29 Aralık 2019 Pazar

EMEK HAREKETLERİ VE SENDİKAL HAREKETLER

Emek, kitabî bakımdan, bir işin yapılması için harcanan, beden ve kafa gücü çalışması olarak tarif edilse de, uygulamada çoğu zaman yorucu ve çileli bir çalışmanın adı olmuştur. 
Ülkemizde, emek sözcüğü uzun zamanlardan beri, birilerine göre sevimsiz bir ifade olarak *telakki edilmiş, özellikle de belli bir sermaye kesimi içinde, konuşulması bile her zaman rahatsızlık yaratmıştır. 

Emek ve emekçi kelimelerinin yana yana gelmesi veya getirilmesi, çoğu zaman sermaye düşmanlığı şeklinde algılanmak istenmiş, kamuoyuna da böyle yansıtılmaya çalışılmıştır. 

Yerli burjuva ve kendi menfaatlerinden başka bir şeyi umursamayan bir kısım para babası, emek sermaye mücadelesinde, emeği geriletmeyi ana düşünce olarak kabullenmiş, bu şekilde uygulanması için sürekli olarak siyasi iradenin yanında durmuşlardır. 

Bin dokuzyüz altmış ve yetmişli yıllar, Türkiye emek mücadelesinin, eskiye göre gün be gün yükseldiği bir dönem olmuştur. Özellikle 1961 Anayasasının sağladığı özgürlükler sonucu emek mücadelesi, ideolojik bir içerik kazanmış ve "işçi sınıfı" söylemi daha sık dile getirilir olmuştur. 
Emek mücadelesinin sınıfsal varlığa kavuşması ve devrimci sendikaların güçlenmesi, sağ kesimde bir ürküntüye sebep olmuş, sol kesimde ise, memnuniyet verici biçimde, sendikal ve siyasal örgütlenmeyi hızlandırmıştır.
Mehmet Ali Aybar Başkanlığındaki Türkiye İşçi Partisi, girdiği ilk seçimde 14 milletvekiliyle Mecliste temsil edilmeye başlamıştı.

1960 Askeri darbeyle iktidardan indirilen Demokrat Partinin kurucusu ve Türkiye'nin üçüncü  Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın "bu kış komünizm gelebilir" söylemleri tam da bu yıllara rastlamaktadır. Celal Bayar ölene kadar bu söylemini her yıl bir çok defa tekrarlardı. 

Süleyman Demirel iktidarında DİSK ve devrimci sendikaların kapatılması denenmiş, sınıf mücadelesi geriletilmek istenmiştir. 
Demirel ve "ben zengini severim" diyen emek karşıtı MESS işveren sendikası danışmanı Turgut Özal'ın, tüm uğraşlarına rağmen istediklerini yapamadılar. Bu yıllarda işçi sınıfının yükselen sendikal mücadele sonucu elde ettikleri ekonomik kazanımları çok başarılı oldu.




9 Aralık 2019 Pazartesi

YÜRÜR KERVAN DÖNER DEVRAN

EVREN UNUTULACAK MI?

Sözcü Gazetesinin 25 Kasım 2019 tarihinde yayınlanan bir haberine göre Kenan Evren'in adı her yerden silinecekmiş.

Haber başlığı; Tüm partiler destekledi! Adı her yerden silinecek
CHP Elazığ Milletvekili Gürsel Erol'un TBMM'de gündeme getirdiği bu konuya Meclis tarihinde ender biçimde tüm partiler destek verdi. Erol "12 Eylül TBMM'yi kapattı, parti genel başkanlarını tutukladı. 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi sıkıyönetimde yargılandı. Ama bu gün Kenan Evren'in adı Ankara'nın bir ilçesinde var. Okullarda, kışlalarda, meydanlarda var. Evren adının hiçbir şekilde yaşaması doğru değildir" dedi. Bu öneriye TBMM'de bulunan bütün partilerin temsilcileri destek verdi. İYİ Parti Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan "bir darbecinin isminin sokaklarda caddelerde bulunmasını hazmedemiyorum" derken, MHP Grup Başkanvekili Levent Bülbül'de "Kenan Evren isminin birtakım yerlerde olmasını bizler de kabul edecek değiliz. Derhal faaliyete geçilmelidir" diye konuştu.

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan da CHP'ye teşekkür ederek "CHP'nin bu önerisi yerinde ve doğrudur. Bütün belediye meclisleri tersine işlem yapıp Kenan Evren caddesi, mahallesi, ilçesi, ne varsa bu isimler milletimizin vicdanında karşılık bulacak örnek şahsiyetlerin ismiyle değiştirilmeli. CHP'ye teşekkür ediyor ve belediye meclisleri ile idareleri göreve davet ediyoruz" dedi. 


DEVRAN DÖNECEK Mİ

Bu haber ve söylemlere göre devran döneceğe benziyor. K. Evren adı her yerden silinecekmiş. K. Evren adı da kendisi de, zaten halkın vicdanında çoktan silindi. Kendisi ve şürakâsı işkencecilerin piri oldu. Çok ah aldı. Çok beddua aldı...
Ahları, vahlarıyla göçmeden önce Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi kararı ile ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı. Tüm rütbeleri söküldü.

EVREN VE ŞÜREKÂSI

Evren ve onun yol göstericileri ve uygulayıcı ortaklarının yaptıkları zulümlerin, bir kısmını bile anlatacak kelime yok.
Kâbus gibi demek bile, hafif kalır...

650.000 kişi gözaltına alındı, 1.650.000 kişi fişlendi. 540.000 kişiye dava açıldı yargılandı.
7000 kişi idamla yargılandı. 517 kişiye idam cezası verildi. 50 kişi idam edildi. 30.000 kişi bir daha iş bulamayacak sakıncalı denilerek işten atıldı. 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 30.000 kişi yurt dışına çıktı. 300 kişi kuşkulu ölüm, 171 kişi işkencede ölüm...
299 kişi ceza evlerinde yaşamını yitirdi. 14 kişi açlık grevinde öldü, 16 kişi kaçarken vuruldu, 95 kişi çatışmada öldü, 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği bildirildi.

BABALAR İŞSİZ ANALAR ÇARESİZ ÇOCUKLAR AÇ

Onbinlerin evinde yürekler dağlandı ağıtlar yakıldı, feryatlar göklere uzandı...
Onbinlerce baba işsiz kaldı, onbinlerce çocuk soğuk evlerde aç uyudu.
Beşyüzbin işçinin sendikaları(DİSK) kapatıldı. İşçilerin toplu sözleşmelerle elde ettikleri, ücret zamları, ikramiye, ihbar ve kıdem tazminatı ile gün sayısı arttırılan yıllık ücretli izin gibi bir çok hakları, gasp edildi...

12 Eylül'le ilgili olarak ünlü yazar ve gazeteci Özdemir İnce, 5 Ekim 2010 Tarihli Hürriyet Gazetesindeki köşesinde şöyle yazmaktadır; "Turgut Özal'ı 12 Eylül'den, K. Evrenden, dört kuvvet komutanından ayıramayız! Ayırmayınca, gele gele 24 Ocak 1980 kararlarına geliriz. 12 Eylülü yargılayan, Turgut Özal'ı da yargılamak zorundadır!"

