3 Aralık 2020 Perşembe

ANKARA MADEN-İŞ VE BEN

 1974 Yılıydı. 

Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde yaptığım askerliğimi bitirdim. 

Uzunköprü, Yunanistan toprakları ile komşu olan şirin bir ilçemizdir. Dünyanın en uzun taşköprüsü buradadır ve ilçenin, adını köprüden aldığı belirtilmektedir. 

Hüseyin Ekinci
Ergene Nehri üzerine 1444 yılında II. Murat tarafından yaptırılan bu muhteşem yapı, bu gün de hizmet vermeye devam etmektedir. İlçenin verimli topraklarının bir bölümünü sakin ve masmavi akan Ergene suluyor, kıvrılarak akan bu nehir, ilçenin tarım ve hayvancılığının da gelişmesine çok büyük katkı sağlıyordu.

Eğitimlerin çoğu Ergene Irmağının yanındaki düzlüklerde yapılırdı. Yine bu düzlükler tâdatların(sayım) yapıldığı toplanma yerleriydi. Bahar ve yaz aylarında seyrine doyulamayan Ergene, kışın öyle bir ayaz yapardı ki, tüfeklerin metal kısımları parmaklara yapışır, çeneler ise istem dışı hareketlenirdi. Ayazın şiddeti ile dişler istemesen de birbirlerine vurur, meydana gelen sesler âdeta melodiler(!) oluştururdu. 

                                                               Uzun Köprü yapım: Mimar Muslihiddin

Aylar boyunca yaşayarak içimde biriktirdiğim duygularımla birlikte İstanbul'a dönmüştüm. Kısa bir süre dinlendim. Henüz yukarıda belirttiğim duygulardan kurtulamamıştım ki, MADEN-İŞ ve DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in görüşmek istediği haberi geldi. Askere giderken Cağaloğlu'nda bıraktığım sendika genel merkezini, bu defa Beşiktaş'ta bulmuştum. 

Görüşmemizde Genel Başkan, Ankara'nın çok önemli olduğunu ve bu güne kadar bu öneme lâyık(uygun) bir çalışma yapılamadığını, üye sayısının yeterli olmadığını, çalışmaların bir türlü istenilen düzeyde gitmediğini belirtti. Bu nedenlerle "senin Ankara'da II. Bölge Temsilcisi olarak çalışmanı istiyorum" dedi. Hiç düşünmedim ve tamam dedim. "Ama evini de taşıyacak ve oraya yerleşeceksin"dediğinde, "bana bir gün müsaade" diyerek ayrılmıştım.

T.MADEN-İŞ SENDİKASININ YAPISI VE ORGANLARI

Bilgilenmek isteyenler için faydalı olur düşüncesiyle MADEN-İŞ'in örgütlenme yapısından azda olsa söz etmek istiyorum. Genel Merkez ve Topkapı, Silahtarağa, Şişli ve Pendik Merkez Şubeleri İstanbul'daydı.

İşyerleri ve yoğun işçi çalışan şehir, bölge, ve semtlerde ana tüzük uyarınca şube ve tam yetkili merkez şubeler kurulurdu. Merkez şubeler daha donanımlı olur ve toplu sözleşme yapma yetkileri bulunurdu.

1967 Yılında Ana Tüzükte yapılan değişiklikler ile şubeler yerine bölge temsilcilikleri oluşturuldu. 
 I. Bölge Temsilciliği İstanbul, Kocaeli, Bursa, Sakarya ve Trakya.
II. Bölge Temsilciliği Ankara, Eskişehir Konya ve İç Anadolu.
III. Bölge Temsilciliği İzmir ve çevre iller.
Daha sonra, İstanbul'un Anadolu yakasının tamamını kapsayan IV. Bölge ve çeşitli şehirlerde yeni bölge temsilcilikleri kurularak çalışır duruma getirildi. 
Adana, Mersin, Antalya gibi.

Bölge temsilcileri  genel yürütme kurulunun kararı ile görev alırlardı. Kısa süre sonra ise, işyerlerinde gizli oy ve açık sayımla, 20 işçiye bir olmak üzere seçilen ünite temsilcileri ve yasal işyeri temsilcilerin oluşturduğu konseyde(genel kurul)seçilmek zorundaydılar. 

ANKARA VE HOŞ GELDİN

Ankara'da kısa zamanda ev işlerini hallettim, o zamanlar yeni gelişen Seyranbağları semtinde bir ev kiralayarak yerleştik. Ulus semtinde bulunan meşhur Rüzgârlı sokağa komşu olan II. Bölge Temsilciliğinde göreve başladığım gün, bir kişinin elinde bir demet çiçekle beni beklediğini gördüm. "Hoş geldin" diyerek bana uzatılan çiçekleri mutlulukla aldım. 
İsminin Kemal Ekici olduğunu öğrendim. 
Düzgün konuşması, temiz ve gülümseyen yüzüyle Kemal Ekici'nin bu davranışı ve birlikte yaptığımız kısa sohbet bana büyük bir moral oldu. "Siz gelmeden haberiniz geldi. Kavel ve Demirdöküm direnişlerinde bölge temsilcisi olduğunuzu öğrendim, Ankara'da da başarılı olursunuz" diyerek dileklerini belirtti. Sohbetimiz devam ederken  DİSK üyesi Kimya - İş ve Sosyal - İş Sendikalarının şube başkanları gelerek, başarılar dilediler. 

Ankara'da görev alarak büyük bir sorumluluk altına girdiğimin farkındaydım. Elbette evimi de taşıyarak, her şeye yeniden bir başlangıç yapmak ayrı bir sorumluluk yüklüyordu... 

ANKARA SENDİKACILIĞI olarak devam edecek.




10 Ekim 2020 Cumartesi

DİSK ABDÜLCANBAZ VE TURHAN SELÇUK

 1979 Yılıydı.

DİSK Genel Sekreter yardımcılığı yaptığım sıralarda bir gün, Genel Başkan Abdullah Baştürk, Genel Başkan Vekili Kemal Nebioğlu ile birlikte odama girdiler. Abdullah Bey *bilinen kendine özgü bakışı ve kibarlığı ile "Sayın Ekinci bize çay ısmarlarsın değil mi" diyerek oturdular. Genel Başkanı çok yakından tanımıyordum. 

1966 Yılında GENEL-İŞ TÜRK-İŞ üyesi iken, Çorum"dan başlayarak Ankara ve oradan da İstanbul'a kadar çıplak ayakla yaptığı ve çok ses getiren başarılı protesto yürüyüşünü biliyordum. Millet vekilliği nedeniyle basına yansıyan konuşmalarından kısmen haberdardım. Nebioğlu'nu ise 1965 Yılından itibaren GIDA-İŞ Genel Başkanı ve benim de üyesi bulunduğum Türkiye İşçi Partisi **millet vekilliğinden çok iyi tanıyordum.

Nebioğlu bir süre çeşitli organlarında görev aldığım MADEN-İŞ Sendikamızın genel kurul toplantılarının değişmez divan başkanlığını yapıyordu. Cağaloğlu Nurosmaniye Alibaba Türbe sokakta,LASTİK-İŞ, BASIN-İŞ, kısa bir süre de GIDA-İŞ sendikalarıyla birlikte üç katlı bir binayı genel merkezler olarak birlikte kullanmıştık. Onun için bu dört sendikanın tüm kadroları  genel başkanlar dahil birbirlerini yeteri kadar tanıyorlardı. DİSK düşüncesi burada hayat buldu. Ana tüzük dahil ilk çalışmaları burada gerçekleşti ve daha sonra Çemberlitaş Bölgesinde bir ofis katına taşındı. 

Çaylarımızı içerken "ne zaman müsait olursun bilmiyorum ama senin Turhan Selçuk'la bir görüşme yapmanı istiyorum, DİSK konusunda bilgilenmeye ihtiyacı olduğunu söyledi, bunu da en iyi sen yaparsın diye düşünüyorum" dedi. On dakika kadar değişik konulardaki konuşmalardan sonra yürütme kurulu toplantısı var diyerek ayrıldılar. DİSK Yürütme Kurulu, Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar, Kemal Nebioğlu, Mukbil Zırtıloğlu, Tuncer Kocamanoğlu, ve Mustafa Aktulgalıydı.

Görüşme konusunda gün ve yer belirlemek için Turhan Selçuk'a telefonla ulaştım. Görüşmenin evinde yapılmasını rica etti. Belirlediğimiz tarihte Şişli'deki evinde buluştuk. Geniş bir apartman dairesinde çalışma odasına buyur edildim. Tertipli bir çalışma odasında masanın üzeri Abdülcanbaz ve çeşitli karikatür eskizleriyle doluydu. Belli ki beni beklerken çalışmaya devam etmişti.

Türk ve dünya karikatür sanatının büyük çizerleri arasında yer alan bu büyük ustayla yapacağım söyleşi en başta beni oldukça heyecanlandırıyordu. İyi bir aileden geldiğini ve yine iyi bir tahsil gördüğünü biliyordum. Engin bir bilgi sahibi olduğunu da tahmin ediyordum. 

