuna sıra ile oturdular.
Önlerine geleni ezdiler, insanlığı da öldürdüler...

BİR GARİP TÜRK-İŞ
  
Garip olan şey, kendilerinin büyük olduklarını, her demeçlerinde övünerek söyleyen konfederasyonun, (TÜRK-İŞ) bir yöneticisini darbeci generallerin başında olduğu yönetime bakan vermiş olmasıydı. 

Sendikal örgütlenme, grev hak ve uygulamalarını zorlaştırıp, işçilerin gerçek mücadele, yön ve yöntemlerini ortadan kaldırırken, çok enteresandır, Sosyal Güvenlik Bakanlığı koltuğunda, bir sendikacı oturuyordu.(!) 

Bu,Türk-İş Genel Sekreteri, Sadık Şide'den başkası değildi.

DİSK ve üye sendikaların, yöneticileri hapishanelere gönderilirken, Türk-İş yöneticileri sus pus olmuşlardı. 
Devrimci sendikaların yönetimlerine oturtulan, faşist zihniyetteki "kayyumlarla" işçilerin gerici ve sarı sendikalara transfer pazarlıklarını sürdürüyorlardı. 

Umduklarını 
Kısa zamanda, bulamadılar. 
Gerçek ve devrimci sendikacılık eğitimi alan DİSK üyeleri uzun süre direndi.

Üyeler, direnç gösterdikçe, sıkıyönetim mahkemelerinde, davalar uzatıldıkça uzatılıyordu. 
Bu süreler içinde işverenlerin bir kısmı ise, bilinçli işçileri, işten çıkarmaya devam ediyordu...

Onları ve ailelerini işsizliğe, açlığa mahkum ediyorlardı.
İşten çıkardıkları işçilerin işe alınmamaları için, daha önceden tespit ettikleri isim listeleri, çoktan işverenlerin kendi aralarında paylaşılmıştı.

Darbeciler, bir kısım patron ve "sarılar", el birliği yaparak amaçlarını gerçekleştirdiler. 
DİSK'in sınıf bilinçli tabanını dağıttılar.

İLERİ DEMOKRASİ

İşçi sınıfının, demokratik mücadele örgütü olan sendikal çalışma yolu ile elde ettikleri kazanılmış hakları, ellerinden alınırken bile, darbe kalıntısı siyasiler ''İleri Demokrasi" şirinliğini ağızlarından hiç eksik etmedi. "İleri Demokrasi" söylemlerini hep tekrarlayıp durdular.... 

Nasıl bir "ileri demokrasi" ise, hala çalışan büyük kesimin grevli toplu sözleşme hakkı yok.
Hakkı olduğu iddia edilen kesimin ise grev hakları oldukça sınırlı...

Sendikalara serbestçe üye olma özgürlüğünün önünde, sayısız engeller hala duruyor. 
Siyasiler ve "büyük"(!) işçi konfederasyonu, sessizliğini sürdürmeye devam ederken, bu konfederasyon üyesi çok sayıda sendika, sandukaya* sokulmuş görüntüsü vermiyor mu? 

*Sanduka; Bazı mezarların üzerine konulan, tahta veya mermerden yapılmış sandık.

9 Eylül 2014 Salı

YILMAZ GÜNEY VE DÖKÜM İŞÇİLERİ DİRENİŞİ

SİNEMANIN ÇİRKİN KRALI

"Çirkin Kral", büyük adam, Yılmaz Güney aramızdan ayrılalı yıllar oldu...
9 Eylül 1984 yılında yurt dışında, vatanına hasret, sevdiklerinden ayrı, sevenlerinden uzak, ellerin memleketinde gözlerini hayata kapattı.

Yönetmen Yılmaz Güney, ülkemiz sinema adamlarının bir çoğunun sinema anlayışlarını etkiledi...
Sinema yönetmeni, aktör, senarist, ve yazar olan Yılmaz Güney aynı zamanda bir düşün adamıydı...
Yazar olarak öyküleri dikkatle okundu.
Aktör Yılmaz Güney, yaptığı işlerin hakkını tam olarak verdi...