"Nesini söyleyim canım efendim, gayri düzen tutmaz telimiz bizim.
Arzuhal eylesem deftere sığmaz, omuzdan kesilmiş kolumuz bizim"

Kenan Evren'in Ticaret Bakanı
Cahit  Aral
Çernobil kazasından sonra "bize radyasyondan, madrasyondan bir şey olmaz" diyerek radyasyonlu çayları halka içiren Evren'in dönemi belki kapanacak! Fakat bu dönemde devletin yönetim kademelerinde basamakları birer birer değil, üçer beşer koşar adımlarla tırmananlar, normal zamanlarda bir hiçken hak etmedikleri makamlara devlet adamı(!) diye kapılanarak maddi, manevi gayri meşru çıkar sağlayanlar devir dışında mı kalacaklar?..



8 Kasım 2019 Cuma

12 EYLÜL EVRANLARI (II)


BANA DEĞMEYEN YILAN BİN YAŞASIN MI?

K. Evren liderliğindeki Askeri Cunta, Türkiye Cumhuriyeti yönetimine el koydu. 12 Eylül 1980 sabahı, uykusundan uyanan bir kısım insanın dünyaları başlarına yıkıldı!
Bir kısım insana ise bol güneşli, bol kazançlı pırıl, pırıl yeni bir gün doğuyordu..

1980 öncesi ülkemizin bir çok bölgesinde maalesef önemli kötü olaylar oluyordu. 
Uzun süredir ülkede yaratılan ve yaşanan ideolojik kamplaşmalar nedeniyle, cinayetlerin ardı arkası kesilmez olmuştu. 
Belli ki bir plan vardı ve bu plan hızlandırılarak uygulamaya konulmuştu. 

1979 Şubat ayında Milliyet Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, İstanbul'da evinin yakınında arabasının içinde öldürüldü. 
On yıl DİSK Genel Başkanlığı yapan Türkiye Maden - İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler de, 1978 Yılında yine evinin önünde hunharca katledildi.

1977, 1978 ve 1979 yılları içinde özellikle, 12 Eylül 1980 tarihinin yakınlaşmasına doğru ülkemizin çeşitli köşelerinden gelen ölüm haberleri, her gün gazetelerde okunur, televizyon ve radyolarda dinlenir oluyordu. 

Birçok öğrenci, siyasetçi, öğretim üyesi, bilim adamı, eski millet vekili, eski bakan, eski başbakan ve sendikacı ardı ardına planlı biçimde öldürülür olmuştu...

Durmak bilmez ve durdurulmak istenmeyen bu cinayetler, 12 Eylül evranlarının ülkemizi, adım adım 1980 faşist darbe günlerine yakınlaştırma planları değil miydi?..
Zaten daha sonraları Kenan Evren, "müdahaleden önce bir yıl düşündük, bir yıl önce planladık ama şartların olgunlaşmasını bekledik" dememiş miydi? 

12 Eylül 1980 öncesi, eğer Evren'in söylediği gibi bir plan var idiyse, bu planın farkında olmayan yurtsever; siyasetçiler, ilericiler, demokratlar, bürokratlar, aydınlar "bana ne" diyerek sorumluluktan mı kaçmışlardı?
"Şartların olgunlaşmasına "bilerek, ya da bilmeyerek omuz veren iktidar mensupları, ve diğer siyasiler, "bana değmeyen yılan bin yaşasın" düşüncesiyle mi uzlaşmaz davranışlar sergiliyorlardı? 
Ülkenin hızla, planlı bir şekilde kaosa sürüklendiği görülmüyor muydu?

30 Nisan 1980 günü, 1 MAYIS Kutlamalarının yasaklanması nedeniyle DİSK üyesi işçiler iş bırakma eylemi başlattı. Bu eylem nedeniyle başta DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk olmak üzere, Yürütme Kurulu üyelerinin bir kısmı ve DİSK üyesi bazı sendikaların yöneticileri de o zamanlar, adı 2. Şube Müdürlüğü olan yapının hücrelerine konuk olmuşlardı!

Bir hücreden ben de nasibimi aldım! Üç dört kişilik bu hücrelere onar, onbeşer kişi doldurulduk.
İfadelerimiz gözlerimiz bağlı alındı. İşlemler tamamlandıktan sonra, sendika yöneticileri başta Abdullah Baştürk olmak üzere bir (GMC) askeri kamyona doldurularak Harbiye'de bulunan 1.Ordu Kışlasının içinde bir başka mekana nakledildik.
Bu arada DİSK Genel Merkezinin "iğneden ipliğe" arandığını ve yasa dışı hiçbirşeyin bulunmadığını öğrendik.

Anayasa ve yasalar uyarınca üyelerinin ekonomik ve demokratik haklarının koruyuculuğunu yapan, kurulduğundan beri hiçbir terör olayına karışmamış ve kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler'i faşist terörüne kurban veren, üye sayısı beşyüzbini aşan, DİSK genel başkanı BAŞTÜRK'ün ifadesinin, gözleri bağlı alınması nasıl yorumlanmalıydı?...

12 EYLÜL'DE EMEK VE EMEKÇİLER

12 Eylülcülerin darbecileri arasında, özgür sendikacılığı bitirmeyi, devrimci ve ilerici sendikacıları susturmayı düşünen ne kadar da çok evran varmış meğer?


Bu evranlar, meydanlarda at oynatmak ve düşüncelerini uygulayabilmek için, sonsuz imkân ve yeterli zemini hemen buldular.
 "Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz" misali derhal kollar sıvandı. Darbecilerin yeni bir bildirisi ile DİSK kapatıldı.
DİSK üyesi sendikaların kapılarına birer, birer kilit vuruldu. 
Yıllarca bitmeyen anarşi ve terörü ortadan kaldırmak için yapıldığı söylenen uygulamalar, darbecilerin gerçek yüzlerini ayna gibi ortaya çıkardı...
Özal-Evren ortaklığının belgesi mi?

TÜSİAD, TİSK, MESS, gibi kuruluşlar 12 Eylül darbecilerinin baş destekçileri durumundaydılar.
İşçilerin yıllar boyunca sendikaları vasıtası ile, elde ettikleri ekonomik kazanımların birçoğu derhal ortadan kaldırıldı.

İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı, bu utanç darbesinden nârin, nârin  memnuniyetini, kahkahalar atarak "şimdiye kadar onlar (işçiler) güldü, artık gülme sırası bizde" diyerek dile getiriyordu.

İşten çıkarmalar, tutuklamalar hapislere atılıp idamla yargılananların hesabı tutulamayacak kadar çoktu.  Bazı kayıtlara göre 30 binden fazla işçi sakıncalı denilerek işlerinden çıkarıldı ve yeniden iş bulmaları çeşitli biçimlerle engellendi.