Nitekim yanılmadım. 

Konuşmaya başlamadan önce bir on dakika kadar kendi konuştu. Konuşmasının sonunda Turhan Selçuk'un aynı zamanda bir edebiyatçı olduğuna kanaat getirmiştim. 1960 lı yıllardan itibaren evine ve sonraları da işyerine gazete ve gazeteler giren biri olarak iyi bir gazete okuyucusuydum. Gazetelerde yayımlanan karikatürlere göz atmadan gazeteleri katlayıp bırakan biri de değildim.

Ali Ulvi, Semih Balcıoğlu, Bedri Koraman, Mıstık (Mustafa Eremektar), Altan Erbulak, Tan Oral gibi büyük ustaların yaş kuşağına yaklaşan biri olarak karikatürlerini mümkün olabildiğince takip edip okuyordum. Bence karikatür sanatı bir okul ve çizerlerin seçtikleri konular ise bir ekol niteliğindeydi. Bir kısım ustalar ise günlük karikatürlerini emek, emekçi, sorunlarını kapsayan konularla bir ekol yaratmış gibiydiler. İşte bu durum gerçek ve devrimci sendikacılıkta yapılacak planlamaların bir parçası gibi oluyordu. 

Çalışma odasında bir saatten biraz fazla konuştuk. Bu süre içinde DİSK kuruluş çalışmalarını, devrimci ve gerçek sendikacılık ilke ve ideolojisini anlattım. Turhan Selçuk'un bu süre içinde kısa notlar aldığını gözlemledim. Büyük bir dikkatle dinledi beni ve çok memnun kaldığını belirtti. "Bu küçük odada çok havasız kaldık salona geçelim birazda orada konuşur bir çay da orada içeriz" dedi.

Salon denilen büyük odayı görünce biraz şaşırdım doğrusu. Oturma salonundan daha çok karikatür sergisi veya müzesi görümündeydi. Yemek masasının ve sehpaların üzeri silme Abdülcanbaz çizimleriyle doluydu. Ahşap üzerinde siyah çizimlerin üzeri cilalanmış görünümleri çok alımlıydı. Duvarlar ise büyüklü küçüklü onlarca Abdülcanbaz tablolarıyla doldurulmuş gibiydi.

Salonda da bir saate yakın konuştuk. Konuşmalarımızın büyük bir kısmı DİSK üyelerinin gerçekleştirdikleri sendikal özgürlük eylemlerine yönelik oldu. Sarı sendikalara karşı yapılan direnişler ve özellikle 15- 16 Haziran 1970 direnişi oldukça ilgisini çekti. Çalışma odasında anlattıklarıma ilişkin notlar almıştı, şimdi ise sık sık sorular soruyordu. Sorular daha çok Türk Demirdöküm 1970 işgali hakkında oldu. Yine 15-16 Haziran "büyük işçi yürüyüşü" nün kamuoyuna yansımayan tarafları çok ilgisini çekmişti. Sohbetimiz bir süre sonra sendikal konuların dışına taşmıştı. "İzin verirseniz gitme vaktim geldi" diyerek ayrıldım.

1976 ve 1977 yıllarında da MADEN-İŞ sendikamızın toplu grevleri nedeniyle iki defa da kardeş değerli gazeteci İlhan Selçuk'la görüşmüş onu bilgilendirmiştim. İlhan Selçuk daha sonra Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde toplu MESS grevleri hakkında, bilgi ve kendi düşüncelerini yayımlamıştı.

Çizgileriyle bizi düşündüren, zaman zaman da güldüren, her iki halde de birçok yeni şeyler öğreten Turhan Selçuk'u, ve emekçi ve emekten yana düşüncelerini yazıya döken İlhan Selçuk'u iyi ki tanımışım. Alçak gönüllülüğü ve beyefendiliği ilke edinen bu değerli iki insan, artık aramızda yoklar. İkisi de yaşamları boyunca hukuk dışı uygulamalara, yazı ve çizgileriyle karşı durdular, karşı duruşlarıyla da bu ülkede silinmez izler bıraktılar.

İki gün sonra Genel Başkan Abdullah Baştürk'e Turhan Selçuk'la yaptığım görüşmeyi anlattım  bilgi verdim. "Başkan, Abdülcanbaz bundan sonra maceralarına DİSK üyesi olarak devam edecek öyle değil mi?" demiş ve onu gülümsetmiştim...

Turhan Selçuk, ölmeden önce son olarak bu karikatürü çizmişti.

* Baştürk, konuşmak istediği kişilerin yüzüne önce beş on saniye bakar, sonra konuşurdu. 

**1965 Seçimlerinde Mehmet Ali Aybar Başkanlığında, T.İ.P. Tekirdağ Millet Vekilliği yaptı.





3 Eylül 2020 Perşembe

RİYAZİ VE NİYAZİ BEYLER

1965 Yılında Profesyonel sendikacılığa ilk adımımı atmış ve çalışmalara başlamıştım. Bazı konularda oldukça ürkek davranıyordum. Bunun da sebeplerinden birinin sendikal konular hakkında bilgi eksikliğinden doğduğunu ve sendikal çalışmalarda işyeri temsilciliğinden daha fazla bilgimin olmadığı zannıydı. Henüz iki ayını yeni doldurmuş çiçeği burnunda bir başkan olarak, sendikanın Cağaloğlu'nda bulunan genel merkezine gitmem gerekmişti.

İşlerimi bitirip bir an önce Silahtarağa'da bulunan sendika şubesine dönmek için yola çıktım. Şişhane'ye kadar belediye otobüsü ile geldim ve Silahtar dolmuşuna bindim.
Kasımpaşa, Halıcıoğlu istikameti ile Haliç'in sağ yanından giderken Hasköy'de, tam da iplik fabrikasının sırasında, sırtlarını duvara yaslayarak oturmuş "tünemiş" yirmiye yakın işçi gördüm.

Birden bire dolmuştan inmek ve onlarla sohbet etmek istediğimi anladım. Ben bunu düşünürken dolmuş biraz ilerlemişti. Dolmuştan indim, gerisin geriye yürüyerek onların bulunduğu yere geldim, selam vererek yanlarına oturmak için izin istedim.

O yıllarda Hasköy küçük bir sanayi bölgesi görünümündeydi. Bu bölgede en çok işçi ise 1952 Yılında temeli atılan ve 1953 te üretime başlayan  Elvaşvili ailesi tarafından kurulan, Hasköy Yün İplik Fabrikasında çalışıyordu.

Sadece Metal işkolunda, Ramazanoğlu Bakır Fabrikası, Kısmet Fermuar Fabrikası, Kutup Kazan Fabrikası ve bir çok küçük fabrika ve onlarca atölyede işçiler, gece gündüz üretim yapıyorlardı.

Duvara yaslanmış, uzun boylu olduğu hemen belli olan, yüzünün bir tarafı diğerine göre daha isli görünen birisi "elbette oturabilirsin, iş mi arıyorsun" diye sordu?
İş aramadığımı sizi böyle duvara yaslanmış olarak gördüğüm için merak ettiğimi belirtip, yüzüm onlara doğru yere bağdaş kurarak oturdum.

Bir iki dakika sonra "herşey!" konulu bir sohbet başladı. Burasının bir döküm fabrikası olduğunu altmışa yakın işçinin çalıştığını öğrendim.
Sohbet sırasında, ben daha çok dinlemede kalmıştım. Sendikadan söz açıp açmamayı düşünüyordum ama, nasıl başlayacağımı da bir türlü bilemedim.
"Hadi bakalım işbaşı saati geldi" diyen biri ayağa kalktı, diğerleri de onu takip ederek fabrika giriş kapısına doğru yöneldiler...

Bir gün sonra öğle paydosunda görüşmek, dünkü konuşmaların devamını getirmek ve durum uygun olursa sendika konusunu açmak üzere tekrar döküm fabrikasının önündeydim.

Bu sefer dışarıda oturanlar onbeş civarındaydı. Farklı olan şeyin ise el ve yüzlerinin daha isli (duman karası) görünmesiydi. Belli ki öğle paydosuna yakın döküm yapmışlardı...
"Dünden yarım kalan sohbeti dinlemeye geldim" diye şaka yollu bir söylemde bulundum ve yanlarına oturdum.
"Fermuar fabrikasında bir işimiz vardı, arkadaşım işverenle görüşmeye gitti ben de buraya geldim" dedim.
Bir iki dakika daha başka konulardan bahsettikten sonra sendikal konulara girmiştim. Sendikadan söz açılınca üç dört kişi ayağa kalkarak yolun karşı tarafına geçti.

Sendikanın yararları konusunda bildiklerimi sıralarken, içlerinden birisi "nefesini boşuna tüketme, biz sendikalı olamayız, bizim Riyazi Bey'imiz var!" Dedi. Oluruz, olamayız tartışması devam  ederken, daha önce bana, iş mi arıyorsun diye soran ve adının Hikmet olduğunu öğrendiğim kişi "bu iş nasıl olacaksa, biz de sendikalı olmalıyız, akşam beş altı kişi sendikaya geliriz, bizi bekleyin" dedi...