Ülkemiz, belli dönemlerde, siyasal çalkantılar yaşadı.
Siyasi darbeler oldu. Bu darbelerden elbette yararlananlar da oldu.
Çok sayıda insan ise maddi manevi zararlar gördü.
Yıllarca hapislerde yatırıldılar.
Dünyaları karartılmak istendi.
Aileleri, çocukları açlık, soğuk ve yokluklarla karşı karşıya bırakıldılar.

Yılmaz Güney de çoğu insan gibi birçok soruşturmalardan geçti, hapishanelerde yattı...
Sinema mesleğini hapisteyken de, çok başarılı bir şekilde sürdürdüğünü biliyoruz.
Yılmaz Güney'in sinema anlayış ve çalışmaları hakkındaki görüş ve yazılması gerekenleri, elbette bu konuda söz sahibi olan otoriterlere bırakmamız gerekiyor.

1970 yılında İstanbul, MADEN-İŞ 6. Bölge Temsilcisi olarak sendikal çalışmaları yürütüyor, özellikle de sendikal örgütlenme ve sendikal eğitime çok önem veriyordum.
Bu nedenle de sayısal birikimi elde etme ve eğitim çalışmalarımızı yoğun olarak inadına devam ettiriyordum.
Özellikle metal iş kolunda çalışan işçiler, bu bölgede karargâh kurmuş olan sarı sendikalardan ayrılabilmek, istedikleri sendikalara üye olmak için direniş ve fabrika işgalleri gibi eylemlere başvuruyorlardı.

SİLAHTARAĞADA  SENDİKAL ÖRGÜTLENME

Bu yıllar, sarı sendika ve işverenlerin baskılarından kurtulmak isteyen farklı sektörlerde çalışan işçilerin, yığınsal olarak DİSK üyesi sendikalara katıldıkları yıllardı.

Gece gündüz, sabah akşam, yağmur çamur, kar ve soğuk demeden, yaptığımız çalışmalarla Türk Demirdöküm, Sungurlar Kazan, Çelik Endüsrisi, Elektrometal ve Bahariye Demir Çekme fabrikalarında çalışan işçiler sarı sendika zincirlerini kırdılar.
Yaklaşık 4500 metal işçisi,sendikal özgürlük mücadelesi sonunda MADEN-İŞ çatısı altındaki yerlerini aldılar.
Ayrıca, sendikasız bir çok fabrikada ise, sendika üye örgütlenme çalışmalarımızı devam ettiriyorduk.

SİLAHTARAĞADA SENDİKAL EĞİTİM

Türkiye Maden -İş Sendikasının, 6. Bölge Temsilcisi olarak bölgede yoğun bir eğitim seferberliği başlattım.
Yeni üye eğitimleri, bölge irtibat ofisi ve bölgede bulunan düğün salonlarında devam ediyor, anayasa, iş kanunu, sendika ve toplu sözleşme kanunları ile genel işçi hakları konusunda seminerler yapılıyordu.
Küçük büyük yaptığımız bir çok toplantı sonucunda, yeni üyelerimiz bilgilendirilmeye başlanmıştı.

Sendikal eğitimlerin yanı sıra, Cumartesi, Pazar ve tatil günlerinde, işçi ve ailelerine emekçi dostu sanatçılar tarafından konserler düzenliyordum.
Ruhi Su, Aşık İhsani, ve Aşık Nesimi Çimen kendilerine özgü, devrimci deyiş ve türküleriyle katılanlara duygulu ve hoş anlar yaşatıyorlardı...


Yeni ve eski üyelerimizin bir araya gelmelerini, birbirlerini daha iyi tanıyabilmeleri için bir sinema filmi gösterisi düzenledim. UMUT filminin gösterimini kararlaştırmıştım. Ancak filmi çeşitli nedenlerden ötürü temin edemedim.

Değerli sanatçı, emek ve işçi dostu, sevgili Yılmaz Güney'e telefon ederek konu hakkında görüşmek istediğimi, belirttim.
İkilemedi, düşünmedi bile, "buyurun gelin" dedi.                                   
Levent'te ki evinde randevu verdi.
Önünde iri iki cins köpeğin bulunduğu kapıdan girdim içeri.
Güzel insan değerli eşi, Fatoş hanım ve Yılmaz Güney'in annesi de oradaydı.