12 Eylül darbecilerinin kurduğu hükûmette, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev verilenTurgut Özal'ın darbecilerin destekçisi olduğu belgeleniyordu. "Ben zengini severim" diyen MESS başkanı Özal, darbecilerin kurduğu hükûmette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı yapıldı. TÜRK-İŞ Genel Sekreteri ise maalesef zihniyeti açıkça bilinen 12 Eylül Hükumetinde bakan olarak görev alıyordu...

12 Eylül faşist darbecilerinin, DİSK ve üye sendika yöneticileri hakkındaki darbe bildirilerini yazan ve zalimce uygulamaları yapanlar arasında meğer ne kadar çok evran varmış?..

  
      Birlikte 12 Eylül Mutluluğu yaşanıyor.

3 Kasım 2019 Pazar

TOPLU SÖZLEŞME DEĞİL TOPLU SIZLAŞMA


Merkezi Silahtarağa'da bulunan Merkez Şubesiyle merkezi Levent'te olan Şişli Şubesi 1967 yılında birleştirildi.
Bölgelerin birleşmesinden sonra Beşiktaş'ta büyük bir salonda toplanan, ilk Bölge Konseyinde(genel kurul) Bölge Temsilciliğine (Başkan) seçilmiştim. Bölge konseyine işyerlerinde gizli oyla seçilen   
delegeler katılırdı.
DİSK ve T. MADEN - İŞ Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, Genel Başkan Vekili Hilmi Güner, Şinasi Kaya, ile Genel Sekreter Ruhi Yümlü de toplantıya katıldılar.
Gıda - İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Nebioğlu ve DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker, Genel Kurul toplantımızda bulundular, birer konuşma yaptılar.

Genel Başkan Türkler, DİSK'İN neden kurulduğunu, ana ilkelerinin neler olduğunu, sendikal örgütlenme ilkeleri ile, işçi sınıfına gerçek hizmetin nasıl verilebileceğini sık, sık alkışlarla kesilen konuşmasıyla anlattı.

Bundan böyle sendikal çalışmalarımız, Altıncı Bölge Temsilciliği adıyla devam etmeye başladı. Her iki bölgenin birleştirilmesi, hem fabrika, hem de üye sayısını ikiye katladı...
Bölge Temsilciliği Merkezi olarak Levent'teki ofisi kullanmaya başladık.
O yıllar İstanbul'da, özellikle de bölgemiz içinde, sendikasız işyeri sayısı bir hayli fazlaydı.
Ayrıca, metal iş kolunda işveren destekli sarı sendikaların varlığı, ürkütücü sayılara ulaşmıştı.

ANA HEDEF SENDİKAL ÖRGÜTLENME

Sendikaların ve sendika yöneticilerinin ilk görevleri; sendikasız ve sarı sendikaların faaliyet gösterdiği işyerlerinde çalışanları, kendi sendikalarıyla buluşturmaktır. Bu anlayışla yapılan çalışmalar elbette işçi birliğinin sağlanmasını ve giderek yeni sendikal hakların alınması ve var olan hakların ise geliştirilmesini sağlayacaktır.

Sendikasız işyeri ve sarı sendikaların bulunduğu fabrikalarda sendikal örgütlenme planları yaparken bir taraftan da mevcut toplu sözleşmeleri inceliyordum.
Bir işyerine ait toplu sözleşmenin zam maddesi oldukça dikkatimi çekmişti. Toplu iş sözleşmesinin zam maddesi aynen şöyleydi. "İşyerinde çalışan işçilere her yıl, kârın yarısı (yüzde ellisi) zam olarak verilir."
Enteresan!

Toplu sözleşmenin bu maddesini bir daha okudum...
Doğru okumuşum, sözleşme maddesi aynen böyle. "İşyerinde çalışan işçilere her yıl kârın yarısı (yüzde ellisi) zam olarak verilecektir."
Mükemmel (!)

İstanbul'un Esentepe Bölgesinde, iki adet (ikiz) kuleden oluşan ve 2018 yılında açılan Astorya AVM'nin yerinde eskiden, *TATKO otomobil servis istasyonu faaliyet gösteriyordu. 
Aynı zamanda Türkiye'de açılmış olan ilk oto servisini, Yalman Ailesi 1950 Yılında işletmeye açmıştı.  
Tatko otomobil servisinde özellikle Amerikan malı otomobillerin bakım ve tamirleri yapılıyordu. O yıllarda otomobillerin büyük çoğunluğu zaten ABD yapımıydı.
                                           
haydi ellialtı hoop
HAYDİ ELLİALTI HOOP

Taksiciler; Chevrolet, Ford, Pleymouth, Dodge ve Desoto marka otomobillerle İstanbullulara hizmet veriyordu. 1960 lı yıllarda taksi şoförlerinin tercih ettikleri markaların başında ise 1956 model Chevrolet geliyordu. Şoförler kendi aralarında birbirlerine "ellialtı hoop" diye sesleniyorlardı.

İstanbul yollarında, bakımlı tertemiz (damalı) taksiler dolaşıyor ve bunları, kravatlı, günlük traşlı ve yolcuların "şoför bey" diye hitap ettiği kibar ve güvenilir taksiciler kullanıyordu.  

Varlıklı aileler ise, plakalarının başında H (hususi) İstanbul yazan genellikle Buick, Craysler, Cadillak, Pleymouth marka lüks otolarla İstanbul yollarını arşınlıyorlardıl... 

Sendika bölge organizatörünü göndererek Tatko Servisi işyeri temsilcilerini çağırttım. Aynı akşam mesai bitimi sonrası, iki temsilci birlikte geldiler. 

Biraz sohbet ve biraz daha derin tanışma faslından sonra "sizi kutlarım örnek bir sözleşme yapmışsınız. İşverenler kârlarının bölüşümü ile ilgili sözleşme maddelerine kolay, kolay imza atmazlar. Geçtiğimiz yılın zamlarını merak ettim uygulama nasıl oldu bunları konuşalım diye haber göndermiştim dedim. Sözüm biter bitmez iki işyeri sendika temsilcisi aynı anda "başkan biz toplu sözleşme değil, toplu sızlaşma yapmışız" diyerek toplu sözleşme safhalarını anlatmaya başladılar...

İŞVEREN KURNAZLIĞI MI

Galiba beş gün sonraydı...
Tatko Genel Müdürlüğünden bir telefon aldık. Telefondaki şahıs kendisini tanıttı ve bizi genel müdürlükte bir kahve içmeye davet ettiğini belirtti. O yıllarda genel müdürlük(Yönetim Merkezi)Taksim Talimhane'de bulunuyordu. İşyeri temsilcilerimizle birlikte  şirket merkezinde bir araya geldik. Bizi davet eden ve görüşmeye katılan şahıs iş müfettişliğinden ayrıldığını ve birkaç firmanın personel işlerini yönettiğini, bu arada toplu sözleşme müzakerelerine de şirket vekili olarak katıldığını belirtti.