Akşam, Hikmet on civarında arkadaşıyla geldi. Geç saatlere kadar konuştuk. Patronları hakkında özellikle de Riyazi Bey hakkına bilgilendim. Fabrikanın adının Diren Kollektif Şirketi olduğunu ve sahiplerinin Riyazi ve Niyazi Diren kardeşler olduğunu, işçilerin özellikle Riyazi Bey'i çok sevdiklerini öğrendim. Konuşmalarımızda bazı işçilerin Riyazi Bey'i üzmemek(!) için sendikaya soğuk bakıyor olduklarını anladım...

Üye çoğunluğunu sağlayarak toplu sözleşme yapma yetkisini aldık. Sözleşme görüşmelerine, işveren adına bir avukat hanım ve fabrika ortağı olan Riyazi Bey'in kardeşi Niyazi Bey, sendika adına ise ben ve organizatörüm ile işyeri sendika temsilcilerimiz katıldık. Müzakerelerde avukat hanımla zaman zaman sürtüşmelerimiz oluyordu. Bir defasında "Hüseyin Bey siz çok gençsiniz, çalışmalar hakkında yeterli bilgileriniz olmayabilir" demişti. Ben de biraz abartarak "hanımefendi ben tarlada doğdum sonra da annemle birlikte ekin biçmeye başladım" diyerek çalışma konularında tecrübemin fazla olduğunu belirtmek istemiştim...

Üçüncü toplantıya Riyazi Bey de katılmıştı. Adını ilk duyduğumda şaşırmıştım doğrusu. Lisede yaşlı matematik hocamız, "kefkef  İzzet" derslerde ara sıra *riyaziye sözcüğünü kullanırdı.

Riyazi Bey, yavaş ve oturaklı konuşmalar yapan, nazik, güler yüzlü ve beyefendiliği ile toplantıda işveren adına tüm konuşmaları kendisi yaptı. İşçilerle birlikte hazırladığımız sendika tekliflerimize olumlu yaklaştı ve bu üçüncü toplantıda anlaşma tutanağa geçirildi.

Birkaç gün sonra toplu sözleşmeyi de fabrikada, tüm işçilerin katılımıyla yapılan törenle imzaladık.
Törende Riyazi Bey üzgün değildi(!), ben de ilk sendikal örgütlenmeyi yapmış, işçi üyelerimizin memnun oldukları bir sözleşme bitirmiştim...


* Matematik (arapça)


11 Ağustos 2020 Salı

İŞSİZLİK EN BÜYÜK DERT

10 Ağustos 2020 Tarihinde TÜİK,( Türkiye İstatistik Kurumu) Mayıs ayı sonu itibari ile ülkemizdeki işsizlik oranlarını açıkladı.
Bu verilere göre ülkemizde işsizlik yüzde 12,9 seviyelerini bulmuş durumda. TÜİK açıklamasında işsizlerimizin sayısını 3 milyon 826 kişi olarak belirtilmektedir. 
Tarım dışı işsizlik ise, 0,2 puan ilavesiyle 15,2 olmuş durumda. 
İstihdam oranının ise geçen yılın aynı dönemine göre 2 milyon 411 bin kişinin daha azaldığı belirtilmektedir.
Açıklanan bilgilere göre istihdamda da 4,7 puan bir azalma mevcuttur.

Buna karşılık DİSK, İnternet sitelerinde, gerçek işsizlik rakamlarını ise yüzde 17,4 olarak bildirmekte ve "revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı oranı yüzde 50 olarak hesaplandı" diye belirtmiştir.

İşsizlikle ilgili söylenecek çok şey var, İŞSİZLİK ZOR... 
İşsizlikle ilgili söylenecek çok şey yok, İŞSİZLİĞİ YAŞAYAN BİLİR...                       

  

4 Ağustos 2020 Salı

GEÇ KALAN DİSK TARİHİ

1967 yılında kurulan, Türkiye'de gerçek işçi sendikacılığının örneklerini hayata geçiren ve kısa zamanda işçilerin gönlünü kazanıp örgütlenmesini tamamlayan, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 1967-1975 yıllarını kapsayan çalışmalarını DİSK TARİHİ adıyla kitaplaştırdı.

Beş ay önce elime geçen bu kitaba, önce sayfalarını karıştırarak şöyle bir bakmıştım.
Daha sonra bunun bana yetmeyeceğini düşünüp, kendime verdiğim sorumluluk gereği bütününü okumalıydım.
Öyle de yaptım...
Kitabı, baştan sona kendime ayırdığım okuma programına göre uzunca bir zaman diliminde bitirdim.

Kuruluşundan itibaren T.MADEN-İŞ Sendikasının bir üyesi, yönetim kadrolarında görevler alan bir neferi olarak belirtmeliyim ki, "DİSK TARİHİ" maalesef çok geç kalan bir kitaptır.
Ne yazık ki DİSK kurucuları ve yükselme dönemi yöneticilerinden hayatta olan kimse kalmadı herhalde...

"Geç kalan DİSK Tarihi" demem bu nedenledir.
Yoksa, bir boşluğu dolduran, geleceğe ışık tutan her kitap, bana göre tabii ki yerinde ve zamanında yazılıp yayımlanmış demektir.

Gerçeğe bakarsak, "DİSK Tarihi" kitabı gelecekte işi sınıfına, onun sendikal birliği, çalışma, hayat mücadelesi ve yaşantısına bir fayda sağlayacak olursa kendi branşında bir tarih kitabı olacaktır...
Tarih kitabında ne kadar acı, ne kadar yanlış karar ve uygulamalar, olsa bile onların da yer alması gerekir.             

"DİSK TARİHİ" elbette kolay yazılamaz, bu durumun farkında olmak gerekir.
DİSK ve üye sendikalar tarafından yazılan haber bültenleri, sendika dergileri, sendika gazetelerinde yer alan haberlerini, yetkililerinin demeçlerini bulup, bunları bir araya getirmek muhakkak ki kolay bir iş değil.

DİSK'in bu kısa dönem de yaptığı, gerçekleştirdiği önemli çalışmaları, yapmak istediği ve gerçekleştiremedikleri çalışmaları, bilgi ve belgeleri bir araya getirip kamuoyuna sunmak mükemmel bir emek sonucudur.

Türkiye çalışma hayatımızda, ne yazık ki 12 Mart 1971 darbesi ile 12 Eylül 1980 Cuntacılarının halkın önemli bir bölümüne karşı yapıp, zalimce uyguladıkları iki darbe yaşandı.

12 EYLÜL 1980 BİR KARABASAN

Bu iki darbe de, özellikle 12 Eylül 1980 cunta yönetimi ile sivil uzantılarının birlikte uygulamaları, DİSK ve üyelerinin adeta karabasanı olup üzerilerine çöktü...

Görüleceği üzere DİSK, bu sekiz yıllık çalışma döneminde, Türkiye'de sıradanlaşan sendikal hareketlere son vermeye çalışmış, gerçek sendikacılık uygulamalarına devrimci bir anlayış ile yeni bir boyut kazandırmıştır.
Bu da yazılan bu bölümlerde açıkça görülmektedir.

Kitabın hazırlanmasına karar alan, belge toplayan, elindeki bilgi ve belgeleri yapımcılara veren, bunları bir araya getirenleri kutluyorum.

30 Temmuz 2020 Perşembe

TÜRK-İŞ'TEN YORUMSUZ YOKSULLUK SINIRI

TÜRK-İŞ, çalışanların geçim şartlarını otuzüç yıldan bu yana aralıksız olarak her ay düzenli olarak yaptığı "açlık ve yoksulluk sınırı" araştırmasıyla ortaya koymaktadır diyerek, kamuoyuna (kendi haber bülteniyle) bir açıklamada bulunmuş... 
       
TÜRK-İŞ Araştırmasının 2020 Haziran ayı sonucuna göre: 
Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.431,08 TL, 
Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 7.918,82 TL,


  • Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti ise aylık 2.952,41 TL. olarak hesaplandı şeklinde özetlenmiş. İyi de "açlık ve yoksulluk sınırı" ile yapılan açıklamanın çok fazla önemi yok ki. 
  • Çalışanların, fiyatların el yaktığı bu günlerde nasıl geçinebildiği daha önemli, öyle değil mi? 

  • Bize göre bu böyle olmaz, olmamalı Muhterem Yöneticiler... 
  • Yukarıda belirttiğiniz rakamların, dolaylı olarak söylemeye çalıştığınız "yetersizliği", kamuoyuna küçücük bir haber bülteniyle duyurulamaz.

  • Emeklilerin, çalışan ve bir bölümü üyeniz olan işçilerin bu günkü yaşamları zordadır. 
  • Fiyatlar el yakar hale gelmiştir... 
  • Bu aşırı yükselen ve yanına yaklaşılamayan fiyatlar, emekliye, işçiye, dar gelirliye,"siz yemeseniz de olur" demek değil midir? 