Konuşmalarımızın önemli bir bölümü, Demirdöküm Fabrikası işçilerinin başarı ile sonuçlandırdıkları sendikal mücadele ve fabrika işgali konusu üzerine geçti.
Anlattıklarımdan etkilendiğini düşünüyordum ki, sözümü yarıda kesti ve "ben bu olayı filme çekmeliyim" dedi.


Bir süre sonra geniş bir zaman içinde, bu konuyu enine boyuna tekrar konuşmamız gerekebileceğini ve işgal sırasında, fabrika içinde çalışan işçilerle de konuşmak isteyeceğini belirtti ve bu konuda yardımcı olmamı rica etti.
Konuşmalarımızın bir yerinde, " ben senaryoyu, çekim yaparken yazarım abem" dediğini hiç unutamıyorum...
Eşinin getirdiği kalem ve kağıdı aldı, kısa bir not yazdı ve zarfa koyarak kapattı.

"Beyoğlu'nda Akün Film var. Selamımı söyleyin "dedi.
Teşekkür ederek ayrıldım.

"Umut" Silahtarağa Mehtap Sinemasında günler boyunca gösterimde oldu. Bölgede ki işçiler eşleri ve çocuklarıyla birlikte "umutlarını" sürdürmeyi devam ettirerek seyrettiler...

Emekçi ve işçi dostu, büyük sanatçı Yılmaz Güney, seni saygıyla anıyorum...

2. KAVEL DİRENİŞİ 1968


"KAVEL İŞÇİLERİ FABRİKAYI İŞGAL ETTİ"
               

24 TEMMUZ 1963 tarihinde, uzun zamandır beklenen sendika ve grev kanunları, ardı ardına 274 ve 275 sayılarla, resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Türkiye'de çalışanların artık bir sendika kanunları oldu. Bundan böyle sendikalara kolayca üye olacaklardı!
Sendikalara üye oldukları için, işverenlerden artık çekinmeye, korkmaya gerek kalmayacaktı!..

Bu güne kadar çalıştıkları bazı fabrikalarda, sendikalara girdikleri, sendika üyesi oldukları için onlara çok acılar çektirilmişti...

Yüzlercesi, işlerini kaybetmiş, binlercesi, işverenin sözüne ve gücüne, baskılarına karşı koyamadıkları için, istemeyerek de olsa sendikalarından istifa ediyorlardı. Çok sayıda işçi ise, patronlarının belirlediği "sarı" sendikalara üye olmak zorunda kalıyorlardı.

El kapısında çalışmak elbette zor.
İşten çıkarılmak kolay, ama yeni iş bulmak kolay değil. Hele, sendikal sebeplerle işten çıkarılınca, yeniden iş bulmak daha da zor!...

İşverenin baskılarına ve isteklerine karşı koymak, direnmek ise, bambaşka bir durum oluşturuyor. Nezarete atılmak (gözaltı), mahkemelere verilmek, hapis yatmak, anarşist, goşist, komünistlikle damgalanmak sanki kaderleri oluyordu bunların. 
Bazen de bir iki cop darbesiyle kurtulmak amorti sayılırdı.

Süleyman Demirel'le yapılan, İsmet İnönü koalisyon hükumeti sırasında, 274 ve 275 sayılı yasalara ait tasarılar, Adalet Partili kodamanların engellemesi ile mecliste görüşülemedi. Ancak 2. İnönü Koalisyonu sırasında (CHP-YTP-CKMP ) çıkarılabilen bu kanunlar, 1961 Anayasasında ön görülen, 46 ve 47. madde ruhunun, elbette uzağında kaldı. Lokavtın adı Anayasa'da bahsedilmemesine rağmen, 275 sayılı yasa ile, işverenlere hak olarak sunulmuş oldu.

Buna rağmen, Sendikalar Kanunu ile Toplu-İş Sözleşmesi  Grev ve Lokavt Kanunlarının uygulanmaya konulması, işçiler ve sendikalar tarafından memnunlukla karşılandı. Çalışma Bakanı, Bülent Ecevit işçi babası ilan edildi.