Hoş beş ve kısa bir sohbetten sonra "yaklaşık on civarında işçi hergün **vizite kağıdı alarak hastahaneye gitmeye başladı bu durum işlerin aksamasına sebep oluyor buna bir çözüm bulmak gerekir, bu yüzden sizi davet ettik" dedi.  Ben, işçilerin hasta olabileceğini bu yüzden hastahaneye gidip muayene olmalarının hakları olduğunu ve bu durumun engellenemeyeceğini bahsederek, konuyu toplu sözleşme yapım yönetim ve uygulamasına getirdim. İki yıldır toplu sözleşmede belirtilen zamların neden ödenmediğini, kârın yarısının işçilere verilmesi gerekirken neden tam olarak uygulanmadığını sorduğumda "servis kâr etmedi iki yıldır zararda" cevabını almıştım.

Zarar ettiğini belirttiğiniz bu işletmede, anlaşılıyor ki geçen yıllardaki zararlarda işçilerin bir kusuru olmamış, dolayısı ile işçilerin hastahaneye gitmeleri zarar eden bir işyerini fazla etkilemez, diyerek artık kalkmak istediğimi belirttim.
İki dakika beklememiz rica edildi. Biraz sonra yanımızdan ayrılan şahıs başka biriyle içeri girdi ve ***Mustafa Yalman Bey de sizinle tanışmak istedi diyerek Mustafa Bey'in şirket ortağı olduğunu belirtti.

Mustafa Beyle tanışma ve sohbet faslı, az sonra müzakereye dönüştü. Görüşme sonunda geçtiğimiz yılları tam olarak telafi etmese de işçilerin tamamına yeni yapılacak sözleşme dönemine kadar ****seyyanen olmak kaydı ile ek zam protokolü yapmış, temsilcilerimizle birlikte işyerine giderek işçilere açıklamıştık...

*Tatko aynı zamanda Goodyear fabrikasının ortaklarındandı.
** İşveren tarafından doldurulan hastahaneye sevk evrakı niteliğinde, işçilere ait bilgileri içeren kaşeli imzalı evrak.
*** Mustafa Yalman, Gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın kardeşi, Galatasaray Başkanlığını yapan Alp Yalman'ın babasıdır.
****Herkese eşit olarak.

23 Eylül 2019 Pazartesi

12 EYLÜL EVRANLARI

12 EYLÜL EVRANLARI

12 EYLÜL 1980 Sabahı saat 04 civarında, ev telefonum uzun, uzun çaldı. Uyuyordum. Evde çoluk çocuk hep uyandık.
Bir üst komşum Hilmi Güner, "Hüseyin Bey televizyonu açın ihtilal oldu" dedi.
Televizyonu açtık. Bir bildiri okunuyordu.
Sonuna kadar dinledik.  Ünlü TRT spikeri Mesut Mertcan, "Milli Güvenlik Konseyinin bir numaralı bildirisini dinlediniz." Dedi. Bir numaralı bildiriyi dinlediniz dendiğine göre, demek ki başka bildiriler de vardı, ve sırasıyla onlar da okunacaktı.

ORDU YÖNETİME EL KOYDU

Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren ve ordu komutanları, yani Silahlı Kuvvetler ülke yönetimine el koymuşlardı. Gerekçelerinin başında ise"milletimiz için başkaca bir çıkış yolu kalmadı" söylemiydi
Türkiye Büyük Millet Meclisini kapattılar. 

Anayasayı uygulamadan kaldırdılar...
Kitle örgütleri ve derneklerin faaliyetlerini sonlandırdılar.
DİSK ve üyesi sendikaların da faaliyetlerine son verdiler. 
12 Eylül bir darbeydi elbette.
O günlerde henüz hiç kimse darbe lafı etmiyor, aklında olanlar ise bunu darbe diye seslendiremiyordu. 

Darbecilerin bildirileri, onların uygun buldukları zamanlarda birer, birer okundu. 
Darbeciler, darbeyi birlikte olgunlaştıranlar(!) ve darbe yardakçıları durumdan çok memnun olmuştu. 
Yüzlerinden tebessümler eksik olmuyordu.

Bu dönemde kasalarını doldurmayı hedefleyenler de memnun... 
Bir kısım iş adamı, sanayici, para babası bu utanç darbesinden memnuniyetlerini, kahkahalar atarak "şimdiye kadar (onlar) işçiler güldü, artık gülme sırası bizde" diyerek dile getiriyorlardı.
ABD başkanı ve adamları "darbeyi bizim çocuklar yaptı" diyerek onlar da memnuniyetlerini kayıtlara geçiriyorlardı.
Velhasıl tüm memnunlar bıkmadan usanmadan darbecilere methiyeler diziyordu...

Memnun olanlara göre anlaşılan o ki: Darbeciler, güçsüzden değil güçlüden, zayıftan değil kuvvetliden, yoksuldan değil zenginden, işçiden yana değil işverenden yana tavır koymuştu...
Tüm darbelerde olduğu gibi 12 Eylül darbesi de milleti ikiye ayırmıştı.
Bir tarafta memnunlar ve gülen yüzler, diğer tarafta acı içen ve ağlayan gözler... 

LANET OLSUN !

Bilmiyorlardı ki bu gün methiyeleri düzen menfaatçilerin birçoğu, çok uzun olmayan bir süre sonra hem darbecilerin en başına, hem de diğerlerine lanetler okuyacaklardı...  

12 Eylül öncesi tarihlerde darbeyi oluşturanlar ve olgunlaşmasına destek verenler, arzuladıkları iktidar yönetimini taze bir emekli amiralin başbakanlığında, peydah edildiğini gördüler.
  
  
Devam edecek

11 Eylül 2019 Çarşamba

SENDİKAL ACILAR VE 39 YIL

12 EYLÜL 1980 DİPSİZ KÖR KUYU

1980 Yılı 12 Eylül'ünden bu yana tam 41 yıl geçti.

İşte bu tarih, "yeter artık biraz da biz gülelim" diyen sanayici, "ben zengini severim" diyen siyasetçi ve yardakçılarının oluşturdukları ortama omuz veren, "asmayalım da besleyelim mi" diyen anlayıştaki sözde devlet adamlarının sevinçten çığlıklar atarak kendilerini, kendileri tarafından göreve getirdikleri kapkara bir gündür.

Türkiye'de sendikal hareketlerin, gerçek ve devrimci sendikal çalışmaların budanmaya  başlandığı gündür 12 Eylül...

İşçi sınıfının devrimci sendikal kanadının koparıldığının, kara bir tarih sayfasına yazılmaya başlanmasının kararlaştırıldığı kirlenmiş bir gündür 12 Eylül...

İşçilerin ter temiz duygu ve alın terleriyle oluşturarak 1967 Tarihinde kurdukları Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, (DİSK) ve üye sendikaların çalışmalarının sonlandırıldığı tarihtir 12 Eylül.