  • Öyle değilse adını siz koyun nedir?..
  • Uzun zamandır tencereler çok zor koşullarda kaynatılıyor, mutfak dolaplarındaki çoğu tencere boş duruyor.
  • Bu, zorlu koşullarda yaşayanların durumu, elbette bir basın toplantısı ile açıklanmalı, yazılı basın ve görsel medya önünde yüksek sesle dile getirilmeliydi...

  • Çalışanlardan, işçilerden, işçi emeklilerinden yana olması gereken sendika yöneticilerine yakışan bu değil midir?

  • 22 Temmuz 2020 Çarşamba

    KEMAL TÜRKLER VE ONSUZ GEÇEN 40 YIL

    Kemal Türkler, Türkiye sendikal hareketlerimiz içinde kolay, kolay yeri doldurulamaz devrimci bir sendika lideriydi.
    Eli kanlı caniler 22 Temmuz 1980 sabahı işe giderken evinin önünde kurşunladılar. O'nu  ömrünün en verimli çağında toprağa verdik...

    54 yaşında kaybettiğimiz DİSK kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler, gerçek ve devrimci sendikacılığın ilkelerini belirleyen ve o ilkelerin hayata geçirilmesi için mücadelesini bıkmadan, yılmadan uygulayan bir liderdi...

    "Taban (işçiler), sendikalarda daima söz ve karar sahibi olmalıdır" ilkesinin isim babasıydı ve bunun mücadelesini sendikal hareketlerde vermeye çalışırdı...

    Kemal Türkler, Türkiye MADEN-İŞ Sendikası Genel Başkanı iken 1962 Yılında bu sendikanın üyesi olmuş ve o tarihte kendisini tanımıştım.

    1965 Yılında MADEN -İŞ Silahtarağa Merez Şube Başkanlığına, 1967 Yılında ise Silahtarağa Şubesinin de bağlanmasıyla birlikte 6. Bölge Temsilciliğine seçildim. Kendisi ile şube ve bölge temsilcisi olarak, 1974-1977 yıllarında da genel başkan vekili olarak, onbeş yıla yakın  birlikte çalıştım, yakından tanıdım.
    DİSK'İN kurulması da dahil birçok ilklerde, ben de hep vardım...
    Onsuz geçen 40 yılla ilgili yeni bir yazı yazmak yerine, değerli gazeteci Bekir Coşkun'un, Cumhuriyet Gazetesinde 03.12.2010 tarihinde yayımlanan " Oysa Yerde Kan Vardı" başlıklı yazısını birlikte bir kere daha okuyalım istedim...

     Oysa Yerde Kan Vardı.

    ~ 03.12.2010, Bekir COŞKUN ~

    Biliyorsunuz, her sene tam bu günler geleneksel Turgut Özal öldürüldü” günleridir…
    Çankaya Köşkü’nün içinde, kapıda muhafız alayı, iki yüz nöbetçi, yanında doktoru, elli görevlinin arasında, ambulans, Hacettepe Hastanesi’nin yığınla raporları…
    Yine de öldürüldü diyorlar…
    Ama herkesin önünde, evinin kapısında, bedeninde kurşunlarla vurulan emekçilerin lideri Kemal Türkler’in öldürüldüğü kanıtlanamadığı için önceki gün dava zamanaşımına uğradı ve düştü…
    *
    Mesela; Adnan Kahvecitrafik kazası ile öldürüldü
    Muhsin Yazıcıoğlu; telefon sinyali ile öldürüldü
    Bülent Ecevit; yanlış teşhis ile öldürüldü
    Turgut Özal; zehirli börek ile öldürüldü
    Ama Kemal Türkler, kurşunlarla, yolun ortasında, kanı oluk gibi aka aka vuruldu da öldürüldüğü belirlenemedi…
    Tam 26 yıl sürdü mahkeme…
    Dava düştü…
    *
    Aslında Türkiye’nin nasıl bu günlere geldiğinin uzun ve hazin hikâyesidir bu…
    Emperyalizme karşı duran bu ülkenin yiğit çocukları işte böyle bir bir yok edildiler. Böylece dün liberal (!) işbirlikçileri ile Türkiye’yi yağmalayan sömürgeciler, bugün de dinci ortakları ile aynı yağmayı-talanı aralıksız sürdürebiliyorlar…
    Bu yüzdendir:
    Yaşlı ve hasta bedenleri yapılan eziyete dayanamayan İlhan Selçuk da, Türkan Saylan da öldürülmedi… Bombalarla paramparça edilen Uğur Mumcu’dan Ahmet Taner Kışlalı’ya kadar daha nicelerinin öldürüldüğü de ortada kaldı…
    Kemal Türkler’in kızı babasının öldürüldüğünü gördü, vurulmuş bir beden ve yerde kan vardı…
    Ama öldürüldüğü kanıtlanamadı…
    Dava önceki gün düştü…
    (Cumhuriyet 03.12.2010)

    21 Temmuz 2020 Salı

    SEYFİ DURSUNOĞLU ve TÜRKAN SAYLAN

    Huysuz Virjin adıyla ünlenen sanatçı Seyfi Dursunoğlu, 17 Temmuz 2020 Tarihinde 87 yaşında aramızdan ayrıldı.
    Dursunoğlu söylediği kantoları, ve şovlarıyla insanları güldüren, eğlendiren, hem de düşündüren bir önemli sanatçıydı.
    Sağlığında tüm mal varlığını, Türkan Saylan'ın kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine bağışladığını vasiyet etmişti.

    Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Profesör Dr. Ayşe Yüksel "binlerce genç eğitim görsün, yetişsin diye mal varlığını derneğimize bağışlayan Dursunoğ'lunun isteği doğrultusunda gereğini yapacağız" demiştir.

    Söz Türkan Saylan'dan açılmışken, bu değerli insanla olan karşılaşma ve tanışmamızı anlatmak istedim.

    1976 Yılında, DİSK kurucu üyesi T.MADEN-İŞ Sendikamızın çeşitli fabrikalara ait toplu sözleşme çalışmaları, MESS'e karşı azalmayan bir hızla devam ediyor... 
    Anadolu'da örgütlü olduğumuz işyerlerinin toplu sözleşme müzakereleri, genel merkezden gönderdiğimiz uzmanlarca yürütülüyordu.
    Genel Merkezde ise, bazı zamanlar aynı günde yedi, sekiz ayrı işyeri müzakeresi yaptığımız günler oluyordu.

    1975 Yılının ikinci yarısından itibaren çok başarılı toplu sözleşmeler imzalıyoruz. 
    Ücret zamları, ikramiye, kıdem tazminatları ve diğer sosyal hakların teklifleri, günün ve işyerlerinin gerçeklerine göre hazırlanarak çalışmalar yürütülüyor ve sonuçlar işyerlerinde çalışan üyelerimizin memnuniyetiyle karşılanarak sonuçlanıyordu.

    Bu sözleşmeler basında yer aldıkça, sendikamıza bağlı olmayan işyerlerinde çalışan işçilerin bir bölümü, sarı ve bağımsız sendikalardan istifa ederek T.MADEN-İŞ Sendikamıza üye olmaya doğru bir akım başlamıştı.

    Müzakereler gece yarılarına kadar devam ediyor, bazen yemek yemeye bile zaman bulamıyorduk.
    Nedendir bilinmez işte bu sıralarda ayağımın tam altında çıban gibi bir yara oluştu. Üzerine tam basamadığım için aksamaya başlamıştım.
    Bu durum üç dört gün böyle devam etti.

    Yine böyle aksak durumda iken bir gün, eğitim dairesi müdürümüz sevgili Süleyman Üstün "başkan doktora gidiyoruz" demişti.
    Benim haberim olmadan randevu da almışlar.
    Çapa Tıp Fakültesine gittik. Cildiye Bölümünde bir kadın doktor bizi karşıladı. İşçi sınıfının sevgili öğretmeni Süleyman Hoca hal hatır sorduktan sonra beni MADEN-İŞ Sendikası Genel Başkan Vekili ve Toplu Sözleşme Dairesi Başkanı diye tanıştırdı. Gerçi onun (lepra) cüzzam ve zührevi hastalıklar  konusunda verdiği mücadeleyi duyuyor ve biliyordum.

    Ayağımı muayene etti, müdahaleden sonra pansumanı yaptı. Bir de reçete yazarak işini bitirdi.
    Onbeş veya yirmi dakika kadar sohbet ettiğimiz Türkan Hoca o sırada galiba henüz profesör olmamıştı. İşini bilen mücadeleciliğini bu sohbet sırasında anlamaya çalıştığım alçak gönüllü, değerli insan Türkan Hocayı iyi ki tanımışım.

    Profesör olduktan sonra tekrar görüşüp sohbet ettiğim bilim insanı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin yorulmaz başkanı, yeri doldurulamaz, yurt ve insan sevgisi tartışılmaz büyük insan, kızlarımızın eğitimci annesi, insanlığın medarı iftiharı, size muayene olmuş ve şifa bulmuş biri olarak benim de size karşı elbette bir saygı borcum var.