SENDİKAL YASALAR YÜRÜRLÜKTE

Sendikalar ve Toplu sözleşme yasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte, işçi sendikaları ve işveren kesiminde önemli hareketlenmeler oldu. Gerçek sendikalar toplu sözleşme yetkisi alarak işverenleri toplu sözleşme müzakerelerine çağırmaya başladılar. Bir çok işveren ise dişlerine göre buldukları sendikalarla alelacele işçilere haber vermeden üçer yıl süreli toplu sözleşme bağıtladılar.

Metal iş kolunun önemli fabrikalarında örgütlü ve yetkili olan T. Maden-İş Sendikasının toplu sözleşme müzakereleri, çok çetin geçiyordu. Arçelik, Türk Demirdöküm, Elektrometal, Uzel, Emayetaş, Sungurlar gibi büyük fabrikalarda ve daha onlarca fabrikada, grev kararı alındı ve uygulamaya başlanmak zorunda kalındı.

SARI SENDİKA  FURYASI

İşverenler, bu sırada boş durmadı. Yerden biter gibi kurdurulan sarı sendikaları desteklemeye başladılar. Bazı büyük fabrikalarda ise işverenler, kendi adamlarının kontrolünde işyeri sendikaları kurdurarak üç yıl süreli toplu sözleşmeler imzalamaya başladılar. Böylece işçileri üç yıllığına bağlamış oluyor, gerçek sendikaların çalışmalarını o iş yerlerinde kendilerince engelliyorlardı.

İstinye'de kurulu Kavel işvereni genel müdür (İbrahim Üzümcü) de bu durumdan hemen vazife çıkarmaya koyuldu. 28 Ocak 1963 Yılında şanlı I. Kavel direnişi sonrası yapılıp ve taraflarca imzalanan protokole uymadı.

İşçiler üzerindeki baskıları giderek artırdı. İşten çıkarma tehditlerini, sürekli gündeminde tuttu. İşveren yetkilileri olarak işçilerden habersiz, emekli polis başkanlığındaki sarı Çelik - İş  Sendikası ile üç yıl süreli toplu sözleşme yaparak onu işyerinde yetkili sendika konumuna getirdi!.. Bu durumu bir dönem daha uyguladı. Kısacası Genel Müdür ve işveren altı yıl işçilerin özgür olması gereken sendika seçme iradelerini gasp ettiler.

YENİDEN DİRENİŞ

Kavel emekçileri  yılmadı, asla yılgınlık göstermediler. Sarı sendika ve gasp edilen haklarının alınacağı mücadele gününü beklediler.

Herkes sigortalı işte çalışabilir. Herkes bordro ile maaş alabilir, ama her sigortalıya ve her bordrodan maaş alana işçi denebilir mi? Her çalışan, işçilik vasıflarına tam olarak sahip mi? İşçilik vasıflarının en önemli belirtisi sınıfsal proleter ruha sahip olmak değil mi?..
 
1967 Yılında T.MADEN-İŞ Yürütme Kurulu, Silahtarağa Merkez Şubesi ile Şişli Merkez Şubesini birleştirmiş, yapılan Bölge Konseyinde (Bölge Genel Kurulu)  Merkezi Levent'te bulunan 6. Böle Temsilciliğine seçilmiştim.

Bölgede, sendikal konularda yaptığım incelemede, Kavel Fabrikasının sendikal örgütlenmesini ilk hedef olarak belirlemiştim. Kavel işçilerinin 1963 Yılında kahramanca verdikleri sendikal özgürlük mücadelesine rağmen hala sarı sendika kıskacında olmaları açıkçası zoruma gidiyordu.
1963 Yılında, Rabak Fabrikası işçileri adına dayanışma ziyaretinde bulunanlardan birisi olarak, ekonomik haklarını elde etmek için direnen, Kavel işçilerinin özgürlük mücadelesinden çok faza etkilenmiştim.