Darbeci Kenan Evren ve onun sivil uzantısı olan Turgut Özal,ın hazırladığı zengin şerbetini (24 Ocak kararlarını), birlikte şevkle, zevkle uyguladılar. İşçi sınıfının yıllar boyunca demokratik mücadelelerle elde ettiği kazanılmış haklarının gasp edildiği bir tarihin başlangıcıdır 12 Eylül...

İşçi sınıfının ekonomik  ve demokratik haklarının tırpanlandığı, demokratik mücadelelerle büyüttükleri gerçek sendikal örgütleri DİSK'İN, faaliyetlerine son verildiği tarihtir 12 Eylül...

Suçsuzlukları mahkemelerce beraat ettikleri anlaşılan, yüzlerce sendikacının, gözaltına alındıkları, tutuklandıkları, işkencelerden geçirildikleri çok kötü, çok korkunç günler, aylar ve yılların başlangıç tarihidir 12 Eylül... 

Binlerce işçinin işten çıkarıldığı, ailece açlığa mahkum edildiği, çaresizliklere itildiği, dibi görünmez kör kuyuların sıra, sıra işçi ve emekçilerin yollarına kazındığı gündür 12 Eylül...

"12 EYLÜL DARBESİNİN İŞÇİLERE ETKİSİ"


12 Eylül Faşist Darbesinin üzerinden çok yıllar geçti.

Bu cümle çok kolay yazıldı... 
Kolayca da söyleniyor, 12 Eylül faşist darbesinin üzerinden yıllar geçti. 

Oysa gerçek başka. 
Gerçeklerin anlatılması kolay değil...  

12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden evet çok yıl geçti, geçti ama, deldi de geçti...

Gerçekleri, herkes kendine göre anlıyor...  

Anlatılanları, yine herkes, anladığı kadar biliyor...
Anlatılsa bile anlatılanları, yaşamayanlar tam anlayabiliyor mu?..
Doğrusu gerçekleri, tam olarak o günleri, yaşayanlar biliyor... 

EYLÜL ZOR AY

Eylül, ülke insanının bir kesimine göre her zaman zor ay. 

Sonbaharın ilk ayı. 

Sonraki mevsim, kış... 
Kışın içinde bir de "zemheri" var ki...
Adına uygun bir soğuk yapınca, titretir insanı...

Odun, kömür...  


Okul, çanta, defter, kalem... 

Ayakkabı, önlük…

Zor mu? Zor, hem de çok zor… 
12 Eylül ise zorların en zoru...
Ne anlarsan anla...

BİRİLER İÇİN

Birileri için, vatanın kurtuluşu...
Birileri için, ürkeklik...
Birileri için, kuşku...
Birileri için, işsizlik, açlık...
Birileri için muhbirlik...
Birileri için polis kapıda, bileklerde kelepçe...
Birileri için aylarca, yıllarca hapislik, işkence...
Birileri için, darağacı...
Birileri için, "asmayalım da besleyelim mi"?

Kaybolan babalar...
Babasız kalan çocuklar...

Ağlayan analar...
Dinmeyen gözyaşları... 

Kısaca işte,12 Eylül'ün özeti...

Devletin başına oturup, yönetime el koyan zorbalar, toplumun birçok kesimine suçlu gözüyle bakıyor.


İşçi sınıfının bir kesimini, DİSK ve üyelerini, zanlı gözüyle değil, karar verilmiş, hüküm giymiş "suçlu" anlayışı ile görüyorlar.
Ülke yönetimine el koyan generallerden biri ilk günlerinde “otel garsonu bile benim kadar maaş alıyor” demişti. Daha ilk demeçlerinin birinde, ülkedeki gerçek ve devrimci sendikaları “suçlu” ilan etmişti. 

Darbeciler, ülke yönetimine el koyar koymaz, DİSK ve üye sendikaların faaliyetlerini durdurdu. Yönetimlerine, emek ve emekçi düşmanı "kayyum" tayin ettiler. 
Yine bu sendikaları, yıllarca bu anlayıştaki darbe hayranı, darbecilerin gözü kulağı durumundaki "kayyumlarla" yönettiler.

DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk, Genel Sekreter Fehmi Işıklar ve yöneticilerin tamamını, temsilci ve üyelerin ileri gelenlerini tutuklattırıp, yıllarca hapis damlarında yatırdılar. Davutpaşa "Otağı Hümayun"da işkencelerden geçirdiler...
Metris ve Hasdal ceza evlerinde aylar ve yıllarca tecrit edildiler.

İnsanlık vasıflarını kaybetmiş darbeci ve uşakları, insanlığı unutturmak istediler... 

Sendika merkez, şube ve ofislerinde defalarca arama yaptılar. 
Suç belgeleri aradılar, d
idik didik ettiler her yeri. 
Yok işte, delil yok, suç belgesi yok. 
Suç yok, delil de yok...

Suçlu ilan ettikleri, DİSK yönetici ve üyeleri "suç yok, delil de yok" ama nedeni belli bir şekilde hapis damlarına kondu.



YARGILAMA

Yargılamalar, duruşmalar bilerek ve isteyerek yıllarca sürdürüldü. DİSK'İN Avukatı Ercüment Tahiroğlu ve devrimci avukatlar, duruşmalar srasında çok önemli savunmalar yaptılar. 

Yıllar sonra davalar, sıkıyönetim mahkemelerince beraatla sonuçlandı. 

İşte bunu da söylemek kolay, iki kelime, sadece iki kelime, beraat ettiler...


İşkenceli günler, sevdiklerinden, sevenlerinden ayrılık, acılar ve ömürden kaybolan yıllar... 

Bu uzun sürede, içeride ve dışarıda elbette hayat devam ediyordu...


Çocuklar okula başlayacak, 

Okula götürecek, baba yok... 
Soba yanacak, odun yok...
Odun alınacak, para yok.
Beş, altı yıl sonra, 
Baba beraat ediyor, suç yok...
Baba iş arıyor, iş yok...
İş yok, aş da yok...

Darbeci general, ''garson benim kadar maaş alıyor'' diyerek çalışanların ücretlerinin yüksek olduğunu da işaret ediyordu. 
Ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı ''ben zengini severim'' diyen, kollarını sıvadı ve işçi ücretlerini birlikte törpüleyerek ayarladılar!.

İşçileri zorla sarı sendikalara üye yaptırdılar...

Çalışanların, demokratik mücadele sonucunda, toplu sözleşmeler yolu ile elde ettikleri ikramiye, kıdem tazminatı, çalışma süreleri ve iş güvenliği gibi kazanılmış haklarını birer birer tırpanladılar.  

Sendikalarda çalışan personelin tamamını işten çıkarttılar. Fabrikalardan, solcu diyerek bir çok işçiyi işten attırdılar. Yıllarca bu insanlar iş bulamadı.
Anneler tencerelerde yemek yerine dert kaynattı...
Babalar, kurulan ev sofralarında aç oturup, bu gün iştahım yok diyerek aç kalktılar.

Soğuk günlerde birlikte titrediler... 