    İyi ki vardınız.
    Işıklar içinde uyuyun...


    3 Temmuz 2020 Cuma

    İŞÇİLERİN HAZİRANI VE 15-16 HAZİRAN 1970

    İşçi sınıfının sendikal özgürlük mücadelesinin ilk eylemi sayılan KAVEL 1963 Direnişini kitaplaştıran, daha sonraları da, SİNGER, DERBİ Fabrika direnişleri ile, PAŞABAHÇE işçilerinin başarılı grevini yazan Zafer AYDIN, bu kez de İŞÇİLERİN HAZİRANI adıyla sendikal hareketlerimize, eşsiz bir değer kazandırdı.

    "İşçilerin Haziranı" adlı kitap, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişini anlatıyor ve bu isim de  bu mücadeleye çok yakışıyor.
    Bilindiği gibi, 15 - 16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi, Türkiye sendikal mücadelesi içinde çok ayrı bir yerdedir. 
    Sendikal hareketler içinde, asla  kaybolmayacak bir yön gösterici, gerçek ve özgür sendikacılığın sarsılmayan büyük bir kilometre taşıdır...

    İşçi sınıfının gerçek ve devrimci kesimini oluşturan DİSK üyeleri sonuca ulaşmak için, demokratik hakkını kullanarak yola çıkmış, kimin ne dediğine bakmadan, gerçek sendikacılığın semeresini elde etmiştir.

    Başarıya giden yolda kendisine yoldaşlık, yapan üniversite gençliğini, ilerici yazar, çizer, demokrat aydınları elbette yanlarında bulmuştur... 

    15-16 Haziran Direnişinin, bir bölümünü, işçi, sendikacı ve yönetici olarak yaşayan bir kişi olarak, kitabın yazarını kutluyorum.
    Kitabı baştan sona okudum, döndüm bazı yerlerini bir defa daha gözden geçirdim. Görünen o ki Zafer AYDIN, kılı kırk yararcasına büyük bir başarıya imza atmış.

    15-16 Haziran 1970 direnişini çeşitli biçimlerde yaşayan, şimdiyse ömürlerinin ikinci baharında olan yüzlerce eylemciyle konuşarak, kitaba bir de ruh kazandırmış. 

    Kitap konusunda teknik ve içerik olarak kritik yapmak, eleştiri düzmek elbette benim alanım değil, yeri gelmişken yakından tanıdığım, değerli kitap eleştirmeni ve işçilerin sendikal plandaki eğitimci hocası, Fethi NACİ'yi de saygıyla anıyorum...

    11 Haziran 2020 Perşembe

    İŞÇİLİK VE KIDEM TAZMİNATI

    Kıdem tazminatı ve çalışanların kıdem tazminatı hakları ülkede yıllardır dillendirilip duruyor...
    Bu dillendirmeler en başta siyasi iktidarlar olmak üzere sermayedarlar tarafından destek buluyor.

    Sermaye, para ve para babalarının sözcülüğüne dönüşmüş bazı akademisyen kılıklılar(!), yıllardır işçilerin geleceklerine yönelik tek güvencesi olan kıdem tazminatının, önce kuşa çevrilmesi, daha sonra da uygulanamaz hale getirilmesine çalışıyorlar.
    DİSK dışındaki diğer konfederasyonlardan bu konuda yürekli ve arzulu, gür bir sesin çıkmadığını görsel ve yazılı  medyada  görüyor, okuyoruz. 

    Kıdem tazminatı, işçi aleyhine değiştirilmek isteniyor. 
    Daha doğrusu şimdilik budanmak isteniyor. 
    Hiç kuşkusuz bu çalışmalar, gelecekte tazminat haklarının zayıflatılması, giderek ortadan kaldırılmasına yönelik hazırlıklarının ilk safhasıdır...

    DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 11 Haziran 2020 tarihinde konuya ilişkin önemli bir açıklama yapmıştır. "Kıdem tazminatına dokunmayı aklınızdan bile geçirmeyin!"

     11 Haziran 2020/5

    GENÇLERİMİZİN VE ÇOCUKLARIMIZIN EMANETİ KIDEM TAZMİNATINI KİMSEYE YEDİRMEYİZ!

    Kıdem tazminatı hakkına dönük kamuoyuna yansıyan yeni planlar ile ilgili olarak DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu'nun açıklaması


    Kıdem tazminatını ortadan kaldırmaya, budamaya, el koymaya dönük çeşitli yeni planların olduğunu kamuoyuna yansıyan bazı bilgilerden duyuyoruz.
    Hükümet her zaman yaptığı gibi konunun asıl muhatapları olan bizleri görmezden gelerek gizli kapalı biçimlerde nabız yoklamaya çalışıyor. Kıdem tazminatını yok etme planı için zemin oluşturmaya çalışıyor.
    Bugüne kadar defalarca söyledik. Bir kez daha net biçimde söyleyelim:
    • Kıdem tazminatı hakkını ortadan kaldırmaya, daraltmaya ve budamaya dönük her türlü girişime karşıyız.
    • Kıdem tazminatının fona devredilmesine karşıyız.
    • Kıdem tazminatının tamamlayıcı emeklilik sistemi adı altında yok edilmesine karşıyız.
    Kıdem tazminatı bir işveren yükümlülüğüdür, son ücret üzerinden hesaplanır ve iş güvencesi dayanağıdır. Kıdem tazminatını işveren yükümlülüğü olmaktan çıkaracak, son ücret ile bağını koparacak, iş güvencesi dayanağı olmaktan çıkaracak her türlü dayatma, bir müzakerenin değil ancak mücadelenin konusu olabilir.
    Memleketin gündemi kıdem tazminatı değildir. Kıdem tazminatı bir sorun değildir, haktır.
    Hükümeti uyarıyoruz. İşinize bakın! 
    İşiniz işsizlik sorununu çözmek. İstihdam yaratmak. Vatandaşın gelirini korumaktır.
    İşiniz salgın günlerinde çöken ekonomiyi canlandırmaktır.
    İşçilerin 90 yıla yaklaşan en köklü kazanılmış hakkı olan kıdem tazminatına göz dikmeyi bırakın. Kıdem tazminatı sadece dünün ve bugünün değil, geleceğimizin de kazanımıdır, gençlerimizin ve çocuklarımızın emanetidir.
    İşçinin alın terinin, emeğinin karşılığı olan kıdem tazminatını kimseye yedirmeyiz.
    Kıdem tazminatımızı korumak için dün olduğu gibi bugün de sonuna kadar direneceğiz.
    15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 50'nci yılında hükümeti uyarıyoruz. İşçiler dün nasıl sendikalarına sahip çıktıysa bugün de kıdem tazminatı hakkına sahip çıkmakta tereddüt etmeyecektir.
    Kıdem tazminatına dokunmayı aklınızdan bile geçirmeyin!

    27 Mayıs 2020 Çarşamba

    ÇAY SİMİT VE AÇLIK

    TÜRK-İŞ (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Mayıs 2020 Ayına ait açlık sınırını açıkladı. 
    İnternet Sitelerinde yayınlanan yazıya göre 2020 Mayıs açlık sınırı 2.438,24 TL. 
    Bu duruma göre dört nüfuslu bir aile, bir ayda 2.438,24 TL. ile (açlık sınırında) yaşayabilecek!!!

     Açıklamada dört kişilik bir ailenin dengeli ve yeterli beslenebilmesinin, toplam tutarının 2.438,24 TL. ile geçiştirileceği gibi bir durum anlaşılıyor. 
    Sizce de öyle değil mi? 
    Bu duruma bir yorum yapılmaz mı? 
    Yapılır...

    Yorum yapılırsa ne demek gerekir?.. 
    "Yahu bu ortamda dört kişilik bir aile, açlık sınırında da olsa bu miktarla nasıl geçinir" denmez mi?
    Kaldı ki; Açıklamanın bir başka yerinde, sadece bir çalışanın aylık maliyetinin 2.961 TL. olduğu  belirtmektedir.
    Yine Türk-İş sayfasında, yoksulluk sınırı 7.942 TL. olarak gösterilmektedir...

    Bu rakamları devletin ilgili organları zaten yazıyor ve kamu oyuna açıklıyor. Anlayan var, benim gibi anlamayan da var! 

    Siz; İşçiden, fakirden, yoksuldan, açtan yanasınız biliyorum! 
    Bu açıklamaları yaparken, duygularınızı dışa vuramıyor, açıkça ifade etmek istemiyorsunuz. 

    "Bu rakamlar ülkemize yakışmıyor, bu miktarlar ülkemizin ayıbıdır" diyemiyorsunuz... 

    Sizler Türk - İş yöneticileri olarak  yukarıda belirtilen rakamları sitenize yazarak kime nasıl bir mesaj vermek istemektesiniz?  

    Bu durumun, işçiler ve işçi kamuoyu tarafından yorumlanmasına elbette  ihtiyaç yok...
    Türk- İ ş yöneticileri olarak her zamanki gibi yorum ve düşüncelerinizi ifade etmeyi(etmemeyi) başarmış görünüyorsunuz!