Kavel Fabrikası İstinye'de kuruluydu. İşçilerin büyük çoğunluğu yine bu bölgelerde oturuyordu.
Fabrika ve çevresinde bulunan mahallelerde araştırma yapmaya başladım. İşçilerle, kahvelerden başka bir yerde görüşmek ve konuşmak imkanı yoktu. Günlerce akşam mesai sonrası, İstinye kahvelerinde, ben de pişpirik, tavla gibi oyunlarla onlara iştirak ettim. Bilgi topladım, bilgilendim...

SENDİKAL ÖRGÜTLENME 

Kavel Fabrikası işçilerinde işçilik ruhunun hiç eksilmediğini, sınıfsal emek ve ekmek mücadele ruhunun harekete hazır olduğunu görüyordum.
İyi çalışıyorlar, çok üretiyorlardı. Ürettikleri, iyi paralara satılıyor, işveren iyi kazanıyordu.
İşçiler üretim programını eksiksiz uyguluyordu. Bu durumdan Kavel işvereni oldukça memnun. İşçiler üretim programını eksiksiz uyguluyordu. Çalışma koşulları, işçi sağlığı iş güvenliği, ücretler, sosyal hakların uygulanması gibi konular sarı sendika ve işveren baskıları nedeni ile kahvelerde bile konuşulamaz hale gelmişti. Bu şartların büyük bir kısmı T.MADEN-İŞ örgütlenmesinin lehine olmalıydı.
İşçinin sendikal özgürlüğü var mı, geçinebilecek ücret alabiliyor mu, temsilcilerini kendileri mi seçiyor? Bu durumlardan Kavel işçisinin memnun olmadığı hem de çok mutsuz olduğu açıkça görülüyordu..

ÇOĞUNLUK SAĞLANDI

Küçük, küçük toplantılar yaptık. İkişer üçer kişilik guruplarla semt pazarlarında dolaştık. daha başka şekildeki çalışmalarla, üye giriş formları imzalı olarak dolduruldu. Sarı sendikadan topluca istifalar edildi.
Zor da olsa örgütlenme başarıldı. Yasal üye çoğunluğu, T.MADEN-İŞ de sağlandı.
Yaptığımız araştırma sonucu elektrik mühendisi ve fabrika idare amirinin işçiler tarafından çok sevildiğini tespit ettim. Her ikisi ile önce ayrı ayrı, sonra da birlikte toplantılar yaptım. Daha sonra ise fabrika ustabaşısı ile görüştüm. Bu üç kişinin de yaşanan durumlardan memnun olmadıklarını anladım. Ustabaşı, fabrikanın kuruluşundan itibaren çalışan, tüm makine montajlarını uygulamış, bakım onarım bilgilerinin tamamına vakıf, Genel müdür tarafından çok seviliyor. 
Kavel Genel Müdürünün, gerçek sendikal mücadeleye karşı kendisini çok yetkin gördüğünü, fabrikaya başka bir sendikanın asla giremeyeceği anlayışında olduğunu tespit ettim.

ÜYE VE TEMSİLCİ BİLDİRİMİ. 
Çok zor ve yorucu çalışmalar sonucu, Kavel işçilerinin sendikal birlikteliklerinin, başarıyı getireceği görülüyordu. Üç sendika temsilcisini de üyelerle birlikte belirledik. Üye ve temsilci isim listesini, yasa gereği işverene bildirdik.

İşveren vekili Genel müdür İbrahim Üzümcü, hemen harekete geçti. 1963 yılında yasa karşıtı uygulamalarına vakit geçirmeden tekrar baş vurdu.
Yasa uyarınca belirlenen iki sendika temsilcisini ve yirmi altı sendika üyesini işten çıkardı.

Genel Müdürün kendine göre vermek istediği gözdağı, bu defa da işe yaramayacaktı.
Sabah işe gelen işçi işbaşı yapmadı.
Çalışan makineler de susturuldu.

Üretim yok...
Fabrika sessiz...
Sinek uçsa kanatlarının sesi duyulacak...
On saniye, iki , üç, beş dakika geçti, işçiler ayakta kımıldamadan duruyorlar, sessizlik, devam...

Aniden ortalığı çınlatan bir ses...