Darbeciler ve yalaka siyasileri, bir kere olsun bu suçsuz anne, baba ve çocukları düşünmediler.
Buldozer oldular...
Buldozerin direksiyonuna sıra ile oturdular.
Önlerine geleni ezdiler, insanlığı da öldürdüler...

BİR GARİP TÜRK-İŞ
  
Garip olan şey, kendilerinin büyük olduklarını, her demeçlerinde övünerek söyleyen konfederasyonun, (TÜRK-İŞ) bir yöneticisini darbeci generallerin başında olduğu yönetime bakan vermiş olmasıydı. 

Sendikal örgütlenme, grev hak ve uygulamalarını zorlaştırıp, işçilerin gerçek mücadele, yön ve yöntemlerini ortadan kaldırırken, çok enteresandır, Sosyal Güvenlik Bakanlığı koltuğunda, bir sendikacı oturuyordu.(!) 

Bu,Türk-İş Genel Sekreteri, Sadık Şide'den başkası değildi.

DİSK ve üye sendikaların, yöneticileri hapishanelere gönderilirken, Türk-İş yöneticileri sus pus olmuşlardı. 
Devrimci sendikaların yönetimlerine oturtulan, faşist zihniyetteki "kayyumlarla" işçilerin gerici ve sarı sendikalara transfer pazarlıklarını sürdürüyorlardı. 

Umduklarını 
Kısa zamanda, bulamadılar. 
Gerçek ve devrimci sendikacılık eğitimi alan DİSK üyeleri uzun süre direndi.

Üyeler, direnç gösterdikçe, sıkıyönetim mahkemelerinde, davalar uzatıldıkça uzatılıyordu. 
Bu süreler içinde işverenlerin bir kısmı ise, bilinçli işçileri, işten çıkarmaya devam ediyordu...

Onları ve ailelerini işsizliğe, açlığa mahkum ediyorlardı.
İşten çıkardıkları işçilerin işe alınmamaları için, daha önceden tespit ettikleri isim listeleri, çoktan işverenlerin kendi aralarında paylaşılmıştı.

Darbeciler, bir kısım patron ve "sarılar", el birliği yaparak amaçlarını gerçekleştirdiler. 
DİSK'in sınıf bilinçli tabanını dağıttılar.

İLERİ DEMOKRASİ

İşçi sınıfının, demokratik mücadele örgütü olan sendikal çalışma yolu ile elde ettikleri kazanılmış hakları, ellerinden alınırken bile, darbe kalıntısı siyasiler ''İleri Demokrasi" şirinliğini ağızlarından hiç eksik etmedi. "İleri Demokrasi" söylemlerini hep tekrarlayıp durdular.... 

Nasıl bir "ileri demokrasi" ise, hala çalışan büyük kesimin grevli toplu sözleşme hakkı yok.
Hakkı olduğu iddia edilen kesimin ise grev hakları oldukça sınırlı...

Sendikalara serbestçe üye olma özgürlüğünün önünde, sayısız engeller hala duruyor. 
Siyasiler ve "büyük"(!) işçi konfederasyonu, sessizliğini sürdürmeye devam ederken, bu konfederasyon üyesi çok sayıda sendika, sandukaya* sokulmuş görüntüsü vermiyor mu? 

*Sanduka; Bazı mezarların üzerine konulan, tahta veya mermerden yapılmış sandık.





7 Eylül 2019 Cumartesi

İŞÇİ HAYATI UCUZ MU


Ne söylemeli, nesini söylemeli anlaşılır gibi değil.
Adına iş kazaları denilen olaylar nedeni ile gün geçmiyor ki ölüm haberi duymamış olalım.
Bu durum nereye doğru gidiyor, nerelere kadar gidecek...

İşçi sağlığı ve iş güvenliği Meclisinin (İSİG) açıklamalarına göre, 2019 Yılının Temmuz ayında en az 163 işçi hayatını kaybetti.
Bu açıklamanın mürekkebi kurumadan, Ağustos ayında da yine acımasız ölümlerin meydana geldiği ve en az 163 işçinin hayatını kaybettiği açıklandı.

Çalışanların, özellikle de işçi ve emekçilerin canları devlet güvencesindedir.


Yani çalışanlar canlarını devlete emanet etmiştir. Devletin ilgili kurumları, Çalışma Bakanlığı, bağlı birim yetkilileri, iş müfettişleri bu emanetlere sahip çıkmalıdır.

Bu ölümlere kamu oyunda artık iş kazası denmemektedir.
Görülüyor ki "iş cinayetleri" adını alan bu söylem, yeterli önlemlerin alındığı ülkelerde olmuyor. Ya da asgari düzeyde oluyor. Çünkü önlemler, kazaları önlemek içindir.

İş yerlerinde yeterli önlemlerin alınmasından sonra meydana gelen olaylardır "iş kazası"...
İşçi ölümlerinin bu kadar yüksek olmasından anlaşılıyor ki işyerlerinde yeterli denetim olmamaktadır. Yeterli önlemler ise alınmamakta veya alınamamaktadır!

Her ölüm acıdır ve çoğu zaman bir ocağın sönmesine yol açabilmektedir.

Günümüz Türkiye'sinde yaptırımların maliyetleri oldukça yükselmiştir. Ama bilinmelidir ki işçilerin canları bu maliyetlerden daha ucuz değildir.

İşçi ölümleri kader değildir...
İşçi ölümleri engellenmelidir...
İşçi ölümleri durdurulmalıdır...

16 Ağustos 2019 Cuma

TÜRK-İŞ BAŞKANI KASADA PARA YOK DEDİ


TÜRK -  İŞ Başkanı Ergün ATALAY 14 AĞUSTOS 2019 Tarihinde FOX Televizyonunun Çalar Saat programına çıktı. Yaklaşık 200 bin kamu işçisini kapsayan ve kamu oyunda oldukça eleştiri alan 2019-2020 toplu iş sözleşmesini neden imzaladıklarını anlattı. "Kasada paramız yok"dedi.

Düşük zam teklifi gelirse greve gideriz, Zonguldak Maden işçileri ve Darphane işçileri ise greve başlamaya hazır diyen Ergün Atalay, TV programında grev eyleminden neden vazgeçtiklerini "bekâra karı boşamak kolay" söylemiyle noktaladı. Ayrıca "greve gidersek işçinin masraflarını nasıl karşılarız, kasada paramız yok?" dedi.

Sayın Başkan grev sadece para ile yapılmaz. Sendikacının ana görevi emeğin ve emekçinin hakkını her koşulda sonuna kadar savunmak ve korumaktır.

Elbette grevde, işçiye yardım yapılacaktır ve yapılmalıdır. Sendika yöneticileri bu durumun asgari tedbirini almalıydı...

İşçiden alınan aidatların bir kısmı da bunun için ayrılmalıydı. Türk -İş ve üye sendikalar, kurulduğu günden bu güne kadar yani 60 yılı geçen süre içinde aldığı aidatları ne yaptılar?
Zonguldak Maden işçileriyle, darphane işçilerinin sayısı ne kadardır? Milyonlarca üyenizin varlığından gelen (alınan) aidatlarla bu grevler yönetilemez miydi?
Ben de, işçi kamuoyu da, cümle âlem de biliyor ki asıl neden bu değil.