    Bu konuda açlık, yoksulluk, sağlıklı ve dengeli beslenmek nedir ne değildir?  
    Düşünülmeli.. 


    2 Mayıs 2020 Cumartesi

    1 MAYISLAR BİTMEZ

    2020 1 MAYIS KUTLAMASI

    Bir Mayıs, dünyanın işçi ve emekçileri tarafından, yine dünya çapında kutlanan birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kabul edilmiştir. 
    1 Mayıs dünyada çeşitli biçimlerde, birlik ve dayanışma günü olarak kutlanmaktadır. Ülkemizde ise yasa ile kabul edilerek, resmî tatil ve "işçi bayramı" olarak kutlanıyor. 

    Dünyayı saran ve sarsan Corona virüs salgını, nedeniyle kitlesel yapılan toplantılar zorunlu olarak yapılamadığından, bu yıl 1 MAYIS kutlamaları yığınsal olarak yapılamadı... 

    Bu nedenlerle 1 MAYIS 2020 Tarihinde MEYDANLAR MAHZUN..

    1976 ve 1977 yıllarında, DİSK öncülüğünde Taksim Meydanında yapılan kutlamalar hem çok yüksek katılımlı, hem de çok görkemliydi.


    1 MAYIS 1976 Taksim Meydanı, saygı duruşu 
    sol başta Hüseyin Ekinci, sağ başta K.Türkler
    Sendikalar ve sivil toplum örgütleri üyeleriyle, bazı siyasi parti temsilcileri ve bir çok ideolojik grupların taraftarları ile katılımı, Taksim Meydanında bu güne kadar görülmemiş yığınsal bir durum oluşturuyor, eşine ender rastlanan bir güzellik sağlıyordu. 
    Gençlik örgütleri ve sanatçıların katılımı ve çok sayıda vatandaşın oluşturduğu topluluk görülmeye değerdi.

    İstanbul'un, meydan, cadde ve sokakları 1 Mayıs afişleri ile donatılmış, "haydi Taksim'e" diyordu...
    Başta işçiler olmak üzere, halkın büyük bir kesimi gruplar halinde, meydana yürümeye başlıyorlardı.
    İnsanlar, dilek ve isteklerinin yazılı olduğu pankartları havaya kaldırıp, şarkı ve marşlar söyleyerek, heyecanlı ama mutlu suratlarla Taksim Meydanını tıklım, tıklım doldurmuştu... 

    1976 kutlaması başlangıcından sonuna kadar hem katılım, hem dilek ve taleplerin dillendirilmesi, hem de şenlik olarak "herkesin bayramı" olarak tamamlandı.
    Evet başarılı bir şekilde yapılan ve olaysız sonlandırılan 1976 1 MAYIS kutlaması, katılan herkesin bayramıydı...

    1976
     1976 1 Mayıs Günü Taksim, 300 binleri aşan bir insan selini konuk ediyordu.

    DİSK öncülüğünde yapılan 1 Mayıs 1976 kutlamaları, halkımızın büyük bir bölümü için mutluluk kaynağı oldu. 
    Güzel bir organizasyon başarılı ve özenli bir çalışma, semeresini vermiş meydan, (Taksim) katılımcılarla dolup taşmıştı. Katılan örgütler demokratik isteklerini dillendirmiş, büyük bir heyecan, coşku, sevinç içinde, söyledikleri marş ve şarkılarla bayramın tadını çıkarmıştı.

    Güvenliği tamamen DİSK üyesi işçiler tarafından sağlanmış olan bu güzel günün önemi, Türkiye işçi sınıfı ve onun ekonomik kitle örgütleri olan sendikacılık tarihine, birlik ve dayanışma duygularıyla kayıt  düşüyordu.

    Herhangi tatsız bir olayın yaşanmadığı bu büyük kutlama, DİSK Genel Başkanı Kemal TÜRKLER'in yaptığı harika konuşmayla sonlanmıştı.

    ACILI KUTLAMA TAKSİM 


    1976 1 Mayıs kutlaması beklenenden daha yığınsal olmuştu. 
    Düzen, saygı, hoşgörü en üst düzeydeydi.
    İşçi sınıfı kendi içinde, birliğini, dayanışmasını gösterdi.
    Gençler, aydınlar, sanatçılar, sol örgütler, sosyalist kuruluşlar işçi sınıfıyla yan yana olduklarını perçinledi.
    Taksim her yönden ihtişamlı görünüyordu.

    Kısaca tekrar edersek, 1976  herkesin 1 Mayısıydı ve 1 MAYIS Taksim Meydanına çok yakışıyordu. 

    DİSK 1 MAYIS 1977 HAZIRLIKLARINA ERKEN BAŞLADI

    Elbette 1977 1 MAYIS Kutlamaları daha yığınsal ve daha görkemli olmalıydı...
    İşçi sınıfı, devrimci kesim ve sol, sosyalist kamuoyuna umut olmalıydı.


    1977 1 Mayıs afişi
    DİSK başta olmak üzere üye sendikalar ve diğer katılmak isteyen örgütler de kutlamaya en iyi biçimde katılmak istiyorlardı..Tüm örgütlerin amacı, Taksim Meydanına daha kalabalık, daha organize ve daha ihtişamlı girmek, gruplarıyla daha iyi bir yer tutmaktı. 

    Nitekim bu düşünce ve uygulama, meydanın çok erken dolmasına neden oldu. Beşiktaş ve Dolmabahçe tarafından gelmekte olan konvoy ile Tarlabaşı yönünden gelen konvoyların bir kısmı kalabalık nedeniyle meydana ulaşamadı. Buralarda zaman zaman bazı siyasi gruplar arasında gerginlikler olduğu da görüldü. 

    DİSK içerisinde, özellikle uzmanların yapılandırdığı siyasi zihniyetin "1 MAYIS sadece bizimdir" düşüncesi ve alanda görünür şekilde uygulanmaya çalışılması, diğer siyasi düşünce gruplarının rahatsızlığına yol açmaktaydı... 

    1977 Yılında yapılan 1 MAYIS kutlamaları, katılım, meydana giriş güzellikleri, ve toplumsal heyecan  bakımından doruk noktasına ulaşmıştı.

    Ne yazık ki bu güzel gün, istenilen güzellikte sonlanmadı. 
    DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmasını bitirmek üzereyken, bazı provokatörler ve karanlık eller devreye girdi. 

    Silahlar ateşlendi.
    Büyük bir panik yaratıldı.
    Korkunç olaylar yaşandı.
    37 vatandaşımız hayatını kaybetti.

    1977 1 MAYIS gösterilerine kan karıştırıldı, acılar oluştu.
    Olaylar hakkında pekçok yayın yapıldı. 
    Makaleler yazıldı. 
    Kitaplar yayımlandı. 
    Yetkili yetkisiz ağızlar konuştu. 
    Televizyon programları yapıldı.
    İlgili ve yetkililerce yüzlerce rapor yazıldı. 
    Sonuç(!)... 

    43 Yıl oldu sorumluları bulunmadı... 

    12 Nisan 2020 Pazar

    15-16 HAZİRAN DURUŞMASI VE KEMAL TÜRKLER

    Hanifi Öztürk
        Yazıyor

    15-16 HAZİRAN DURUŞMASI SELİMİYE KIŞLASI

    "Biz işçi sendikaları olarak, üyelerimizi ve yalnız işyerlerinin birer ünitesindeki, basit günlük, işçi ve işveren münasebetiyle, uğraşır durumda bırakmak isteyenlerden değiliz.  Bu, hayatı  tümüyle ele alan ve hayatı severek yaşanır bir güzelliğe getirilmesine çalışan, sendikacılığa dair kalplerin cenderesinde bulunan bir anlayışın mensuplarıyız. Çalışma ve yaşama koşularının bir bütün olarak ele alınması, sendikal mücadelede, öncü rolünü üstlenmesi gerekiyorsa MADEN-İŞ bu görevi üstlenmeye hazırdır,”  diyordu Kemal TÜRKLER        

    DİSK’in 25 sanıklı 15-16 Haziran olaylarına ilişkin davası,  21.8.1970 günü sabahı başlamış ancak; mahkeme  heyeti ile sanık avukatları arasında çıkan  sert tartışmalar yüzünden  kimlik tespitleri daha sonraya bırakılmıştı.

    28 AĞUSTOS 1970 günü  duruşma salonunda yer bulabilen şanslı izleyicilerden biri de bendim.Mahkeme heyeti; Tümgeneral Mehmet HARPUT, Hakim Yüzbaşı Muzaffer BAŞKAYNAK, Hakim Yüzbaşı Hamdi ÖNCÜLOĞLU’dan oluşmuştu.Kemal TÜRKLER sorgusu sırasında savcılık tutanağındaki bir noktada, düzeltme yapmak istediğini belirterek şunları söyledi. "Savcıya verdiğim ifadede ben, Orgeneral Kemal Atalay’la görüştükten sonra, vasıta ile sendika genel merkezine gelirken, yolda gördüğümüz fecaattan dolayı Çarşamba günü yapılacak mitingi Cumartesine erteledik cümlesini kullanmadım." 