"Çıkarılan işçi ve temsilciler  tekrar işe alınacak, müdürü istemiyoruz."
Tekrar hep bir ağızdan "müdürü istemiyoruz."
Ardı ardına üç defa tekrarlanan bu sözler, adeta slogan halini almıştı. Her söylenişte sesler bir öncekinden daha gür ve daha güçlü çıkıyordu, "müdürü istemiyoruz."

FABRİKA İŞGAL EDİLDİ

9 EYLÜL 1968 Günü işçiler Kavel Fabrikasını işgal ettiler. İş güvenliklerinin olmadığını, Genel müdürün, kendilerini tekrar sarı sendikaya girmeye zorladığını belirterek saat 08:00 de fabrika işgalini başlattılar. Demir parmaklıklar ve kapıların kaynak makineleri ile kaynatıldığı görüldü.

Toplum Polisi ve diğer emniyet mensupları fabrika önünde gerekli güvenlik tedbirlerini aldı.
"Haklarımızın korunmasını istiyoruz" diye konuşan işçiler bir bildiri yayınladılar. İsteklerinin ilk maddesi, işten çıkarılan iki temsilci ve 26 arkadaşlarının tekrar işe alınmasıydı.

Basının bir hayli ilgi gösterdiği işçi eyleminde, işçiler hep bir ağızdan "istediğimiz sendikada kalacağız, çıkarılanlar geri dönecek" diye haykırıyorlardı.

Kavel işçileri 1963 teki  heyecanlarından arınmış, son derece sakin bir duruş gösteriyorlardı.
Ne istediklerini bilen ve istediklerini elde edecekleri belli olan bir kararlılık sergiliyorlardı.
Daha önceden kararlaştırdıkları mutfak komitesi görev üslendi, kilerdeki hazır erzak kullanılarak dışarıda yemek pişirildi.

İşçilerin sakin tavırları ve nahoş olayların olmaması üzerine, polis fabrika önünden biraz uzağa çekildi.

Kavel Grevi
2. Kavel direnişi 1968 

İş yerinde "oylama yapılsın çoğunluğu sağlayan sendika tanınsın" diyen işçiler fabrikada kendileriyle ilgilenecek bir teknik müdür olmasını istiyorlardı. Bize baskı yapan, bizden "doğum kontrolü" isteyen genel müdürü, istemiyoruz diye haykırıyorlardı.

Öğleden sonra fabrika sahibinin oğlu şirket ortağı Özmen Aktar. hukuk müşaviri Av. Mahiru Akdağ ile birlikte fabrikaya geldi uzun süre işçilerle görüştü ve onları dinledi. İşçiler, işten çıkarılanların işe alınmasını ve sendikal haklarına sonuna kadar sahip çıkacaklarını belirttiler.

İşçiler sık, sık  vali ile görüşmek, sorunlarını ona da anlatmak istediklerini söylediler.
Vali onlarla görüşmedi ama, ertesi günü vilayette bir toplantı yaptı. Sendika adına bu toplantıya Genel Başkan Kemal Türkler ve 6. Bölge Temsilcisi Hüseyin Ekinci olarak ben katıldım. İşveren Özmen Aktar ve  avukatları Mahiru Akdağ'ın katıldığı toplantıda anlaşma sağlandı.

Çıkarılan işçiler işe geri alındı,  Çalışılmayan iki günün ücretleri ödendi. İşçilere sendikal konuda baskı yapılmayacağı garanti olarak kararlaştırıldı. Kimsenin işten çıkarılmayacağının kabul edildiği anlaşmayla, Kavel işçileri sınıfları adına elde ettikleri bu zaferi, tarihe kocaman bir kilometre taşı olarak diktiler.

Kısa bir müddet sonra da işçilerin istemedikleri genel müdür, fabrikadaki işinden ayrılmak zorunda kaldı.
İkinci Kavel sendikal örgütlenmesindeki bu başarı, kısa bir müddet sonra, diğer bazı fabrikalarda özgür sendikal örgütlenme çalışmalarına örnek teşkil edeceği görülecekti...


Direnişteki işçilerin, babalarına destek olan çocukları.