Kasalarınızda para ne zaman olacak?
Kasalarınız dolu olsa da bir şey fark etmeyecek gibi...


14 Ağustos 2019 Çarşamba

EYLEM Mİ SÖYLEM Mİ

2019 Yılı toplu sözleşme görüşmeleri, TÜRK-İŞ ve Hükumet tarafından tatlıya bağlandı! 
Kurban Bayramı günü imzalanan toplu sözleşme, kamuoyunda olması gerektiğinden çok fazla ses getirdi.
   
TÜRK-İŞ Genel Başkanı, yaklaşık 200.000 kamu işçisini ilgilendiren toplu iş sözleşme sürecinde anlaşmanın sağlandığını açıkladı. 
Zam oranının 2019 Yılı için yüzde 8+4; 2020 Yılı içinse yüzde 3+3 olarak belirlendiğini belirtildi. 
Türk-İş Başkanı - Çalışma Bakanı

Televizyon, yazılı basın ve özellikle sosyal medyada TÜRK-İŞ Başkanı ATALAY, bu güne kadar görülmemiş biçimde eleştiriye uğradı. 
Görüşmeler sırasında Çalışma Bakanına dönerek kısık bir sesle "Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle" dediği ifadesi çokça tepki aldı. 
Bilindiği üzere TÜRK-İŞ masaya yüzde 15 zam teklifi ile oturmuştu. Görülüyor ki imzalanan sözleşme ile  alınanlar, teklifin ancak yarısı gibidir. Türk-İş Başkanı Ergün ATALAY  “Söyleyecek bir şeyim yok, imza atacağım” dedi.

DAĞ FARE DOĞURMADI


Son güne kadar "grevden başka çaremiz kalmadı, 
Zonguldak maden işçileri ve Darphane işçileri greve çıkacaklar" diyen TÜRK-İŞ Başkanı, "sendika başkanları ile beraber karar verdik, söyleyecek bir şeyim yok, imza atacağım” diyerek hem kendi, hem de diğer yöneticilerin anlayış ve kararlarını belirtmiş oldu.

Demek oluyor ki gerçekten akıllarında ve kararlılıklarında, EYLEM fikri ve anlayışı olmayanların söylemleri, çoğu zaman bir şey ifade etmiyor.


Evet GREV sendikal bir eylemdir. 
Menfaat grevi, hak grevi gibi türleri de vardı. Bilindiği üzere 1982 Cunta Anayasası ile işçilerin bu en tabii hakları da tırpanlandı.

İş hayatında eylem deyince çoğu insanın aklına hemen her zaman grev gelir... 

Göğsünüzü gere gere, içinize sinen, işçinin onay verdiği işçi kamuoyunun kabullendiği bir toplu iş sözleşmesi imzaladıysanız mesel yok. 
Böyle bir toplu iş sözleşmesi de, sendikal eylemlerin en büyüklerinden biri sayılır...

Bakın Yalçın Bayer, 14 Ağustos 2019 Tarihli Hürriyet'teki yazısının bir bölümünde "Türk-İş bugüne kadar mücadeleci değil, sürekli uzlaşan bir konfederasyon olmuştur ve gene yanıltmadı." diyerek TÜRK- İş'in  ana vasfını ve uzlaşmacı tavrını tek cümleyle böyle özetliyor.

1 Ağustos 2019 Perşembe

SENDİKAL ÖRGÜTLENME YERİNDE SAYIYOR


Eski adı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olan, TC. Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 01 AĞUSTOS 2019 Tarihinde, işçi sendikalarının üye sayıları ile ilgili bir istatistik yayınladı. Resmi Gazetede yayınlanan istatistiğe göre  en çok üyesi olan işçi konfederasyonu yine TÜRK-İŞ.

31 Temmuz 2019 Tarihi itibari ile Türkiye'de 13 milyon 764 bin 63 işçinin çalıştığı belirtilmektedir. Buna mukabil sendikalı işçi sayısı 1 milyon 894 bin 170 olarak belirtilmiştir. 
Bu verilere göre sendikalara üye olma oranı yüzde 13,7 olarak görülüyor. Yani çalışan her 100 işçinin 13,7 si sendika üyesi durumundadır.

İstatistikte, işçi sendikaları konfederasyonlarının ve bağımsız sendikaların üye sayılarına ait veriler de belirtilmektedir. Bu duruma göre;
TÜRK-İŞ Konfederasyonunun üye sayısı bir milyon on ikibin ikiyüz yetmiş yedidir. (1,012,277)
HAK-İŞ Konfederasyonunun üye sayısı altıyüz yetmişdört bin dörtyüz dörttür. (674,404)
DİSK Konfederasyonun üye sayısı ise yüz yetmiş sekiz bin altıyüz bir olarak belirtilmiştir.(178,601)

2019 Ocak ayında yüzde 13,8 olan sendikalaşma oranının, 2019 Temmuz ayında yüzde 13,7 ye düştüğü gözlenmektedir. Bu durum Türkiye işçi sendikal  örgütlenmesi konusunda yerinde saydığını belirtmektedir. 
Normal değildir.



1 Haziran 2019 Cumartesi

15-16 HAZİRAN 49. YIL


15/16 HAZİRAN 1970 Büyük İşçi Direnişi; Türkiye işçi sınıfının sendikal hareketleri içinde, inançla, korkusuzca, dayanışarak yaptığı bir emek mücadelesidir.

Elde ettiği kazanımı, anıt olarak işçi sınıfı harmanına diktiği büyük bir yapıttır...
Bu yapıt yağmurdan, kardan, rüzgârdan, güneşten asla etkilenmeyecek...
O yapıt, işçi sınıfının sendikal özgürlük mücadelesinde yüzyıllar geçse de hatırlanacak, konuşulacak, yazılacak, çizilecek.
Söylemem o ki işçi sınıfı ve emek dostları tarafından sürekli hatırlanacak...
Hatırlandıkça da onurla, gururla konuşulacak... 

Yüzbinlerce işçi, sendikal özgürlük için, hak için, adalet için, işçilik onurları için, 15 Haziran günü İstanbul başta olmak üzere, Kocaeli, Bursa, İzmir, Ankara ve yurdumuzun pek çok yerinde,  çalıştıkları fabrikalarda işbaşı yapmadı.

DİSK ve üyesi sendikaların kapanmalarına yol açacak olan ve  alelacele çıkarılan  antidemokratik yeni "sendikalar yasasını" protesto etmek ve bunu kamu oyuna duyurmak için en yakınlarındaki fabrika işçileriyle buluşarak yürümeye başladılar...

Yeni "sendikalar yasası" Anayasa'ya aykırı olarak çıkarılmıştı. İçerdikleri konular devrimci ve gerçek sendikacılığı yok edecek maddelerle doluydu. Sanki zenginlik; işçilik onuru doğrultusunda yükselen sendikal haklara, işçi ve ailesinin ekmeğine göz dikmişti.