    "Ayrıca bazı kişilerin tutum ve davranışlarından bu kanun tasarılarına taraftar olmadıkları gibi bizi de tasvip etmeyenlerin, daha doğrusu bu düzene karşı ve aynı zamanda bize de karşı olanların tahrik etmiş olması, muhtemeldir, kanaatindeyim de demedim. 

    "Sadece on yıldan beri işçilerin, anayasal özgürlüklerini, grev ve toplu sözleşme özgürlüklerini öğrenmiş bulunduklarını, keza bugünkü iktidarın,(DEMİREL) Çalışma Bakanının, onun hükumetlerinin, onun parti ve parlamento grubunun, ekonomik ve sosyal bakımdan ve bu güne kadar, yürütmüş olduğu yanlış ve ters tutumu, işçilerden oy almalarına rağmen, işçilere karşı ters politika izlediklerinden, işçiler bu protestoları yapmışlardır tarzında söylemiştim, savcı hazretleri bu noktayı kasten zapta geçirmiştir."

    Hakim öfkeyle seslendi; “Savcılık makamı diye bir makam var, cumhuriyet savcısına hazret diyemezsiniz" dedi. TÜRKLER geri adım atmadı ve şu karşılığı verdi.  "Tarafsızlığını ihlal eden bir savcıya yakışır  bir sıfatı lütfen siz tayın edin!" Hakim daha da öfkelendi ve "burada yargılamayı ben yapıyorum" dedi. Türkler bir anda sanıklık durumunun üstüne çıkıp, yargılayan duruma gelmeyi başarmıştı. Son sözü de o söyledi; "Eğer mahkeme tarafsız bir yargı yapmıyorsa, kimin kimi yargılayacağını tarih bir gün elbet gösterecektir!"

    Kemal Türkler, işçi ailesinden gelmişti. Kemal Türkler'in, liderliği, öngörüsü, kararlı ve onurlu duruşu, yeteneği ve mücadele azmi hem Türkiye sendikal hareketine, hem de mesai arkadaşlarına pek çok deneyim kazandırmıştır.
    Işıklar içinde yatsın.                    

    15 Mart 2020 Pazar

    EMEK TARİHİMİZDEN BİR KESİT


    Eğitim, emek, emekçi, işçi, sendika konularındaki yazı ve haberleriyle başarılı çalışmalara imzalar atan, değerli gazeteci Şükran Soner, benimle yaptığı söyleşiyi 15 Şubat 2020 Tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yayımladı.
         
    Cumhuriyet Söyleşileri 3 kuşaktan tanıklar adıyla kaleme alınan söyleşi; "Emekle kazılan tarihten yapraklar" başlığı ile yayımlanmıştı.
    Bilindiği gibi Şükran Soner, gazeteciliğin yanısıra, uzun yıllar Türkiye Gazeteciler Sendikasında (TGS) yöneticilik ve bir dönem de Genel Başkanlık yapmıştır.
    Şükran Soner'in, Türkiye işçi sınıfının sendikal hareketler ve kazanımlarına büyük emekler verdiğini biliyoruz.
    Cumhuriyet Gazetesinde devam eden köşe yazılarının yanı sıra işçi, sendika ve eğitim sayfaları hazırlayan Şükran Soner'in yaptığı söyleşiyi, burada aynen paylaşmak istedim...  

    Emekle kazılan tarihten yapraklar

    Hüseyin Ekinci, DİSK, Maden-İş, Kemal Türkler’in... işçi, sendikal haklar kazanımlarında efsane oldukları yıllarda, emek tarihimize kazılı eylemlerle, direniş, grevlerle hak kazanımlarının odağındaki işyerleri, merkezlerde, Maden-İş, DİSK’in, koşullar gereği her işten sorumlu yöneticisi, başkan yardımcısı..

    15 Şubat 2020 Cumartesi, 02:00
    Hani birileri ülkemiz emekçilerinin, en çok da sendikal haklarını kullanabilen işçilerin, dünya emek tarihinde bir örneği olmayan onlu yıllara sıkıştırılmış bir süreçte, dünya örneklerinde yüzlerce yıla yayılmış emek tarihindeki gelişmeleri, birikimleri yakalamayı başarmışlarının.. Sil baştan kazanımlarını geriye püskürtme adına, 12 Mart yetmez 12 Eylül darbe süreçlerini dayatmışlardı ya..
    İşçilerin, yetmez tüm emeği ile geçinenlerin, üreticilerin, örgütlenmiş çatılarda, sol kulvarda 1961-80 sürecine kadar kazanımlarını geri alma operasyonlarında, öncülük yapmış tüm sol sendikal, siyasal, meslek örgütlenmelerini silindir gibi ezmek adına yola çıkmışlardı ya.. DİSK’in lokomotif olma işlevini üstlendiği yıllarda verilmiş savaşımlarla, elde edilebilmiş kazanımlara.. İstemeden de olsa günümüz dünya emekçileri için de yol gösterici, dersler çıkarılacak bir saygınlık kazandırmışlar..
    DİSK’in bugün başlayan genel kuruluna destek, katılan uluslararası sendikal örgütlenmelerinin ilgisi, konuk konuşmalarının bir gün önceye alınması zorunluluğunu getirmişti. Ortadoğu haklarının en ağır ezilenleri işçi sınıflarının örgütlerinin öznel koşullarındaki isyanları, diktatörlüklerin her türünün ödettiği bedellere başkaldırıcı sendikal söylemler yanında, gelişmiş emperyal dünyadan, günümüz en etkin sokak eylemlerinin öncü, direnişçi sendikaların sözcülerinden, güncel düzene karşı haykırışları, evrensel emek dayanışması çağrılarını dinlemek düşündürücü, bir o kadar öğretici.. Hele de tümünün birden, DİSK’in ünlü savaşım yıllarından dersler çıkarımlarını dinlerken..
    “İyi ki, DİSK’in genel kurul çağrısı programı ile uyandım. İyi ki, TGS’nin kooperatifinde komşumuz olmuş. Yıllardır çalışa çalışa bitiremediği, kıyıp da nokta koyamadığı anılarından haberdardım. Bir geceliğine uykusuz bırakıp, üç kuşak söyleşisinde birkaç özelini paylaşabilirim..” dedim. 
    Hüseyin Ekinci önce Erzincan Refahiye’den bir çiftçi, sonra işçi bir babanın oğlu.1962’de İstanbul Kağıthane’deki Rabak Bakır Fabrikası’na işçi olarak girer, bir yıl sonra da Maden-İş’in işyeri temsilciliğine seçilir. Rabak’ta işçi olarak çalışırken İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarih bölümünü okur. 1964 yılında Maden-İş Silahtarağa Merkez Şubesi’ne, sonrasında başkanlığına seçilir. Metal işkolunun örgütlenmeleri, toplu sözleşmelerini yürütür.
    1965 yılında TİP üyesi olur. 1967 Şişli ilçe yönetim kurulu üyesi, il ve merkez kongreleri delegeliğine seçilir. 13 Şubat 1967, DİSK Genel Kurulu’na, Maden-İş’in Silahtarağa Merkez Şubesi adına delege seçildiği yıl da olur. Tüzük değişikliği ile merkez şubeler kaldırılarak bölge temsilcilikleri getirilir. Hüseyin Ekinci artık Silahtarağa-Şişli Merkez şubelerinin oluşturduğu 6. Bölge temsilcisidir. Emek tarihimizi bilenler için, işçi sınıfımızın kazanımlarında patlama yaşanılan eylemler, direnişler, işyerleri kazanımları, grevlerin odağında, sorumluluğunda tanıklıklar anlamına da gelmektedir.
    RABAK Fabrika yemekhanesi. Sağımda oturan MESS Genel Başkanı Bahri Ersöz. Solumda işyeri temsilcileri, işçilerin huzurunda yapılan toplu sözleşme imza töreninde... 
    Ekinci’nin bu yazı için hazırladığı özel nota göz atarsak.. “1972 yılı haziran ayına kadar 6. Bölge görevini yürüttüm. Salihtarağa ve Şişli yakasında kurulu metal işkolundaki fabrikaların tamamını Maden-İş çatısı altında örgütledim. Türk sendikacılığının kilometre taşları olan Kavel, Demirdöküm, Elektrometal fabrikaları işçilerinin, Sungurlar Kazan Fabrikası direnişlerinin sonuçlanmasında bölge temsilcisi olarak katkı sağladım..” olarak özetlenivermiş.
    Askerlik dönüşü 2. Bölge (Ankara, Konya, İç Anadolu) temsilciliği görevini yürütmüş, 1974 yılı genel kurulunda genel başkan vekili seçilmiş. Toplusözleşme, araştırma, ücret ve ekonomi politika daireleri başkanlığı görevlerini yürütmüş. 1978 yılından, 12 Eylül 1980 darbesine kadar DİSK genel sekreter yardımcısı olarak görevde bulunmuş..
    “Hüseyin Ekinci olarak, sendikal demokrasiye inanmış ve bu ilkelerin hayata geçirilmesine, sendikal demokrasinin gelişmesi, yerleşmesi ve uygulaması çabalarına, çırak, kalfa ve usta olarak katkıda bulunduğum için çok mutlu ve gururluyum” diyerek özgeçmişine nokta koyuyor. Elbette söyleşimiz, “sendikalhareketler.com” başlığı altında özel sitesinden de paylaştığı kimi yazışmalara da göze atarak, yıllardır üzerinde çalışıp durduğu, nokta koymakta zorlandığı anılarından yerimiz elverdiği ölçekte paylaşımlardan, kimi fotoğraflarla da desteklenmiş, tadımlık özetin özetleri olabilecek..

    1964 MADEN-İŞ İÇİN FELAKET YILI

    1964 grev hakkının işlerlik kazanmasıyla, işverenler alelacele sarı sendikalarla sözleşme imzalama, işçiyi bağlama yollarını seçmişler. Rabak’ta, Maden-İş üyesi olarak bir yandan da üniversiteye devem edebilmek için gece vardiyasında çalıştığı yıllarda, 1965 yılında şube başkanı olarak seçildiğinde Maden-İş’in iki binden az üyesi varmış. Bölgede sarı sendikaların imzaladığı sözleşmeler üçer yıllıkmış. Üç yıl içinde sendikal örgütlenme planlarını geliştirmişler. Hemen her gece geç saatlere kadar Silahtar-Alibeyköy, Haliç’in iki yakasında teksir makineleri ile bildiriler hazırlayarak, teksir makineleriyle çoğaltmışlar. Kahve toplantılarında, fabrika önlerinde işçilere dağıtmışlar. Maden-İş üyelerini kaybetmiş olsa da işçilerini kaybetmemiş, hızla sözleşme yapar konuma geçmiş. Önce Türk DemirDöküm, Elektrometal, Çelik Endüstri çoğunluğu almışlar.
    1963’te Kavel’in direnişi ile sendikacılığın yeni çağının açıldığını düşünüyor. Ancak işverenin üç yıllık sarı sendika sözleşmesi sonrası işçiler büyük baskı altında kalmışlar. Levent’teki temsilcilik merkezi çoğunluk eve gidemediği gecelerin mekânı olmuş. 9 Eylül 1968 2. Kavel direnişi böyle başlamış. Kavel işçileri fabrikayı işgal etmiş. 11 Eylül’de düğün salonunda evlilik için gün almış. Düğün bitince eşini evine bırakmış, İstinye’yi dolaşmış, gece ikiden sonra dönüp sabahın ilk ışıklarında yine direniş alanına gitmiş..
    Bu çalışmaların koşullarında yorulmadığını, ömrünün uzadığını, sendikal başarılarla beslendiğini anlatıyor. Hasan Hüseyin’in Kavel direnişi, kazanımları için yazdığı şiiri, kitapları, belgeselleri unutmuyor. 2. Kavel direnişinin başarılarıyla kilometre taşı olduğuna inanıyor.
    Sendikal örgütlenmelerin rüzgâr gibi olduğunun altını çiziyor. Polis-asker tutuklamalarına DemirDöküm işçileri “yeter” diyor. 1969 yılının ağustosunda üye çoğunluğu sağlanıyor. DemirDöküm bölge işyerleri için lokomotif oluyor.. Sarı sendika işveren birliktelikleri bir bir çözülüyor. 
    Günümüzde sendikacılığın örgütlenme görevi yerine getirilemediği için sendikacılık değil sandukacılık yapar görünümünün ortaya çıktığını söylüyor. 

    15-16 HAZİRAN GÜNLERİ

    Demir eritenler, çeliğe su verenler, kurşunu harf dökenler çarkları durdurdu. Fabrika bacasından duman tütmüyor.. Sabah vardiyası işe geldi işbaşı yapmadı. Gece vardiyası paydos etti, ama evlerine gitmediler. Akıllarında geçmişte birlikte çalıştıkları sendika yöneticisi, bölge temsilcilerinin “ailelerimiz size emanet” sözleri takılı, hep birlikte dışarı çıktılar. Yürüyüşe başladılar. En yakınlarındaki fabrikalardaki arkadaşlarının kendilerini beklediklerini gördüler. Hep birlikte başka işçilerle buluştular. Yığınları oluşturdular. Birlik oldular.. 16-17-18-19 Haziran’da da yürüyeceklerdi...
    16 Haziran’da sıkıyönetim ilan edildi. Genel Başkan, yürütme kurulu üyeleri, bazı sendika başkanları, temsilcileri tutuklandı. Durumu fırsat bilen bazı işverenler, sendikalardan istifa kampanyaları, işten atma uygulamalarına geçiş yaptı. Tabanda işçiler onurlu dik duruşlarını sürdürdüler..

    SIKIYÖNETİMDE GRUNDİG GREVİ

    Sıkıyönetim uygulamaları, yasakları, tehditlerini örneklemeye gerek yok. “grevi kaldırın” tehdidine yanıt, “yasal grev sözleşme imzalanmadan nasıl kalkar” yanıtı veriliyor. Kararlılığı pekiştirmek de gerekiyor. İşçilerin onayı ile direniliyor. Grev çadırının güncel yaşamı sürdürülüyor. Moral destek adına Başkan Kemal Türkler grev çadırına konuk oluyor. Grev çadırında grevin sürdürüleceğinin kararlılığının çok anlamlı mesajları veriliyor. 1971 yılı ocak ayında işçilerin başladıkları grev 65 günü dolduruyor. Mart ayında işveren yetkilileri görüşme talebinde bulunuyor. Sendika temsilcilerinin katılımlarında müzakereler sürdürülüyor. İşçilerin onayı alınarak sözleşme imzalanıyor.

    HAK TIRMANDIRAN SÖZLEŞME

    Örgütlenme, sözleşme ve grev sacayaklarında bölge işçileri için hakların geliştirilmesinin yollarının öğretisi gibi. İzsal’ın simge başarısının ardından, 30 bin işçili Arçelik fabrikasındaki aynı süreçler geçişinin ardından imzalanacak sözleşme, işkolunda Maden-İş’in büyük tırmanışının kapılarını açacak. 2 maaşa kadar tırmandırılmış ikramiye sayısı 3 maaş olarak sözleşmeye yansıyacak.. Arkasından 1976’da gelecek Rabak Sözleşmesi ile bölgede yeni bir yükseliş yaşanacak..

    Solda Hüseyin Ekinci en sağda Celal Küçük direnişin ardından yapılan tutuklanmalar sorası cezaevi’nden çıkış sahnesi.

    12 EYLÜL...

    Ordu yönetime el koymuştu. 16 Haziran eyleminde kısa süreli gözaltılarından alışkanlık olsa da. Hüseyin Ekinci en çok 12 Eylül sonrası işsizlik sürecinden etkilendiğini anlatıyor. “Kör kuyuda merdivensiz kalmaktır işsizlik” diyor. Oğlunun ilkokula başlayacağı gün Davutpaşa Kışlası’nda gözaltındaymış. Ama en çok 30 aya yakın işsiz kalmaktan etkilenmiş. Ekonomi yönetiminin işveren yandaşlığına teslim edilmesi, MESS başkanlığından ekonomi danışmanlığına geçiş yapan Turgut Özal’ın simge olduğu icraatlarla, işçilerin güldüğü yıllar, kazanımlarına sünger çekme operasyonlarının yaşanmasının örneklerini veriyor. Amerika ayağına dönük olarak “darbeyi bizim çocuklar yaptı” ilanını anımsatıyor.
    “12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden çok yıllar geçti. Geçti ama deldi de geçti... Kaybolan babalar../Babasız kalan çocuklar../Ağlayan analar../Dinmeyen gözyaşları..” 
    DİSK yargılamaları hedef yapılarak, dönemin başkanı Abdullah Baştürk başta yönetim kadrolarına yaşatılan işkenceler, yargılama süreçleri daha yakın tarihlerden, belleklerden silinemeyecek acı anılarla dopdolu. Bilerek, isteyerek sürdürülen hukuksuz yargılamalar, insan hakları ağır ihlallerinin amaçlarını, üretilen sonuçları ile okumak hiç de zor değil. 
    Örgütlü işçi sınıfının sendikal çalışmalarıyla kazanımlarının sonuçlarını katletme operasyonlarının adımları bir bir işletiliyor.. Darbeciler, bir kısım patron ve sarılar elbirliği yaparak DİSK’in sınıf bilinçli tabanını dağıtıyorlar. İleri demokrasi söylemleri ile.. 
    Nasıl bir ileri demokrasi ise hâlâ çalışan büyük kesimin grevli toplusözleşmeli hakları yok. Hakkı olduğu iddia edilenlerin grev hakları yok. Sendikaya üye olma özgürlüğünün önünde büyük engeller duruyor. Sendika sandukaya dönüşmüş oluyor...