Hüseyin Ekinci
İktidar, kendisini sürekli alkışlayan uzlaşmacı diğer konfederasyonların oluşturdukları sendikal hareketlerden hoşnuttu ve hep böyle devam etsin istiyordu.

DİSK ve üyesi sendikaların giderek güçlenmesi, sermaye çevrelerini de rahatsız etmeye başlamıştı.

Süleyman Demirel iktidarı,  13 ŞUBAT 1967 Tarihinde kurulan ve her geçen gün sendikal örgütlenmesini ileriye götürerek güçlenmeye başlayan gerçek ve devrimci sendikal hareketi budamak, bu hareketleri daha da yüceltecek olan sendikaları kapatmayı hedef almıştı.

İşçilerin, 15-16 Haziran 1970 günlerinde ortaya koydukları şanlı yürüyüşleri, disiplinli eylemleri, birbirleriyle buluşmaları, birlik ve birleşmenin en büyük güç olduğunun farkına varmaları, başta iktidar olmak üzere sermaye çevrelerini oldukça şaşırttı.  Çalıştıkları fabrikaları, makine, alet edavat, ham madde ve mamul malları her türlü provokasyonlara karşı, işçilik namusu gereği gözleri gibi korudular.


MALTEPE ASKERİ CEZAEVİ

İstanbul ve Kocaeli'de "SIKI YÖNETİM" ilan edildi.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler ve T. MADEN-İŞ Sendikası Yürütme Kurulu üyeleri gözaltına  alınıp, tutuklanarak Maltepe Askeri Ceza evine konuldu. Hemen bir gün sonra ise 14 Haziran Günü Merter toplantısında, konuşan işçiler ve bazı fabrika baştemsilcileri de aynı ceza evine konulmak üzere çalıştıkları fabrika ve evlerinden alındılar.

Mahkemeler SELİMİYE KIŞLASINDA yapıldı.

Duruşmalara ve Maltepe Cezaevinin ziyaret günlerine işçiler, oldukça kalabalıklar halinde ilgi gösteriyorlardı.

Selimiye Kışlasını bilenler, dışarıdan bakıldığında yamuk şekilde bir planla yapılan bu büyük yapının içine girildiğinde hemen ürkütücü bir durumla karşılaşabilirler. Hele, böyle sıkı yönetim uygulanması veya askeri darbe dönemlerinde, ürkütücü duruma bir de korkutuculuğu ilave etmek gerekir.

İşte bu yapı içerisinde kurulan mahkemeler döneminde askeri savcılığın bildirimi üzerine benim de ifademe baş vurulmuştu. Şimdi hatırlayabildiğim kadarıyla "Ali" isminde, binbaşı veya yarbay rütbeli askeri savcı tarafından ifadem alınmıştı. Savcı, asık bir suratla "anlat bakalım işçileri neden yürüttünüz?" Demişti. Benim cevabımı beklemeden odada bulunan ve sanki benimle hiç ilgilenmez görünen Albay rütbeli başka bir subay savcıya dönerek "neden soruyorsun, bunların düşüncelerini biliyorsun tutukla gitsin" diyerek bana sıkı bir gözdağı vermek istemişti.

İKİ ASKER KARDEŞ

Bu soğuk ve ürkütücü büyük yapının, anlatılan bir rivayete göre daha da büyüklüğü şöyle dile getiriliyor. İki kardeş bu kışlada askerlik yapmak üzere teslim olmuşlar ve üç yıl askerlik yapmışlar, ama bu üç yıl içinde birbirlerini aramalarına rağmen buluşmaları mümkün olmamış.

Elbette yargılamalar sonunda tahliye kararı verildi.
Bu son duruşmada salonda bulunan sendikacı, işçi ve duruşmayı izleyenler ayağa kalkarak" gün doğdu hep uyandık" marşını birlikte  söylediler.

Nitekim işçilerin haklılığı anlaşıldı. Anayasa Mahkemesi alelacele çıkarılan antidemokratik bu yasayı iptal etti.
Yargılanan yönetici ve işçilerin tamamı mahkeme kararlarıyla beraat ettiler.

DİSK, daha da güçlenerek üye sayısını beşyüzbinlere taşıdı, sendikal mücadele tarihine işçi lehine birçok yenilikler kattı...

Özellikle DİSK'İN kurucu ve lokomotifi konumundaki, TÜRKİYE MADEN-İŞ SENDİKASI, başta kurumsallaşma olmak üzere, sendikal örgütlenme, eğitim ve toplu sözleşme yapımı konusunda birçok ilklere imza attı.
Her demokratik eylem ve çalışmalarının sonuçlanmasında "tabanın söz ve karar sahibi olma" ilkesini  uygulayarak hem büyüdü hem de gerçek sendikacılığa örnek oldu.

Hüseyin Ekinci olarak, sendikal demokrasiye inanmış ve bu ilkelerin hayata geçirilmesine çırak, kalfa ve usta olarak, sendikal demokrasinin gelişmesi, yerleşmesi uygulanması çabalarına, katkıda bulunduğum için çok mutlu ve çok gururluyum...




13 Mayıs 2019 Pazartesi

DEDELERE BABA DENİR Mİ







SOMA FACİASI

Beş yıl önce bu gün(13 Mayıs 2014), Soma'da sanki kıyamet kopmuştu. Soma'da bulunan ve özel sektöre ait maden ocağında meydana gelen faciada 301 maden işçisi hayatını kaybetmişti.
Birileri bu olayı iş kazası olarak niteledi.
Birileri kader dedi.
Birileri bu işin fıtratında bunlar var dedi.

Gerçek sahiden öyle miydi?

Olay sonrası yapılan incelemelerde işçi sağlığı ve işgüvenliğinin sağlanması yönünde iş verenlerin yeterli önlemler almadığı anlaşıldı. Bu konularda denetim görevini yapması gerekenlerin de, çok büyük ihmallerinin olduğu belirtildi, yazıldı, çizildi.
İşyerinde bulunan yetkili işçi sendikasının ve onların yöneticilerinin de, bu konulara ait herhangi bir çaba ve çalışmasının olmadığı anlaşıldı.
Öyleyse bu olaya iş kazası denemez.
İş kazası; iş yerlerinde işçi sağlığı ve işgüvenliğinin tam olarak sağlanmasından sonra meydana gelen veya gelebilecek olaylardır...
Alınmayan önlemler, giderilmeyen eksiklikler, yapılmayan denetimler, nedenleriyle felaketler yaşandı.
Soma faciasında 301 canımızı kaybettik.
Göz yaşları sel oldu.
Kadınlar dul kaldı.
Çocuklar babasız kaldı.
Analar, babalar yer altında yitirdikleri yiğitlerini, tekrar yer altına verirken ağıtlar yakarak feryat ettiler...

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Yusuf Özkan 13.05.2019 tarihli yazısında bakın neler söylüyor.
"DEDEYE BABA DEMEK"